YÖK'ten 'Şeriat içerikli' çalıştay: Kaybettiğimiz şeyi arıyoruz YÖK’ün çalıştayında İçişleri Bakanlığı adına sunum yapan Bilgi Toplama Dairesi Başkanı Ömer Ulu’nun farklı inançlara karşı mücadele çağrısı yaptığı ortaya çıktı. Şeriatla yönetilen Osmanlı'yı örnek gösteren Ömer Ulu, 600 yıl dünyaya hüküm sürmüş asil bir atanın torunlarıyız, dolayısıyla "aslında biz ‘Kaybettiğimiz şeyi' arıyoruz.." ifadelerini kullandı.. Özellikle gençlerin hedef gösterildiği çalıştayda, Allah'ı kalplerinde hisseden din adamlarının 'ruh doktoru' olmaları gerektiği de önerildi.İktidarın, “dindar nesil” hedefine karşın gençler arasında yaygınlaşan eleştiri ve farklı yaklaşımların önünü kesmek için din adamlarının devreye sokulması önerildi. Cumhuriyet Gazetesi’nden Ozan Çepni’nin haberine göre; MEB ve Diyanet’in ardından Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) gençlerin “ruh sağlığına” yönelik çalıştayında İçişleri Bakanlığı adına Kaçakçılık İstihbarat Harekât ve Bilgi Toplama Dairesi (KİHBİ) Daire Başkanı Ömer Ulu sunum yaptı. “Ateizm, deizm, Tengricilik” düşüncesinin “kötü alışkanlık” olduğunu vurgulayan Ulu, din adamlarının “ruh doktoru” olmasını önerdi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” tanımı unutularak farklı gruplar tarafından bir yandan şeriat içerikli çalıştaylar düzenlenirken diğer yandan da devlet kurumlarının deizm karşıtı mücadelesine YÖK de katıldı. YÖK’ün “Gençlik Ruh Sağlığı Çalıştayı”nda gençlerin farklı inanç ve düşünce yönelimleri için skandal değerlendirmeler yer aldı. "İMAMLAR RUH DOKTORLARI OLSUN" Çalıştayda Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Gazi ve Boğaziçi gibi üniversiteler ile derneklerin yanı sıra Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı temsilcileri yer aldı. Kötü alışkanlıklardan uzak, sağlıklı bir hayatın inşa edilmesinde din adamlarının çok önemli bir rolü olduğunu belirten Ulu’nun “manevi açıdan” boşluğa düşen gençleri bekleyen en önemli tehlikeler olarak, “Ateizm, deizm, pagancılık, Tengricilik, uyuşturucu vb. kötü alışkanlıklardır” dedi. Ulu’nun sunumu İçişleri Bakanlığı’nın farklı inanç yorumlarına yaklaşımını gözler önüne serdi. "600 YILLIK ASİL BİR ATANIN TORUNLARIYIZ" Din adamlarının kendilerini sorgulayarak “Allah’ı yeniden ruhlarında hissedecekleri şekilde öğrenmeleri” gerektiğini belirten Ulu, “Din adamları esasen insan ruhunun doktoru olmak durumundadır” önerisinde bulundu. Ulu’nun sunumundaki, “Bizler 600 yıl gibi uzun bir süre dünyaya hükmetmiş, yukarıdaki değerleri, geniş bir coğrafyaya yaymayı başarmış asil bir atanın torunlarıyız. Dolaysıyla aslında biz ‘Kaybettiğimiz şeyi arıyoruz’” ifadeleri de dikkat çekti. ‘TENGRİCİLİK DEİZME DENK DÜŞÜYOR’ İlahiyatçı yazar Cemil Kılıç, OdaTV’ye yaptığı değerlendirmede Tengriciliğe ilişkin şunları kayetmişti: “Bilindiği üzere Tengri sözü, Köktürk Yazıtlarında, Divanı Lügatit Türk’te ve başka pek çok Türkçe kaynakta geçiyor. Allah anlamına gelen bu sözcükten türeme Tengricilik tabiri ise, eski Türk inançlarının güncel bir ifadesi ve hatta güncel bir formu olarak deizme denk düşüyor. Bu bağlamda Tengriciliği bir nevi ‘Türk Deizmi’ olarak adlandırabiliriz.” Erdoğan ilk 'şeriat kanununu' yayımladıAKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Din, kişinin hayatına nüfuz etmezse, kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirir. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket edeceğiz..' sözü yaşama geçirildi ve Kuranıkerim’den ayetler, Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan şeri bir karar Resmi Gazete’de yayımlandı.AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla İlk şeri kanun Resmi Gazete'de yayımladı Karar ile faizsiz finans kuruluşları denetçileri için belirlenen etik kurallar, fıkhi (İslam hukuk kuralı) hükümlere bağlandı. 14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de, Kamu Gözetim, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun 12 Aralık 2019 günü aldığı “Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar” kararı yayımlandı. Cumhuriyet Gazetesi'nden Işık Kansu'nun haberine göre; Kuranıkerim’den ayetler, Hz. Muhammet’in hadis-i şeriflerinden, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarından alıntılar yapılan kararın giriş bölümünde, “muhasebenin, İslam dininin farz-ı kifaye (yapanın sevabını aldığı, tümden yapılmadığı durumda toplumun tümünün sorumlu olduğu yükümlülük) olarak gerekli kıldığı mesleklerden” sayıldığı kaydedilerek, şöyle denildi: “Adil olma kavramı (adalet), Kuranıkerim’de birçok ayette geçmektedir. ‘Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlarına yardım etmeyi emreder’ ve ‘Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...’ "HALİFELİK İLKESİ.. TAKVA... ALLAH'A HESAP VERME" Adalet kavramının muhasebe felsefesinde ‘önyargı taşımama’ olarak bilinen bir karşılığı da vardır. Muhasebe ve denetim standartları ilkesel olarak bu kavramın hayata geçirilmesine öncülük etse de adalet esasen etik bir değerdir. Bu sebeple mesleki görev ve hizmetlerini yerine getirirken denetçilere gösterecek etik kurallara ihtiyaç bulunmaktadır.” Kararda, fıkhi ilke ve kuralların, bu etik kurallara, amaçları bakımından diğer tüm nedenler üzerinde, sürekli ve değişmez dini kaynaklı potansiyel bir yaptırım gücü sağladığı belirtilerek, denetçiler için etik ilkelerin dini dayanakları sıralandı. Bu dayanaklar arasında “insanın yeryüzündeki halifeliği ilkesi, ihlas (ibadette içtenlik), takva (Allah’tan korkma), Allah’a hesap verilecek” olması yer aldı. "ALLAH-U TEÂLÂ SİZİ İZLİYOR VE KIYAMET GÜNÜ HESAP VERECEKSİNİZ" Mesleki yeterlik ve özen ilkesine dayalı etik davranış kuralları da tanımlanırken, “Denetçi, mesleki görev veya hizmetlerini özenle ve düzgün biçimde yerine getirirken Allah-u Teâlâ’ya, topluma, mesleğine, müşterisine ve kendisine karşı sorumlu olduğu” denildi. Bir başka kurala göre de; denetçilere, Allah-u Teâlâ’nın kendisini sürekli izlediğinin ve kıyamet gününde hesap vereceğinin bilincinde olması zorunluluğu getirildi. HAYATI DİNLEŞTİRME “Din, kişinin hayatına nüfuz etmezse, kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket edeceğiz.” KAZAN: KURALLAR LAİK CUMHURİYET’E UYMALI *** Şeriat hukukuna mı geçtik: 'Başörtüsü ilahi emir değil' sözüne soruşturmaİlahiyatçı yazar ve TELE1 programcısı Cemil Kılıç, Twitter hesabından savcılığın kendisine açtığı soruşturmayı ‘Şeriat hukukuna geçtik de bir tek benim mi haberim yok?!’ diyerek eleştirdi.11.7.2019 İSAR (İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı) 21-22 Aralık’ta İstanbul’da “Tıbbi Konularda Fetva Verme Metodolojisi ve Zorluklar” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Toplantının çıkış amacı, yüzde 96 çoğunluğunu oluşturan Müslümanların değerler sistemi açısından tıp alanındaki uygulamaları değerlendirmedeki sorunları ortaya koymaktı. İSAR benzeri sempozyumları on yıldır gerçekleştiriyor. Fakat bu yılki sempozyum hem yazılı hem de sosyal medyanın gündemine oturdu. Cumhuriyet gazetesi sempozyumu ‘Şeriat çalıştayı’ başlığıyla sayfalarına taşırken, sosyal medyada ‘Din tıbba alet ediliyor’ mealinde tweet’ler atıldı. Türk Tabipler Birliği sempozyum hakkında yayınladığı bildiride işi bir adım daha ileriye götürüp meseleyi ‘gericiliği körüklemek’ olarak değerlendirdi. Şimdi sempozyumun organizatörlerinden Alman Etik Konseyi Üyesi Prof Dr. İlhan İlkılıç haklı olarak soruyor: “Bu tip sempozyumlar dünyanın en gelişmiş ülkenin kurumlarında ve en iyi üniversitelerinde devamlı düzenleniyor. O zaman Harvard, Oxford, Stanford gibi üniversiteler de devamlı gericiliği körüklüyor?” İSAR’ın tıp ve ahlak çalışma grubu ne zamandır faal, neyi amaçlıyor ve bugüne dek bu alanda ne kadar yol kat etti? İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı (İSAR) Tıp ve Ahlak Çalışma Grubu 10 yıldan beri çalışmalarını sürdüren, disiplinler arası konseptle çalışan bağımsız bir sivil toplum örgütü. Çalışma alanlarımızı tıbbi uygulamalardaki etik sorunlar ve ülkemizin sağlık politikalarındaki problemler teşkil ediyor. Bu alanlarla ilgili ulusal ve uluslararası birçok bilimsel sempozyum ve çalıştay gerçekleştirdik. Bu toplantılarımızda hem ülkemizin farklı kurumlarında başarılı görev yapan, hem de uluslararası bilim dünyasında saygın yer edinmiş birçok bilim adamını misafir ettik. Bu bilimsel toplantıların çıktılarını sonuçlarını kitaplaştırdık. Buradaki amaç giderek kompleksleşen tıp alanındaki uygulamaların hukuki, dini, sosyal, etik ve felsefi boyutlarını kavramak, bu uygulamalar sırasındaki sorunları işin uzmanlarıyla tartışıp, eleştirel düşünme kabiliyetini kazanmak. Bu bağlamda ülkemizde yeni ve benzeri olmayan bir konseptle çalışıyoruz. Son çalıştayınız sanırım bugüne kadar görülmemiş bir ilgiyle karşılandı. Bunun da özel bir sebebi var: Cumhuriyet gazetesi bir toplantı hakkında ‘Şeriat Çalıştayı’diye bir başlık kullandı ve yanında da sizin sempozyumunuzun başlığını verdi. İlk tepkinizi merak ediyorum, başlığı okuduğunuzda ne hissettiniz? Zamanım yettiği kadar bazı gazeteleri takip etmeye çalışıyorum. Cumhuriyet gazetesinin başlığının altında bu ibareyi görünce doğrusu ilgimi çekti ve baktım. Bu başlığın aslında başka bir çalıştayla ilgili olduğu ama bizim sempozyumumuzun başlığıyla da kolaj yapıldığını fark ettim. İç sayfalarda ise alanında dünyanın en iyi isimlerini kazandığımız ve bu konularda Türkiye'de hazırlanmış en kaliteli ve kapsamlı bir bilimsel sempozyum hakkında yazı vardı. Cumhuriyet gazetesinin bu kolajı beni hem şaşırttı hem de Türkiye'deki gazetecilik mesleğinin ulaşmış olduğu seviyesizliği göstererek beni utandırdı. Eğer gazeteci olarak bir sempozyum hakkında haber verecekseniz ya o sempozyumu izlersiniz ya da bu faaliyeti düzenleyen kişilerden önceden bilgi alırsınız. Eğer bunu yapmıyorsanız mesleğinizin temel kurallarını ve etik ilkelerini ayaklar altına alıyorsunuz demektir. Etik ve bilimsel bir sempozyum daha gerçekleştirilmeden ‘şeriat geliyor’ şeklinde bir tepki vermek aslında temelde bir bilim dışılık içeriyor. Bunu nasıl değerlendireceksiniz? Ben bu güzel ülkeyi 30 yıl önce doğru düşünmeyi öğrenmek için terk ettim. O zamanlar 12 Eylül askeri darbesinin artçı dalgaları ülkenin her kurumunda ve yaşamın her alanında hissediliyordu. Türkiye'deki insanların dünyasında sadece siyah ve beyaz renkler vardı. Diğer renkler, siyah ve beyaz arasındaki ara tonlar yoktu. Bu tonların var olmasına da müsaade edilmiyordu. Takdir edersiniz ki böylesi bir atmosferde eleştirel bir düşünceyle doğruyu aramak ve doğru düşünmeyi öğrenmek mümkün olamaz. Dolayısıyla Türkiye'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimimi tamamladıktan sonra Avrupa ve Amerika'nın en saygın üniversitelerinde felsefe, şarkiyat, doğu dilleri filolojisi alanlarında lisans eğitimi aldım, araştırmalar yaptım. Felsefe, etik ve tıp etiği alanlarında mastır, doktora ve habilitasyon çalışmaları yaptım. Sempozyumumuzla ilgili belli gazetelerin yaptığı haberler ve sosyal medyadaki yorumlara baktığımda bazı kesimlerde entelektüel anlamda bir arpa boyu dahi yol kat edilmediğini gördüm. Bahsettiğim medya etiğinin temel ilkelerinin çiğnenmesinin yanında burada bilimsel anlamda da bir garabet ve akıl tutulması var. Pozitif bilimler bilgi üretirler ve bu bilgiler zaman içerisinde insan hayatında teknolojiye dönüşür. Bu bilgilerin ne anlama geldiğini ve teknolojinin uygulamasının ahlaki değerlendirmesi ise pozitif bilimlerin alanına girmez. Bu konular sosyal ve beşeri bilimlerin konusudur. İşte teknolojinin bize sunduğu imkanları insanın faydası doğrultusunda kullanmak için sosyal ve beşeri bilimlere ihtiyaç vardır. Bugün gelişmiş ülkelerde hem hukuk hem de biyoetik alanındaki tartışmaların en anlamlı sorusu şudur: 'Teknolojik olarak muktedir olduğumuz her şeyi yapmak hukuken ve ahlaken doğru mudur?' İşte bu soru da sadece herkesin kendi inançları ve değerler sistemi açısından cevaplandıracağı ve cevabını laboratuvarlarda bulamayacağı bir sorudur. Eğer bir kişi entelektüel anlamda hala 19. yüzyılın pozitivizminde yaşıyorsa, bu kişiye yardım etmemiz maalesef mümkün değil. Batı’da artık böylesi iddialara gülüp geçmekteler. Türk Tabipler Birliği de bir bildiri yayınladı. Burada da şaşırtıcı ifadeler var… Gazete ve siyasilerin kendi ideolojileri doğrultusunda bazı konulara mal bulmuş mağribi gibi atlamaları ve bu haberlerle rant peşinde koşmaları ahlaken doğru olamasa da bu durum onların zaviyesinden bakıldığında ve Türkiye'deki seviye göz önüne alındığında çok şaşırtıcı değil. Çünkü bu tip insanlar bu tip faaliyetlerden besleniyor. Fakat Türk Tabipler Birliği gibi saygın bir mesleğin mensuplarını temsil eden bir meslek kuruluşunun bir gazete haberini veya sosyal medyadaki yorumları esas alarak ve bilimsel sempozyum yapılmadan ve de bu sempozyumu düzenleyenlerle görüşmeden bir bildiri yayınlaması doğrusu anlaşılır bir şey değil. Bu bildiride hem bilgi olarak yanlışlar var hem de ontolojik, epistemolojik, tıp etiği ve hekimlik ahlakı açısından büyük hatalar ve tutarsızlıklar var. Herhalde bunlara burada tek tek değinmemiz zaman açısından mümkün değil. Yine de söylediklerimizi ispat için bir iki örnek verelim. İlgili bildiride başlık şöyle: 'Tıbbın kaynağı fetvalar değil, bilimsel bilgidir!' Bizim sempozyumumuza istinaden bu başlık atıldığına göre, burada bizim -ki organizasyonu düzenleyenlerin yarısı hekimdir- tıbbın kaynağının fetvalar olduğunu kabul ettiğimiz iddia ediliyor. Aynı zamanda sempozyumda sunulacak bildirilerde ya da çıkacak neticelerde tıbbın kaynağının fetvalar olması gerektiği tezinin ileri sürüleceği iddiası var. Bu iddia neye dayanarak ortaya konuluyor? Sempozyum henüz düzenlenmediğine göre, bu konuda düzenleyen kişilerden bir bilgi alınması gerekmez mi? Eğer tenezzül edilip bu bilgi yetkililerden alınmıyorsa ve de sempozyum izlenmeden bu bildiri yayınlanıyorsa, burada hem kasten yalan söyleme, hem de kasıtlı olarak iftira atma söz konusudur. Bu her iki davranış da hem ahlaka hem hukuka hem de insan haklarına aykırıdır. Bildiri şöyle bitiyor: 'Türk Tabipleri Birliği olarak toplumun sağlık hakkını ve demokratik hukuk sistemini yok sayan, gericileşmeyi körükleyen yaklaşımlar ve uygulamalara karşı uyarma sorumluluğumuzu yerine getiriyor(uz)...' Bu sempozyumu düzenleyen insanlar ve konuşmacıların toplumun sağlık hakkını yok saydıkları iddiası için elinizdeki deliller ve gerekçeler nedir? Gericileşmeyi körüklemek ne demek? Bu tip sempozyumlar dünyanın en gelişmiş ülkelerinin kurumlarında ve en iyi üniversitelerinde devamlı düzenleniyor. O zaman Harvard, Oxford, Stanford gibi üniversiteler de devamlı gericiliği körüklüyor. Saygın bir mesleği temsil etme iddiasında olan ve üyelerinin hem siyasi olarak hem de dünya görüşü olarak heterojen bir yapıya sahip olduğu bir kurumun böyle amatörce, hatalı ve artık bilim felsefesinde ve etikte yeri olmayan bir çıkışını anlamak mümkün değildir. Bu ülkede hiçbir kurumun bir başka kişi ve grup hakkında yalan söyleme, iftira etme ve onlara hakaret etme hakkı yoktur. Eğer bu kurum güvenilirliğini ve saygınlığını yitirmek istemiyorsa bir tekzip yayınlamalı ve özür dilemelidir. Ben aynı zamanda Alman Etik Konseyinin ve Alman Tabipler Birliğinin Merkez Etik kurul üyesiyim. Orada yayınladığımız her bildiri, her raporun her cümle ve kelimesi defalarca tartışılıyor ve yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek bir şekilde tashih edilerek yayınlanıyor. Herhalde aynı şey Almanya'da olsaydı ilgili kurumun başkanı ve bu yayından sorumlu kişiler istifa etmek zorunda kalırdı. Evet siz aynı zamanda Alman Etik Konseyi üyesisiniz. Almanya’da bu alanda yaptığınız çalışmalar nasıl değerlendiriliyor? Sekiz yıldan beri Alman Federal Meclis Başkanının atamasıyla Alman Etik Konseyi üyeliğimi yürütüyorum. Alanında dünyanın en iyilerinden olan bu konseyde görev yapmaktan şahsım ve ülkem adına gurur duyuyorum. Burada uzmanı olduğum tıp etiği ile ilgili alanlar dışında göçmenler ve Müslümanların sağlık sorunları ile ilgili bilimsel katkılar sunuyorum. Prensip olarak genelde sağlık konuları ile ilgili düzenlediğimiz bütün toplantılar disiplinler arası ve bunların çoğuna teologlar da konuşmacı olarak davet ediliyor. Yayınlayacağımız raporlarda ve bildiri şeklindeki tavsiyelerde mutlaka üç monoteist dinin görüşleri değerlendiriliyor. Zaten konseyimizde üç tane teolog mevcut. Bu arada konsey başkanımız da bir teolog. Eğer aynı şey bizim ülkemizde olsa bazı gazetelerin atacağı manşetleri, sosyal medyadaki tepkileri ve belli kurumların yayınlayacağı bildirinin başlığının ne olacağını tahmin etmek zor değil. Diyanet İşleri Başkanlığının fetva makamına gelen sorular içerisinde tıp ile ilgili olanların oranı nedir ve bu sorular hangi mahiyettedir? Bu konudaki tam rakamları bilmiyorum. Lakin sorulan soruların önemli bir kısmının tıp konularında olduğunu ve bu konuda birçok açıdan zorluklar yaşandığını biliyoruz. Hatta bu sorunuzu direkt olarak analiz eden sempozyumumuzda bir tebliğ vardı. Dini önemseyen ve inandığı dinin değerler sisteminin ahlaki değerlendirmesi konusunda kendisini bilgi düzeyi olarak yetersiz hisseden dindar kişi bu konuda bu makama danışıyor ve bilgi alıyor. İslam dinine göre belli bir metotla verilen bu tavsiyeye soru sahibi ister uyar, isterse uymaz. Bu o kişinin bileceği bir şey. Ayrıca aynı durum hem Hıristiyanlık dininde, hem de Yahudilikte var. Hıristiyan kiliseleri Avrupa ülkelerinde tıp etiği açısından ülkede tartışmalar olduğunda belli bir görüşü ve davranış şeklini önceleyen bir bildiri yayınlıyor. Eğer tıpla ilgili bir seküler veya laik devlet bir kanun yapacaksa mevcut dini gruplardan görüş alıyor. Hatta Almanya'da Organ Nakli kanunu yapılmadan önce parlamento Müslümanların da görüşünü almıştı. Yine Alman Embriyoyu koruma kanunun ruhunda Katolik kilisesinin bu konudaki dini görüşleri vardır. Medeni olmanın gereklerinden olan bu davranışlar dünyanın gelişmiş ülkelerinde sorun olmazken, bizim ülkemizde neden halkın sağlığını tehdit ediyor ve gericiliği körüklüyor doğrusu anlamak mümkün değil. Düzenlemiş olduğunuz sempozyumun ülkemiz açısından ne gibi çıktıları oldu sizce? Bir kere bu toplantının çıkış amacı bu ülkenin yüzde 96 çoğunluğunu oluşturan Müslümanların değerler sistemi açısından tıp alanındaki uygulamaları değerlendirmedeki sorunları ortaya koymaktı. Diğer taraftan bilgi, metot ve felsefi boyutu olan sorunları birbirinden ayırt etmek ve bunlar için ahlaken kabul edilebilir, mevcut hukuk açısından meşru ve pratik açıdan uygulanabilir çözüm yollarını bilimsel verilerle tartışmaktı. Bu amaçlarımıza sempozyum sayesinde ulaştık. Gerek alanında dünyada söz sahibi olan ve dünyanın dört bir yanından gelen uzmanlar, gerekse sempozyuma katılan yaklaşık 400 civarında katılımcı toplantıdan bu anlamda çok istifade ederek ayrıldı. Diğer taraftan bu sorunların mahiyetinin ve içeriğinin, halkı Müslüman olan diğer ülkelerdeki görüşler ve argümanlarla karşılaştırma imkanımız oldu. Bu konuları eleştirel bir platformda analiz ettik ve tartıştık. Sorunların daha kolay çözülmesi için birbirimizden neler öğrenebileceğimizi araştırdık. Dolayısıyla tamamen bilimsel ve metodoloji ağırlıklı bir toplantıydı. Buna rağmen iki gün boyunca çok sayıda konunun uzmanı olmayan ve özellikle de genç üniversitelilerden oluşan katılımcılar oldu. Eğer bu insanları sorgulamaya ve eleştirel düşünmeye teşvik etmiş ve yönlendirmişsek -ki ilk aldığımız geri bildirimler bu doğrultuda - amacımıza ulaşmışız demektir. Bu arada basılı ve sosyal medyada iddia edildiği gibi hastaları fetvayla tedavi etmeye uğraşmadık, kimseye hacamat yapmadık, sülük dağıtmadık ve apandisinin patladığında hangi müftüye gidilmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmadık. Sempozyum vesilesiyle sizlere geçtiğimiz hafta yalan haberlerle iftira eden, önyargılarla hakarete varan saldırılarda bulunan kişi ve kurumlara tavsiyeleriniz neler? Onlara ilk tavsiyem 'Yaşasın düşünce özgürlüğü ve yaşamasın benim gibi düşünmeyenler' mottosundan vazgeçmeleri. Eğer tamamen vazgeçemiyorlarsa bu mottonun sadece bir bölümünü tercih etmeleri. Çünkü et yiyen vejetaryen olmaz. Kimsenin bir diğer dine girmek ya da herhangi bir ideolojiyi kabul etmek zorunda olmadığını artık 21. yüzyılda kabul edelim. Sağlık Hizmetleri alanında tabii bilimlerin, sosyal bilimlerin ve beşeri bilimlerin fonksiyonlarının ve alanlarının aynı olmadığını artık öğrenelim. Kendimiz gibi düşünmeyen ve yaşamayanlarla aynı haklara sahip olduğumuzu ve insanlık şerefinden ve onurundan dolayı normatif olarak aynı değerde olduğumuzu içselleştirelim. Bir de izlemediğimiz ve içeriğini bilmediğimiz bilimsel toplantılar hakkında değer yargısı, şikayet, mesnetsiz itham ve iftira içeren yazılar, yorumlar ve bildirilerden artık vazgeçelim. Tek amacı bu ülkenin insanları için faydalı şeyler yapmak olan ve bu amaç için hiçbir para, makam ve mevki beklentisi olmadan gece gündüz çalışan güzel ve değerli insanları incitmeyelim. Bütün bu tavsiyelere uyarsak eminim bu ülke daha güzel olacak. Prof. Dr. İlhan İlkılıç tıp doktoru ve felsefe doktorudur. Alman Etik Konseyi ve Alman Tabipler Birliği Merkez Etik Kurulu üyesi olan İlkılıç halen İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı başkanlığını yürütmektedir. Diyaten'ten Şeriat çalıştayı Hazırlığı
|
997 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |