• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/index.php?stype=lo&lh=Ac8dWUoq1V36L4Hy
  • https://twitter.com/
Ö/K Facebook

Ö/K Twitter


Ö/K You Tube
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.425434.5633
Euro36.250536.3957
Saat
Takvim
GAZETE
Önce Kültür/Yazarlar
Gazeteler
Türkçe Müzik
Yabancı Müzik
Sinema
TV YAYINLARI
A24 Gayrimenkul

Tarih/Belgesel
İstanbul: Fatih Aldı, Vahdettin Kaybetti, Atatürk Kurtardı  


Bennett'in Mustafa Kemal'e Suikastle Görevlendirdiği İngiliz Ajanı Mustafa Sagir'in 1921'de Ankara'da Yakalanışı


Türk Devrimi'ne Karşı İngiliz Palavralarına Özgün Belge ve Bilgilerle Yanıtlar


II. Abdülhamid Dönemi'nin Bilinmeyenleri - 1. Bölüm


II. Abdülhamid Döneminin Bilinmeyenleri - 2. Bölüm


Harf Devrimi'nin Yerli ve Milli Kökleri, 1. Bölüm


Harf Devrimi'nin Yerli ve Milli Kökler-2


1945'ten Günümüze, Ulus-Devlet'e yönelik Etnik Bölücülüğe Meşruiyet Sağlayan İç ve Dış Odaklar


Küreselci Emperyalizmin Ulus Devlet Düşmanlığı, Etnik bölücülük ve Tek Dünya Devleti Düşleri


"Hilafet İngilizlerin İsteğiyle Kaldırıldı" Yalanını Çürüten Belgeler-1


"Hilafet İngilizlerin İsteğiyle Kaldırıldı" Yalanını Çürüten Belgeler-2


Atatürk'e ve Türk Tarih Tezine Kafatasçı Irkçılık Suçlaması Yapanlara Yanıt


Belgelerle 1925 Şeyh Said İsyanı
Musul Sorunuyla İlgisi | 1924 Ağustos Nasturi Ayaklanması l Şeyh Said İsyanı ve Hilafet |Türk Ordusu İçinde Örgütlenmiş Ayrılıkçı Kürt Kökenli Subaylar ve Gizli Azadi Örgütü | Seyit Abdülkadir ve Suçortaklarının İngiliz Ajan Mr. Templeton Olarak Tanıdıkları İstihbaratçıyla İlişkileri | Bastırılmasında Ordumuzun Yanında Yer Alan Bölge Aşiretlerinin Çabaları | Şeyh Said'in Hilafet Propagandasına Karşı, Adalet Bakanı Seyid Bey'in Onbinlerce Bastırılan Hilafetin Kaldırılması Konulu Kitapçığının İsyan Bölgesinde Dağıtılması | İsyancılardan Biri Bağırıyor: "Yaşasın Kürtlük!" İdamı İzleyen Diyarbakır Halkı Topluca Haykırarak Ona Yanıt Veriyor: "Yaşasın Cumhuriyet!" | Rauf Orbay: "Şeyh Said,.. 1914'te de Devlete Karşı İsyan Etmiş, Rus Konsoloshanesine Sığınmış, 1. Dünya Savaşı Arifesinde Rusya Hesabına Çalıştığı Sabit Olmuş, Müseccel (Sabıkalı) Bir Mahluktu.


Barzani aşiretinin emperyalizm ve siyonizm ile ilişkileri; Atatürk'e ve Türkiye'ye ve Türklüğe Düşmanlığı-1


Barzani aşiretinin emperyalizm ve siyonizm ile ilişkileri; Atatürk'e ve Türkiye'ye ve Türklüğe Düşmanlığı-2


"Ilımlı İslam" ve "Siyasal İslam" projesinin; belgeleriyle tarihsel kökenleri

- Türkiye'nin NATO'ya üyelik başvurusuyla ilgili gizli görüşme tutanakları
- Kimler neden ve nasıl Atatürk İlkeleri'ni hedef aldı?



31 Mart 1909 Asker Ayaklanması


Türkiye'ye yönelik psikolojik savaş yöntemleri



Milli Mücadele'ye Karaçalanlar 7. Bölüm:
Necip Fazıl Kısakürek ve Büyük Doğu dergisinde C.R.Atilhan, Nihal Atsız, Rıza Nur makaleleri.


Milli Mücadele'ye Karaçalanlar 8.Bölüm: 
"N.F.Kısakürek ve C.R.Atilhan'ın M.Kemal'e Suriye Cephesinde İngiliz Ajanlığı ve İhanet İftirası.

Amerikan Kültür Emperyalizmi ve 1949 Fulbright Antlaşması...
-Türk Eğitim Sistemi ABD ve CIA güdümüne nasıl sokuldu?
-İkili antlaşmanın 13.03.1950 tarihinde yapılan Meclis görüşmesinde hangi vekiller evet oyu verdi, hangi vekiller oturuma katılmadı ?
-TBMM'de kabul edilen antlaşmanın gerekçesi neydi ?
-Fulbright burs programında CIA'nın örtülü operasyonlarına ilişkin itiraflar ve belgeler.



Suriye'de yaşananlar BOP'un bir sonucu mu?


Tunceli harekatına yönelik iftiralara yanıtlar


Türkiye'ye yönelik "Dersim İftirasına" yanıtlar


Türkiye,1990 sonrası hangi odaklarca, niçin ve nasıl hedef alındı?


1945-1990 arası ABD-Rusya Soğuk Savaş Dönemi; Küreselci Emperyalizmin SSCB’yi Yıkma Çalışmaları


12 Eylül’den günümüze ABD’nin Türkiye’ye biçtiği yeni rol


"Atatürk'ü Ankara'da 2 tabur işgalci İngiliz askeri selamladı" iddiasına; belgelerle son nokta


"Atatürk'ü Ankara'da İngiliz askeri selamladı" iddiasına yanıt


Cumhuriyetin yerli ve milli kökleri-Laiklik


Vahdettin'in kaleminden Milli Mücadele'ye, Atatürk'e ve Türklüğe iftiralar


Milli Mücadele'ye Karaçalanlar: Rıza Nur


Rıza Nur; Nihal Atsız; Kadir Mısıroğlu İlişkileri

Milli Mücadele'ye Karaçalanlar, 11. Bölüm
Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü'ye yönelik iftiralar, kimlerce ne zaman başlatılmış; nasıl yayılmıştır



Kazım Karabekir'den Fevzi Çakmak ve Atatürk'e iftiralar


Kazım Karabekir'in Suçlamalarına Atatürk'ün Verdiği Yanıtlar


Karabekir - Atatürk Düellosu - 1933 - Özgün belgelerle


Karabekir - Atatürk Düellosu-2


Karabekir - Atatürk Düellosu-3


Kazım Karabekir'in Atatürk'ün ölümünden sonra yönlettiği suçlamalar ve yanıtları


Karabekir'den Atatürk ve Yakın Çevresine Müslüman Türkleri Hristiyanlaştırma suçlaması


K.Karabekir'in Atatürk'e: Türkiye'yi Bolşevik yapacaktı, Amerikan Mandası yapacaktı, Halife olacaktı vs. iftiraları ve Birincil Kaynaklardan Özgün Belgelerle Çürütücü Yanıtlar.


Atatürk'e yönelik "İngiliz ajanı" iftirasına belgelerle yanıtlar


Vahdettin neden kaçtı ? Çoğunu ilk kez göreceğiniz belgelerle...


Vahideddin'in ABD, İngiltere, Fransa devlet başkanlarına gönderdiği mektuplarda, bildirilerinde ve anılarında Türklüğe yönelttiği iftiralar ve "Vahideddin dünyanın en dürüst adamıydı, hazinesini götürmeyip millete bıraktı" yalanını çürüten gerçekler

1-TBMM Gizli Oturum Tutanaklarında Vahideddin.
2- G. Jeaschke'nin "Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri" ve "Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi"ndeki yalan, yanlış vs. uydurmalarıyla Vahideddin'in kaçışına ilişkin gerçeğe aykırı iddialar



Rıza Nur ve K.Karabekir'in, Atatürk'e karşı söylem ve eylem birliği


27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi - Amerika


19 Mayıs

"Üçler Misakı" nedir?
Milli mücadele tarihimizde nasıl bir yere sahiptir?
Kimler tarafından imzalanmıştır?
Kimler tarafından; ne zaman ve nasıl çarpıtılmıştır?



Üçler Misakı - Milli Mücadele Kararı - Fevzi Paşa, Cevat Paşa, Mustafa Kemal Paşa
19 Mayıs Devlet Operasyonu , "Erenköy Konseyi" uydurmaları ve karartılan "üçler misakı" gerçeği...



Osmanlı Devleti l. Dünya Savaşı'na niçin ve nasıl girdi?


l. Dünya Savaşı'nda, gizli anlaşmalar ışığında; İttihat-Terakkiı, Atatürk ve Almanya arasındaki ilişkiler, çelişkiler, çatışmalar


Müttefik sanılan Alman İmparatorluğu'nun Osmanlı İmparatorluğu'nu sömürgeleştirme ve parçalama planları


Atatürk'ün "Türk Tarih Tezi"
Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa'da varolmuş Türk medeniyetleri



30 Ağustos Zaferi


Lozan Antlaşması'na yönelik iftiralara, çoğunu ilk kez göreceğiniz, özgün belge ve bilgilerle yanıtlar



İngiliz meclisi Lozan'ı onaylamak için niçin yaklaşık 1 yıl bekledi?

'Erdoğan ve Gül, AKP kurulurken Pensilvanya'yı ziyaret etti'

Gülen'in konuşmalarının yayınlandığı Herkul.org sitesinin editörü Osman Şimşek, 2000’li yılların başında AKP’nin kuruluş aşamasında, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Pensilvanya’ya gelerek Fethullah Gülen'i ziyaret ettiğini söyledi. "Erdoğan yaşadığımız yeri görmüş; kahvemizi içmişti" diyen Şimşek, "Hatta o gün musluklarımız bozuktu; bizimle beraber bahçedeki hortumdan abdest almıştı. Yine aynı dönemde Abdullah Gül de teşrif etmiş; hâlâ bizi bağrına basan evimizde, yaşantımıza şahit olmuş ve bizimle aynı safta namaza durmuştu" ifadelerini kullandı.

Şimşek, 'Erdoğan'ın Pennsylvania Ziyareti ve 2006'daki Mektup' başlıklı yayımladığı yazısında, Gülen'in 2006 yılında Erdoğan'a ikaz niteliğinde bir mektup yazdığından bahsederek, mektupta Gülen'in Erdoğan'a, "Necip Fazıl’ın merhum Adnan Menderes’e ifadeleri çerçevesinde “Ya ol, ya öl; ama mutlaka itibarlı kal!” düşüncesi istikametinde -böyle bir istikametten sizi alıkoyan Çankaya, hatta dünya devlet başkanlığı bile olsa- kendiniz olarak kalmanızın hem Zât-ı âliniz hem de milletimiz için hayati önem taşıdığını söyleyebilirim” dediğini belirtti.

İşte Osman Şimşek'in yazısı ve bahsi geçen o mektup:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi dost canlısı, diyalog aşığı, kapısı herkese açık ve tanışıp kaynaşmaya taraf bir insandır. Senelerdir her renk, her desen ve her meşrepten insan onu ziyaret eder; yemeğini yer, çayını içer. Hayatın her kesiminden çok çeşitli ziyaretçiler gibi herhangi bir partiye mensup kişiler de rahatlıkla onun kapısını çalıp misafiri olurlar. Kim hangi niyetle gelirse gelsin, Hocaefendi misafirlerini dinler, onların düşüncelerine değer verir; fırsatını bulursa, kendi mülahazalarını da seslendirir.

2000’li yılların başında AKP’nin kuruluş aşamasında, Recep Tayyip Erdoğan da Pennsylvania’ya gelmiş; yaşadığımız yeri görmüş; kahvemizi içmişti. Hatta o gün musluklarımız bozuktu; bizimle beraber bahçedeki hortumdan abdest almıştı.

Yine aynı dönemde Abdullah Gül de teşrif etmiş; hâlâ bizi bağrına basan evimizde, yaşantımıza şahit olmuş ve bizimle aynı safta namaza durmuştu. Dahası sayın Gül’ün geleceği gün muhterem Hocamız şöyle buyurmuştu: “Abdullah Bey dostumuzdur. Dosta karşı tekellüf saygısızlık olur. Anadolu insanı farklı muameleden rahatsızlık duyar. Yemeği ortak soframızda ikram edelim, sohbetimizi aynı salonda sürdürelim!”

Devlet, Servet ve Şehvet

Kıymetli Hocamız o zaman ve daha sonra imkan nisbetinde misafirlerimize yeni teşebbüslerinde muvaffak olabilmeleri için mutlaka birleştirici bir söylem ve aksiyona sarılmaları, halkın genelini kucaklamaları, merkezi tutan bir anlayışa bağlı kalmaları ve nefret ettirici değil hep sevdirici bir üslup takip etmeleri gerektiğini anlatmıştı. Ülkemizin ikbal ve istikbali için manevi buudlu demokrasi, içe kapanma yerine dünyaya açık olma, yüzünü Batı’ya dönmekle beraber müslümanların çoğunlukla yaşadıkları coğrafyalarla da sıkı münasebette bulunma; şeffaf ve hesap verebilir bir devlet anlayışı tutturma ve insan haklarına sonuna kadar saygılı bir anayasa yapma gibi hususların lüzumunu vurgulamıştı.

AKP, ilk seçimlere girerken, işaret edilen bu hususlara sahip çıkacağını vaad etmiş; özellikle yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceği ve darbecilerden hesap soracağı sözünü vermişti. Seçim sonrasında alnı secdeli bildiğimiz onca insanı mecliste bir arada görünce inşiraha ermiş; verilen sözlerin yerine getirileceğine ve ülkemizin devletler muvazenesinde hak ettiği yere yürüyeceğine dair ümide kapılmıştık. Nitekim, AKP iktidarının ilk yıllarında söz konusu vaatlere uygun hareket edildiğini görmüş ve heyecanlanmıştık.

Ne var ki, çok geçmeden garip haberler dolaşmaya başlamıştı kulaktan kulağa:

Atmosferine uğrayan yiğitleri kılıbıklaştıran “devlet, servet ve şehvet” pek çok AKP’liyi de sarartıp soldurmuştu. Bu öldürücü hastalıklar, siyasete hizmet için girdiğini söyleyen nice mert görünümlü insanı da hazan yemiş yapraklar gibi döküp yere sermişti.

Güç ve iktidar adeta başları döndürmüş, bakışları bulandırmıştı. Güce mağlûbiyet veya kuvvetin cazibesi “bizimkiler”e de başka insanların tepelerine binme, onları ezme, sindirme ve seslerini kesme hislerini pompalamıştı. Zamanla siyasi iktidar artık toplumun başka kesimlerine karşı içine kapanmış ve dediğim dedik düşüncesiyle hareket eder olmuştu.

Servetlerine servet katma, yeni iş ihaleleri ve ticaret vesileleri yakalama hırsındaki kimseler bir hürriyet aşığı edasıyla en şeni’ zulümleri bile alkışlamaya durmuş ve birer goygoycu edasına bürünmüştü. Dahası, idarecilerin etrafı danışmanlar, özel kalemler, yakın çevrelerce kuşatılmış veya idareciler böylelerle kendilerini dar bir oligarşinin içine hapsetmiş ve halkın sesinin asıl merciye ulaşmasının önü kesilmişti. Böylece daha dün herkesin elini öpen kimseler, biraz güçlenince sadece “biz” der olmuş ve devlete hizmet aşkının yerine şahsi yatırım açgözlülüğü oturmuştu.

Üstad hazretleri, “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.” der. Mefkûresiz insanların -hele bir de masa ve kasa sahibi olmuşlarsa- Kur’ânî tabirle, kadın, evlât, yığın yığın para, araba, eşya, mevki, makam, kazanç şehvetlerine esir düşmeleri kaçınılmazdır. Nitekim, “Nice servi revan canlar / Nice gül yüzlü sultanlar / Nice cihangirler, nice hanlar” gibi pek çok “ak” siyasî de aynı marazdan dolayı kararmıştı.

Hele bir de humus, takıyye ve muta ağları bir kısım yabancı güçler tarafından ülkemizin üzerine atılınca en sarsılmaz zannedilen kimseler bile avlanmış ve elleri kolları bağlanmıştı.

Camia’yı Bitirme Planı

İşte günümüze kadar katlanarak yaygınlaşan bu çürümenin ilk neticesi 2004-MGK’da “Türkiye’de Nurculuk ve Fethullah Gülen’i Bitirme Eylem Planı”nın imzalanması olmuştu.

Daha o günlerde Camia’yı bitirme planlarının devreye sokulduğu bir fısıltı halinde konuşuluyordu. Fakat biz her şeye rağmen hüsn-ü zannımızı korumuş; bunu hükümetin bir taktiği olarak kabul etmeye çalışmıştık; zira AKP’ye böyle kara bir lekeyi yakıştıramıyorduk.

Bir sene sonra Adalet Bakanlığı’nın aniden “bireysel terör” ve “silahsız terör örgütü” gibi maddeler içeren bir taslak çalışmasına başladığını duyunca şoke olmuştuk. Hazırlanan taslak büyük tuzaklar içeriyordu. Zaman Gazetesi 8 Eylül 2005 tarihinde “TMK taslağında yer alan tedbirler sıkıyönetim dönemini hatırlatıyor” manşetiyle çıkmıştı; birkaç gün boyunca, bu taslağa göre, terör tanımının genişletileceği, herhangi bir şiddet eylemine başvurmayanların bile potansiyel suçlu haline geleceği, düşüncenin tekrar suç kapsamına alınacağı, 141, 142 ve 163 gibi maddelerin hortlatılacağı vurgulanmıştı. Zaman’ın haberleri üzerine sivil toplum örgütleri harekete geçmişti; yoğun kamuoyu baskısı akabinde AKP iktidarı hem kendini hem tabanını hem de ülkeyi yakacak tasarıyı geri çekmişti. Geri çekmişti ama bu “operasyon” hüsn-ü zan duygularının üzerine bir balyoz daha indirmişti. (İşin ciddiyetini merak edenler o günkü gazeteleri ve o tarihlerde sitemizde yayınladığımız Kırık Testi’leri okuyabilirler.)

Aynı günlerde rüşvet, ihalede usulsüzlük ve her türlü yolsuzluk haberleri de fısıltı gazetesinde ilk sıralarda yer almaya başlamıştı ve bunları en evvel, hattâ daha 2003 temmuzunda gündeme getiren de Ahmet Taşgetiren olmuştu. Hortumların vanası bir aralık kısılmış gibi gözükmüş, fakat heyhat daha sonra o hortumların sadece yönlerinin değiştirildiği anlaşılmıştı. Öyle ki, merhum Muhsin Yazıcıoğlu 2007 senesindeki konuşmasında -ki sosyal medyada çok meşhur oldu, hatırlarsanız- ta o zaman AKP’li yöneticilere “Millet sizi haramzadelerden hesap sorun diye gönderdi. Şimdi sizin altınızdan pis kokular geliyor. Sütten çıkmış ak kaşık olduklarını iddia edenlerin temizlik edebiyatına artık kimse inanmıyor.” demişti. Yine şimdi AKP cenahında yer alan Numan Kurtulmuş, “Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular.” derken, AK trollere her türlü yalan ve iftiralarında öncülük yapan Süleyman Soylu da AKP’nin bulaştığı kirleri en yüksek perdeden dile getiriyordu. Fehmi Koru ise, “Obama gibi geldiler, Bush gibi oldular” diyordu.

İşte, bir taraftan AKP’nin çizgi kaybı yaşaması bir taraftan da dindarları bitirmeye yönelik plan ve teşebbüslerin dilden dile dolaşmaya başlaması üzerine muhterem Hocaefendi bir gün “Acaba sayın Başbakan’a bir mektup yazsak, nasıl karşılar?” dedi. Bir iki gün böyle bir niyeti birkaç defa telaffuz etti; nihayet 2 Mayıs 2006 tarihinde gece yarısı mektubu yazdırdı, sabah namazında bir kere daha okuttu. Hocamızın o esnada iki büklüm oluşu, yanaklarından yaşların süzülüşü ve ellerini dua eder gibi açıp “Sen de biliyorsun Allah’ım! Sadece bir mü’min olarak ikaz vazifemi yapıyorum. Senin rızandan başka maksadım yoktur. Ahirette ‘Neden uyarmadın?’ sualiyle karşılaşmaktan korkuyorum!..” deyişi hâlâ gözlerimin önünde gibidir.

2006 Senesinde Erdoğan’a Yazılan Mektup

Hocaefendi, mektubunda yukarıda sözü edilen bir kanun ve eylem planına hükümetçe imza atılmasının sinelere zağlı hançer gibi saplandığını, o yetmezmiş gibi bir zamanlar Müslümanların başında Demokles’in kılıcı misillü duran ve onları tehdit eden 163. Madde’nin benzeri bir terör yasasının imzalanmak üzere olduğunu üzüntüyle karşıladığını dillendirmiş ve şöyle demişti:

“Esefle belirtmeliyim ki; belli bir eylem planına Hükümetçe imza atılması Müslümanların sinelerinde ciddi bir yara açmıştır. Bazı salim düşünceler, salim hissiyatlar ve salim gönüller, bunu sizin meziyetlerinize bağlayarak bir kor gibi sinelerine basıp bastırsalar da, sizi seven her kesim için aynı şeyin söz konusu olmadığı da bir gerçektir. Beni de isterseniz, tasvip edilmesi mümkün olmayan o işi zıpkın gibi sinesinde hissetse de belayı dertten âh eylemeyenler arasında düşünebilirsiniz. Şayet, bir zamanlar Müslümanların başında Demokles’in kılıcı gibi duran ve onları tehdit eden lastikli 163’ün benzeri terör yasası mevcut haliyle çıkarsa, onun da bu kronik yaraya elîm bir neşter vurma mesabesinde olacağı âşikardır.

Dahası, Türkiye’nin diğer derin bir yarası haline gelen başörtüsü meselesinde elinizin kolunuzun bağlanması ve İmam Hatiplerin kapısındaki zincirlerin hâlâ kırılamamış olması da bu problemleri çözeceğiniz hususunda size itimat edenleri inkisar-ı hayale uğratmaktadır. Bu konudaki ümitler de sönmek üzeredir; ihtimal, millet bunu büyük bir başarısızlık olarak görecek ve -hasımlarınızın da propagandasıyla- çözümsüzlüğü size fatura edecektir.”

Hocaefendi ayrıca iktidarın bazı derin çevrelerle mutabakata varıp dindarları ezme kararı aldığına dair şayianın dilden dile dolaştığını ve bunun kendi kredilerine ve itibarlarına dokunacağını anlattıktan sonra şu cümleleri eklemişti:

“Böyle bir durumdan sıyrılmanıza şartlar ve konjonktür müsaade eder mi bilemeyeceğim; ancak, sıyrılıp rahmetli Necip Fazıl’ın merhum Menderes’e ifadeleri çerçevesinde “Ya ol, ya öl; ama mutlaka itibarlı kal!” düşüncesi istikametinde -böyle bir istikametten sizi alıkoyan Çankaya, hatta dünya devlet başkanlığı bile olsa- kendiniz olarak kalmanızın hem Zât-ı âliniz hem de milletimiz için hayati önem taşıdığını söyleyebilirim.”

Kıymetli Hocamız, mektubunun sonunda bir ehl-i Hakk’ın yakaza çerçevesindeki bir müşahedesini de aktararak Başbakanın bu sözlerden gücenmemesini, yazılanları bir dost hasbihali olarak görmesini istirham ediyor ve diyordu ki:

“Yüksek bir binaya dünyaca büyük bazı insanlar giriyorlar. Onların hepsinin suratları insandan başka değişik suratlara benziyor. Siz de onların arkasından o binaya dâhil oluyorsunuz; fakat o esnada sizin simanız bildiğimiz sima ve çehreniz gayet gökçek. Bir müddet sonra herkes dışarı çıkıyor ve en arkadan da siz o siması değişmişlerin en başındakiyle el ele tutuşmuş olarak binadan ayrılıyorsunuz; maalesef simanız oldukça değişmiş ve önceki halinden çok farklı bir hal almış.

Tevil-i ehadise vakıf olduğumu söyleyemem, ancak böyle bir müşahedenin şirin görünmediği de muhakkak. Allah sizi kalbî ve ruhî hayatınız itibarıyla öyle bir su-i akıbetten muhafaza buyursun, sonra da doğru yolda muininiz olsun.

Üslup, İstiğna ve Ortak Akıl

Muhterem Hocaefendi, daha o günlerde şimdiki tenkil gayretlerinin ucunu görmüştü. Fakat, inkisarlarını ve hüzünlerini senelerce kimseye sezdirmedi; en yakınlarına dahi hükümet ve çevresiyle alakalı sözler ettirmedi. Vifak, ittifak ve uhuvveti korumaya gayret gösterdi. Bazen aracılar vasıtasıyla, kimi zaman mektup ve hediyelerle, çoğunlukla haftalık sohbetlerinde sürekli bazı mevzulara değindi, ikazlarda bulundu. (Lütfen, son üç beş senelik Bamteli ve Kırık Testi paylaşımlarını bu gözle bir kere daha inceleyin.)

Aziz Hocamız, Camia mevzubahis olunca, demokratik bir ülkede tanınması gereken haklar nelerse sadece onları dile getirdi; Hizmet şahs-ı manevîsi ya da hâdimleri için imtiyaz ifade eden hiçbir talepte bulunmadı. Her zaman ülkemizin ikbali ve milletimizin saadeti için lazım gelen hususları vurguladı. Özellikle “üslup, (kadın, mal, mevki gibi tuzaklar karşısında) istiğna ve ortak akıl” esaslarına dikkat çekti; “Ne olur, kırıcı ve bölücü bir dil kullanmayın; toplumun bazı kesimlerini hasım yerine koymayın; fertler arasına öfke ve ayrılık tohumları saçmayın!” dedi. “Allah aşkına, hizmetleriniz karşılığında maddî-manevî beklentiye girmeyin; kamu malına el uzatmayın, yolsuzluklara asla bulaşmayın, ihalelere fesat karıştırmayın; iffet ve istikâmetinizi muhafaza edin!” diye inledi. “Lütfen, dediğim dedik yanlışlığına düşmeyin; etrafınızdaki şakşakçıların sizi aldatmasına fırsat vermeyin; herkesin fikrine saygı gösterin, “istişare” müessesesini çok iyi işletin ve her zaman ortak akla önem verin!” ikazlarını serdetti.

Hemen her sohbetinde bir vesileyle bu hususlara değindiği gibi zaman zaman gönderdiği mektuplarda da aynı mevzuları nazara verdi. Maalesef, tekke adabını, ulemanın nazik üslubunu ve İslam edebini anlamadılar; “sıddık kardeşim” deniyorsa, bu ifadenin “Ben seni özü ve sözüyle doğru bir adam bildim; hüsn-ü zannımı kırma ve öyle ol!” manasına geldiğini kavrayamadılar; kavrayamadı ve güzel hitapları, hak ettikleri iltifatlar saydılar.

Allah şahittir; Hocaefendi bağırarak da anlattı sükutla da.. gece de söyledi gündüz de.. mülayemetle de dile getirdi sert bir üslupla da. Her yolu denedi. Heyhat… Bir kere devlet, servet ve şehvet ağlarına kaptırmışlardı kendilerini, onun pençelerinden kurtulamadılar.

Dünyanın Tayyip Ağabeyi Olmak Varken..

Son iki ayda müşahede ettiğimiz hadiseler ve ortaya saçılan fezlekeler/tapeler de gösteriyor ki o mektupta dikkat çekilen tehlikeler bir bir gerçekleşti. Maalesef, zaman gösterdi ki, Başbakan ne ‘ol’mayı başarabildi ne de milleti, ülküsü için ölmeden önce ölebilmeyi. Vâ esefâ.. olamadı ve soldu Başbakan. Simasındaki gökçekliği kaybetti. Belli ki şahsî hesapları ağır bastı ve maalesef kendisine güvenenlere büyük bir inkisar yaşattı.

Meydanlarda “kefenle dolaşıyorum” diyerek nutuklar atmak kolaydır. Hamaset tatlıdır. Yiğitlik kapının bu tarafında olduğu gibi arkasında da veya tribünün önünde de berisinde de aynı mertliği sergileyebilmektir.

Dik duramadı Erdoğan!

Duvarlar arkasında “Sizi cemaat hapse attırdı, hepinizi Camia bitirdi!” dedi. Fakat, kendi yandaşlarına “Hepsini nasıl da dize getirdik; karşımızda hazır ola geçirdik!” sözleriyle kahramanlık tablosu çizdi.
Kameralar karşısında “one minute” diye gürledi, bir anda cesur yürek kesildi; lakin hemen sonra “Benim sözüm moderatöreydi!” sokağına sapıp yan çizdi; dahası “gemicik”ler sürekli gitti geldi, gitti geldi.

Futbol takımlarını bile bizzat dizayn etmeye kalkıştı; sonra yine kapılar arkasında “Cemaat sizi ele geçirmek istiyor; başkanınızı içeri Camia tıktırdı!” iftirasını yaydı.

Zira, kendisini dünya lideri olarak takdim ediyorlardı; halife-yi ruy-i zemin olduğunu söylüyorlardı. Demek o da inanmıştı ki, kimseye boyun eğmemiş olan Cemaat’e de biat ettirmeyi en öncelikli işler arasına koymuştu. Sadece kendi hırsı mıydı, yoksa birilerine verilen söz mü vardı? Malum ve meşhud olan husus, Camia’ya “had bildirme” teşebbüsüydü.

Biat alamayınca, önce cemaati bölme gayretine girişmişti. Bir avuç gayr-i memnun arasından devşirdiği pişkin ve kesif insanları danışman olarak kullandı; denemediği yol kalmadı ama Camia menfaat etrafında toplanmış bir heyet değildi ve içinde satılık insan yoktu; bölüp parçalamayı beceremedi.

Daha sonra, haksız tayin, sürgün ve kıyım yoluna gitti. Nitekim, Hocaefendi, Cumhurbaşkanı’na yazdığı meşhur mektubun satır aralarında buna işarette bulunmuş; “Hizmet hareketinin önünü kesmeye matuf gayretlerin aşikar hale geldiğini; bu yakışıksız engelleme faaliyetlerinin hareketin büyümesi ve genişlemesiyle eş zamanlı olarak arttığını; hayatın değişik alanlarında yalnızca “falan yere müntesip, falancı.. filancı..” görüldüğünden dolayı mağduriyete uğramış pek çok insanın gelip gözyaşı döktüğüne şahit olduğunu; fakat bunları hiç dillendirmediği gibi o insanlara da sabır ve vifak tavsiye ettiğini” belirtmişti.

Akabinde, Başbakan dershaneleri kapatma meftunu oldu. Zamanla “eğitim reformu” sözünün sadece bir kılıf olduğu anlaşıldı. Bir konuşmasında belki de bilmeden telaffuz ettiği üzere, sırf bu gayeye matuf dört tane bakan değiştirdi.

Nihayet, Erdoğan bütün bütün tanınmaz hale geldi. Saldırılar, iftiralar, hakaretler… Meydanlardaki seviyesizliğe aynıyla karşılık verilmeyince iyice hırslandı. Hücumlarını her gün biraz daha şiddetlendirdi. Sonunda bir cinayete daha imza attı: Bir kısım Ergenekoncular haricinde bütün Türkiye vatandaşlarının ve aklıselim sahibi dünya insanlarının çok değerli bulduğu Türk okullarını kapattırmak için büyükelçilere talimat verdi, ülke liderlerine telefonlar etti ve hatta -son günlerde ortaya çıktığı üzere- Hocaefendi’yi Türkiye’ye davet ettiği esnada bile gammazlama evrakı hazırlattı; Pennsylvania’ya elçi gönderdiği aynı anda Obama’ya şikayet dosyası sundu.

Esefle bir kere daha ifade etmeliyim ki, Erdoğan, olmayı değil solmayı seçti ve müminlere inkisar yaşattı. Bütün mefkûre muhacirlerinin ve onların 160 ülkedeki çiçeklerinin “Tayyip Ağabey”i olmak, samimi dualarını almak ve hep hayırla anılmak varken ne yazık ki o ümitleri boşa çıkardı ve hafızalarda bir yitik olarak kaldı.

Halbuki, kimseye recasında inkisar yaşatmamak Müslüman ahlakıdır. Zira, İslam’da, değil yalnız insanların, hayvanların beklentilerini bile boşa çıkartmak faziletsizlik sayılmıştır. Rivayete göre; Ahmed b. Hanbel, Mâverâünnehir’de bir âlimin üç kuşakta Efendimiz’e (aleyhissalatü vesselam) ulaşan (sülâsiyyât) hadisler bildiğini duyar. Hazret, hemen o zâtın bulunduğu yere rıhlet eder; varır o âlimi bulur; hürmetle selam verir, iltifat bekler. Âlim zat o esnada bir köpeği doyurmakla meşguldür; Hazret’in selamını aceleyle alıp köpekle ilgilenmeye koyulur. Hayvanı doyurup işini bitiren âlim, Ahmed b. Hanbel’e döner ve şöyle der: “Sana iltifat etmeyip köpeği beslemeye yönelmem gücüne gitti, biraz alındın sanırım. Fakat, bana Ebu’z-Zinâd’dan, ona A’rec’den, ona da Ebu Hüreyre’den ulaştığına göre, Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Kim kendisine ümit bağlayanı inkisara uğratırsa, Allah kıyamet gününde onun beklentilerini karşılıksız bırakır.” Bizim memlekette böyle kelbler yoktur; bu köpek bende yiyecek bulma beklentisiyle peşime takıldı. Onun beklentisini boşa çıkartırsam, ötede recası kesik olanlar arasında bulunurum diye korktum.” Bu söz üzerine İmam Ahmed b. Hanbel, “Bu hadis bana yeter!” der ve köyüne döner. Demem o ki, İlahî rahmetten recası bulunan mü’minlere, bari dostlarını inkisar-ı hayale uğratmamaları yaraşırdı.

Acı Gerçekle Yüzleşiyoruz!..

Heyhat, Erdoğan ve hükümeti öyle davranmadı. Dershane sürecinde ve özellikle “17 Aralık Operasyonu” sonrasında o güne kadar kısmen gizlediği yüzünü de açık etti.

Medyadan takip edebildiğim kadarıyla inancım odur ki, yolsuzluk operasyonu, bütünüyle kanunlar çerçevesinde ve tamamıyla devletin yargı-polis mensuplarının eşgüdümlü çalışmalarıyla gerçekleştirilmiştir. Fakat, AKP yıllardır emir verdiği ve her türlü işinde kullandığı polisin kendisine yönelik bir soruşturmada yer almasını hazmedememiş; bir de yolsuzlukların üzerini örtmek için muhayyel bir düşman ihtiyacı hissedince, operasyonu Cemaat ile ilişkilendirerek binlerce polisi, savcıyı, hâkimi kış ortasında haksız ve kanunsuz yere sürgün etmiş, hakkındaki yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, zimmet, ihtikâr operasyonunu, 8 yıl önce yukarıda anlatılan rüya veya müşahedede görüldüğü gibi, bazı güçlerle el ele ve onlara verdiği sözü yerine getirme adına Cemaat’i “bitirmek” için bir fırsat olarak da kullanma yoluna sapmıştır. Kıyıma uğrayan o memurların çok büyük bölümünün Camia ile alakasının olduğunu da zannetmiyorum. Ülkücü veya sosyal demokrat ya da herhangi bir tarikate/meşrebe bağlı pek çok kimsenin de gadre uğratıldığını düşünüyorum. Bununla beraber inanıyorum ki, büyük bir cürüm işlemiş gibi yerlerinden edilen, karda buzda çoluk çocuklarıyla göçe zorlanan, taşınma telaşı yaşayan o insanlar mazlumdur ve başlarına gelecekleri bile bile hukukun yanında yer aldıkları için birer kahramandır.

Hâsılı, aslında bugün şahit olduğumuz hadiseler, ateşböceklerini yıldızlaştırdığımız, sinekleri kartallaştırdığımız ve bülbül yuvalarını saksağanlara teslim ettiğimiz acı gerçeğiyle yüzleşmemizden ibarettir.
***
Not: Erdoğan’ın mektuplar karşısında tuhaf bir duruşu var. Önce bazı gazetecilere, Hocaefendi’nin Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektubu kendisine gönderilmiş bir pazarlık metni gibi anlattı. Sonra meydanlarda “Daha düne kadar bana methiyeler dolu mektuplar gönderiyordunuz; 17 Aralık’ta birden bire ne oldu?” türünden sorularla kamuoyunu yanıltmaya çalıştı. Hem meselenin dershane ve 17 Aralık’tan ibaret olmadığını hem de kendisine sadece methiyeler dizilmediğini anlatabilmek için 2006’daki o mektubun muhtevasını kamuoyuyla paylaşmayı yararlı buldum.

Osman Şimşek

15 Mart 2014 13:38

http://t24.com.tr/haber/fethullah-gulen-erdogani-2006da-ikaz-etmis,253462

  
743 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Site Haritası
KİTAP ÖNERİLERİ
Prof.Dr. Cihan Dura, Sömürgeleşen Türkiye


Prof.Dr. Cihan Dura, Ataname


Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında
(AB-D Tarafından Yerli İşbirlikçileri ile Kuşatılan Türkiye) 


M.Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye


Ali Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı


Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Sızıntı


Barış Pehlivan, Barış Teroğlu, Metastaz


Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak


Prof.Dr.Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye


Prof.Dr.Emre Kongar, Yakın Tarihimizle Yüzleşmek


Rıza Zelyut, Osmanlı'da Oğlancılık


Merdan Yanardağ, Türkiye Nasıl Kuşatıldı?


Prof.Dr. Sina Akşin, Yakın Tarihimizi Sorgulamak


Nurten Arslan. Küçük Anılarda Büyük Sırlar, 5 cilt
Biyografik Roman Tarzında Atatürk ve Yakın Tarih


Soner Yalçın, Samizdat


Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler


Erol Toy, O'na Katılmak, Dünden Yarına Türkiye Cumhuriyeti


Prof.Dr. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk'ün El Yazıları


Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu


Laik, Demokratik, Hukuk Sevleti Türkiye Cumhuriyeti'ni Ortadan Kaldırmaya Yönelik İç ve Dış İrticai Örgütler


Prof.Dr. İlber Ortaylı, Zaman Kaybolmaz


Prof.Dr. İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Süleyman Duman, Kütahya-Eskişehir


Anılarla Mayıs 1970 - Ocak 1975 Astsubay ve Eşlerinin Hak ve Adalet Arama Mücadeleleri
Yazar: Abdullah İnaler


Cengiz Özakıncı, İblisin Kıblesi
(Türkiye'nin Üniter ve Laik Yapısını Hedef Alan AB-D
Bunun için neler yaptı?
Belgeleriyle Tarihe Tanıklık Edeceksiniz)


Cengiz Özakıncı, Türkiye'nin Siyasi intiharı Yeni - Osmanlı Tuzağı
(Bugün Olanları, Yarın Olabilecekleri, Tarihi Benzerlikleri, Belgeleri ile Anlatmakta Olan Bir Eser)


Cengiz Özakıncı, Kalemin Namusu, Türk Savun Kendini


Ali Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı


Ali Tayyar Önder - Türkiye'nin Etnik Yapısı ve Açılım


Cengiz Özakıncı - İblisin Kıblesi Kitabına Ait Program


Prof.Dr. Necati Demir ile Türk Tarihi Üzerine 19 Mayıs Programı-1


Prof.Dr. Necati Demir ile Türk Tarihi Üzerine 19 Mayıs Programı-2


Cengiz Özakıncı:Türkiye Cumhuriyeti'nin Yerli ve Milli Kökleri


Cengiz Özakıncı:1989 Sonrası Türkiye’de Küreselci Emperyalist Operasyonlar.
Dersim iftiraları-Kanal İstanbul, Monrö Bağlantısı-Atatürk ve Laikli İlkesine Yönelik Psikolojik Harekat Nasıl ve Neden Başladı

Cengiz Özakıncı: ABD’de Ulusal Demokratik Cumhuriyet’in Temelleri
Amerika'da okullarda öğrencilere okutulan Ulusal Ant
- Atatürk'ün Eğitim Sistemi


Amerikan Ulusal Andı

"Pledge of Allegiance - Brody Middle School"



Türkiye'de "Öğrenci Andı" Pkk ile Açılım Döneminde Kaldırıldı.13.10.2013
Prof.Dr. Erol Manisalı: Amerika'nın yürüttüğü karşı devrim


GENÇLİĞE HİTABE
Analiz

AKP-BDP çatısı altında Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmeye çalışanlar, 18 yıl önce (1993-1994) Kürt-İslam çizgisindeki Yeni Zemin’de örgütlenmiş... 3.6.2011-Yeniçağ 
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/-51438h.htm
Yeni Zemin Dergisi Konu Başlıkları:
https://katalog.idp.org.tr/dergiler/610/yeni-zemin



Yıl 1993; Sayın Recep Tayyip Erdoğan (Refah Partisi İstanbul İl Başkanı, MKYK Üyesi) Sayın Bülent Arınç (Refah Partisi MKYK Üyesi) ve Sayın Mehmet Metiner (Yeni Zemin Dergisi Genel Yayın Yönetmeni).


Yıl 1993; Sayın R.Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Mehmet Metiner birlikte bir açık oturumda


Türkiye'nin siyasi yapısının islami yönde değiştirilmesini temel hedef edinmiş Yeni Zemin Dergi Yazarları, TSK yapısının değiştirilmesini de misyon edinmiş.

Aynı zamanda eyalet, hilafet gibi söylemlere sahip Em.Tuğg. Adnan Tanrıverdi 15 Temmuz 2016 sonrası TSK'da yaptırdığı değişiklikleri sıralıyor:


İçişleri Eski Bakanı Sadettin Tantan'ın HÜDA PAR ve Hizbullah Tespitleri