Necip Fazıl Kısakürek 1904-1924 Yılları Arasında Geçen Sürede Necip Fazıl Necip Fazıl Kısakürek 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Bazen kendisinden kaynaklanan bazen de ailevi sebeplerden dolayı 11 yılda 6 okulda öğrenim görmüştür. 1916’da Mekteb-i Fünunu Bahriye-yi Şahane Mektebine (günümüz Deniz Harp Okulu) imtihanla girmiştir.1921 yılına kadar eğitim gördüğü bu okulda Yahya Kemal BEYATLI, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Ahmet AKSEKİ gibi önemli kişilerin öğrencisi olmuştur. Bu okulda 1950 yılında yurt dışına kaçan ve ileride kendisiyle zıt görüşlere haiz olacak Nazım HİKMET de 2 sınıf üstte öğrenim görmekteydi. Necip Fazıl KISAKÜREK, Bahriye Mektebinde öğrenim görürken şiirle ilgilenmeye başlamış ve ‘Nihal’ isminde bir dergi çıkarmıştır. Kendi ifadesiyle ‘Ne oldumsa, bu mektepte oldum diyecektir.’ 1921 yılında Darulfünun’un (1933’te İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür) Felsefe bölümüne kayıt yaptırmış ve bu okulda Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Ahmet KUTSİ, Ahmet HAŞİM ve Faruk Nafiz ÇAMLIBEL gibi ünlü edebiyatçılarla tanışmıştır. Yine bu dönemde Yakup Kadri’nin çıkarmış olduğu ‘Yeni Mecmua’ dergisinde şiirleri yayınlanmıştır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Avrupa ülkelerine burslu gönderilecek ilk öğrenci grubu için açılan sınava katılmış ve Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından burslu öğrenci olarak Fransa’nın başkenti Paris’teki Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne kaydı yaptırılmıştır.(1) 1924-1934 Yılları Arasında Geçen sürede Necip Fazıl Paris’te öğrenimine devam ederken ünlü filozof Henry Bergson ile tanışmıştır. Necip Fazıl KISAKÜREK ‘ O ve Ben ‘ adlı eserinde Paris hayatını şu şekilde tarif etmektedir; ‘Kadını, kumarı, içkisi, bohem hayatı, şüpheci felsefesi, sara nöbetleri içinde sanatı, çözmeye çalıştıkça dolaşan ve bütün meseleleriyle Paris … kabus şeklindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslami edebim manidir’.(2) Paris’teki burslu öğrencilik hayatının bir yılı dolmadan Necip Fazıl KISAKÜREK’in 1974 yılında yayınlamış olduğu ‘O ve Ben ‘ adlı eserinde ifade ettiği ‘hicap duyulacak hayat’ Ankara’nın kulağına gitmiş ve Paris’e gelen Maarif Müfettişi Zeki Mesut adlı müfettişin raporuyla buradaki öğrencilik hayatı son bulmuştur. Durumun en ilgi çekici vahameti ise bizzat müfettiş Zeki Mesut tarafından Necip Fazıl KISAKÜREK’in kendisine verilen son aylık ve memlekete dönüş parasını kumar masasında kaybetmesi ve Türkiye’ye felsefeci olarak olarak değil azıtmış bir kumar bağımlısı olarak dönmesidir.(3) 1925 yılında Felemenk Bahr-i Sefid Bankasında işe başlamış, sonrasında Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalışmış, 1929 yılında İş Bankası’nın Ankara şubesinde göreve başlamıştır. Bu dönemde 1925 yılında ‘Örümcek Ağı’, 1928 yılında da ‘Kaldırımlar’ adında birer şiir kitabı çıkartmıştır. İş Bankası’nda 9 yıl çalışmış ve müfettişliğe kadar yükselmiştir. Devlet katında oldukça saygı görmüş, piyesleri Devlet Tiyatrolarında yayınlanmıştır. Necip Fazıl KISAKÜREK’İN hayatına kumar, içki ve kadına ‘Beyza Hanım’ da bu dönemde katılmıştır. Beyza Hanım, Necip Fazıl KISAKÜREK’in kokaine verdiği takma addır. Necip Fazıl KISAKÜREK Beyza’yı tatmadığını ifade etse de 1975 yılında yayınladığı ‘Babıali’ adlı eserinde onu içenler kadar güzel anlatabilmiş ve Beyza Hanım’ı şu şekilde tarif etmiştir. “Beyza Hanımefendi adıyla sanıyla kokain … küçük bir şişe içinde naftalin gibi pırıl pırıl, ince beyaz bir toz … burnunda ve yanak adalelerinde hafif bir donma hissi ve peşinde dipsiz bir huzur, oluruna bırakma zevki … bu bir hal; lafla anlatılamaz. Bir kere, iki kere çekmekle de anlaşılamaz, devam etmek ve onunla ünsiniyet kazanmak lazım …“(4) Necip Fazıl KISAKÜREK bu dönemde CHP’li denecek kadar dönemin tek partisi CHP ile sıkı fıkı olmaya başlamıştır. Bu dostane ilişkinin önemli bir göstergesi olarak Aralık 1930’da meydana gelen Menemen Olayı’ndan sonra Ankara Türkocağın’daki Kubilay’ı Anma Toplantısında şöyle demiştir “ … Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer zayıf tutarsan, eğer inkılabın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin … Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar …“(5), yine 1 Ocak 1931 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çıkan “Kubilay’ın Başı” başlık yazısında da “Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşesinde, daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydanı, bugün …ınna fetahnleke, yazılı zift ruhlu bir irtica aleminden temizliyoruz. Düşman bir kılıçtır. Bu kılıç şakırtıyla çekilir, vızıltıyla savrulur aydınlıkta saplanır. İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir….. Menemen hükümet meydanında toplanan ister üç kişi olsun. Üç yaylım ateşle dumanlara karışan vaka ister bir cam kırılışı kadar ufak, ister Nuh Tufanı kadar büyük olsun. Dökülen kan ister bir yüksüğü, ister bir sarnıcı doldursun. Bu hadisenin mana ve derecesi, dışımızdaki hesap ve mikyasların hükmünden çıkıyor. Bu hadisenin şekli ile ruhu arasındaki fark, Kublay’ın diri ve ehemmiyetsiz başı ile ölü ve ebedi başı arasındaki farka müsavidir. Bu farkı meydana Kubilay’ın kesik başı çıkardı…. Ona icap ettiği kadar yanmak ve ruhuna paye vermek elimizde değil. Fakat bir muallim ve zabit banı yuttuktan sonra sinsi sinsi deliğine çekilen kara yılan şöyle ıslık çalıyor: ‘Bana, tabii ömrün ne kadarsa burada bitirip geber, diye bir delik gösterdin. Ben bu delikte duramıyorum. Beni taş’a ezemedikçe, gazla yakamadıkça, külümü yele vermedikçe sana rahat haram olsun…’ Onun bu son isteğini yerine getirmek elimizdedir.” demiştir.(6) Lakin 1969 yılında yayımlanan ‘Son Devrin Din Mazlumları’ adlı kitabında Menemen Olayı ile ilgili olarak şunları yazmıştır. “1930 yılının Aralık ayının sonlarına doğru Menemen’de cereyan eden hadise, birkaç serseriye yaptırılmış böyle bir tertip içinde başka bir şey değildir ve olanca gayesi büyük ve kuvvetli sandıkları din adamlarını ortadan kaldırmak olmuştur.(7) Evet bütün şahsiyetli Müslümanları, bilhassa Nakşibendi tarikatı büyüklerini ortadan kaldırmak için hükümetçe düzenlenen Menemen vakası tertiplerin en vicdansızını teşkil eder“(8) diyerek 1930 yılında Menemen Olayı ile söylediklerinin tam tersini söylemiş ve 1930’larda sıkı fıkı olduğu CHP iktidarını ve isim vermeden Mustafa Kemal ATATÜRK’ü komplo düzenlemekle suçlayarak ‘ hangi Necip’in söyledikleri doğrudur’ diye sormamıza sebep olmuştur. 1932’de yazdığı ‘Bir Hikaye Birkaç Tahlil’ adlı hikayesinde ‘softa kimdir’ sorusuna şöyle yanıt vermiştir “ … Onu tarife hacet yok. Onu tanırız. Yürüyüşünden, duruşundan, bakışından, kaçışından tanırız. O zaten kendisini gizlemiyor. Dün başına sarık takıyordu. Bugün giydiği, kanun nazarında şapka, hüsnü nazarında gene sarıktır. Bugünün sarıklısı dünkünden daha çok yezittir….Zamanın akışını zorlayan, kendi iddiasından başka hiçbir yenilik olmayan deliller müstesna, her yeni şey karşısında ‘eski’nin ısrarı softalıktır…’ 1934-1943 Yılları Arasında Geçen Sürede Necip Fazıl Necip Fazıl KISAKÜREK’in kendi anlatımıyla ‘hidayete erme süreci’ 1934’te Beyoğlu Ağa Camii’nde Cuma dersleri vermekte olan Nakşibendi büyüklerinden Vanlı Seyyid Abdülhakim Arvasi ile tanışması ile başlamış ve hayatı değişmiştir. Necip Fazıl KISAKÜREK, Arvasi etkisini ‘Mürşid’ adlı şiirinde şöyle anlatmıştır. “Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;/ Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız !“ Necip Fazıl KISAKÜREK’in 1984’te ölümünden sonra yayınlanan ‘Kafakağıdı’ adlı kitabında Arvasi’ye , “Köpeğin olarak kendi köpekliğimden kurtulayım; insan olayım!“ diye yalvarmıştır. Lakin 1934’te Abdülhekim Arvasi ile tanışan Necip Fazıl KISAKÜREK’in hayatı öyle kolay değişmemiş 1943 yılına kadar hem CHP ile ilişkisini hem de içkili, kumarlı bohem hayatına devam etmiştir.(9) Necip Fazıl KISAKÜREK, 1936 yılı sonunda bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar verdi. Celal BAYAR’IN evine gitti ve “Memleketin buna ihtiyacını takdir edersiniz. Eğer emrinizdeki bankalardan İş Bankası ve Sümerbank bana bir senelik peşin ilan karşılığını muayyen bir para verebilirlerse bir mesele kalmaz“ dedi. Celal Bayar kendisine hak verdi ve Necip Fazıl KISAKÜREK’e 1600 lira takdim etti. Bir mebusun ayda 200 lira aldığı dönemde bu iyi bir paraydı ve Necip Fazıl KISAKÜREK’in ilerde birçok defa yapacağı gibi devletten para almanın ne kadar kolay olduğunu belki de bu olayda idrak etmişti. (10) Tek parti dönemi ile ilişkiler o kadar iyiydi ki; Necip Fazıl KISAKÜREK 10 Kasım 1938 de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümü üzerine Cumhuriyet Gazetesi’nde 26 Kasım 1938’te Atatürk hakkında övgü dolu şu cümleleri yazmıştı. “…Benim gözümde birbirine bağlı iki işin sahibi iki Atatürk var. Zaman tasnifinde bunlardan biri düşmanın denize dökülüşüne, öbürü bugüne kadar sürer… Biri ölüm hükmü giymiş bir milleti şahlandırdı. Mucize çapında bir başarıyla madde ve askerlik planında muzaffer kıldırdı. Öbürü, bir an evvelki ölüm tehlikesini doğuran sebepler âlemine karşı harekete geçti, fikir ve cemiyet planında yeni bir bünye inşasına girişti… İnkilâbcı Atatürk’e bütün talih ve salahiyetini asker Atatürk hazırladı. Garip bir tesadüf cilvesi iki Atatürk’ten her biri ayrı isim taşıyor. Mustafa Kemal ve Atatürk… İnkilâbcı Atatürk, Tanzimattan beri Türk cemiyetinin Avrupa medeniyet manzumesine kavuşturulması yolunda girişilen yarım ve kısır teşebbüsleri tam ve yüzde yüz randımanlı hamleler haline getirdi… Milli Kahraman’ın ölümü önünde duyduğumuz matem hissini, tek bir emniyet duygusu ile teselliye muktediriz: Teknesinde Atatürk’ü yoğuran Türk milletinin, için için tekevvünleriyle aynı çapta kahramanlara daima gebe kalacağı emniyeti…” (11) Necip Fazıl KISAKÜREK’in CHP ile iyi ilişkileri ATATÜRK’ün ölümünden sonra da devam etmiştir. 1938 yılında kurulan Celal BAYAR hükümetinin Maarif Vekili olan Hasan Ali YÜCEL tarafından Dil Tarih Coğrafya Fakültesi kadrosundan Yüksek Devlet Konservatuarına tayin edilmiştir. (12) 1940 yılına geldiğimizde Necip Fazıl KISAKÜREK CHP’ye milletvekilliği başvurusunda bulunmuş, fakat talebi reddedilmiştir.(13) 1943 yıllarından itibaren başlangıçta rejime övgü dolu fakat sonrasında rejim karşıtı yazılar yazmaya başlayacağı ‘Büyük Doğu’ dergisini çıkarmaya başlamıştır. ‘Büyük Doğu’ dergisinde dini içerikli pek çok yazı çıktığı halde CHP ile ilişkiler sürüyordu. Örneğin Büyük Doğu dergisinin 9. Sayısı “ Atatürk’ün Altın Anahtarla Açtığı Son Fabrika Kapısı… Şimdi Onun Ruhu Ayni Anahtarla Türk’ün Zafer Kapısında…“ başlıklı kapakla çıkmıştı.(14) 10. Sayıda ise “ Atatürk Dirilecektir“ başlıklı yazısını yayınlamış ve şöyle demiştir. ‘Bir gün Atatürk dirilecektir!!! Evet, laf ve hayal, yahut fikir ve remz aleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Atatürk hayata dönecektir!!! Bir gün Atatürk Etnoğrafya Müzesi’ndeki taş sandukasının kapağını omuzları ile kaldırıp, ufki vaziyetten şakuli vaziyete gelecek ve sırtında mareşal üniforması Ankara’da Atatürk Bulvarı’nda görülecektir. Bir gün onu, kafuriden yontulmuş asil ve mevzun parmakları ile kılıcının kabzasını kavramış, zarif ve ince endamı ile bir masaya eğilmiş ve gök gözleri ile dünya haritasını süzmeye başlamış olarak göreceğiz!!! Bugün dünya muhasebe ve muvazenesinde Türk milletine ait hakların terazi kefesinde görüneceği andır!!! İşte o gün başımızda bulunacak olan şahsiyet, günün gerektireceği üstün kurtarıcılık vasıflarına göre, ruh ile olduğu kadar maddesi ile de Atatürk’ten başkası olmayacaktır. Zira, Türk milletinin içindeki Atatürk’lerin harekete geçmeleri ile, onun sandukasını devirip bu Atatürk’lerin derisi içine yerleşmesi aynı ana rast gelecektir!!!“(15) 1943-1950 Yılları Arasında Geçen Sürede Necip Fazıl 1943 yılının Aralık ayı sonunda Büyük Doğu Dergisi ‘rejimi beğenmemek’ gerekçesi ile kapatıldı. Dergi Şubat’ta tekrar yayınlandıysa da Mayıs 1944 ile Eylül 1945 arası tekrar kapatıldı. Bu kapatılmalar Necip Fazıl KISAKÜREK’i oldukça radikalleştirdi ve birkaç yıl öncesinin koyu bir rejim savunucusu olan Necip Fazıl KISAKÜREK koyu bir rejim karşıtı haline geldi. Çoğunlukla Adıdeğmez takma ismiyle yazmış olduğu yazılarında CHP, İsmet İNÖNÜ, Falih Rıfkı ATAY gibi siyasilerle Atatürk heykelleri, kadının çalışması, okul müsamereleri, kadınların açılması gibi konularda sert eleştirilerde bulunmaya başlamıştı(16). Adıdeğmez takma adıyla “ Kaçgöç kaldırıldı ve kadın açıldı…. Kadına tütün ameliliğinden hakimlik makamına kadar her iş sahası sunuldu. Ev ile aile ocağı güme gitti….“ diyordu. Diyordu lakin Necip Fazıl KISAKÜREK’in evlendiği Neslihan Hanım gayet modern ve şık giyinirdi ve başı açıktı.(17)Bir zamanlar Cumhuriyet’in faziletlerini anlatan Necip Fazıl KISAKÜREK, şimdi ise Cumhuriyet’in kötülüklerini anlatmaya başlamıştı. Bir yazısında rejim ile alakalı olarak “Cumhuriyet’ten sonraki azami hercümerç, azami düzensizlik ifadesini milli kurtuluş hamlesinin ruh ve fikirde hazırlanmamış, ondan sonra da sindirilmemiş bir hareket olmasından başka hiçbir türlü izahı mümkün değildir…“ diyecek; fakat ‘ruhtan’ ve ‘fikir’den söz eden Necip Fazıl KISAKÜREK 1911 ile 1922 yılları arasında aralıksız olarak harp etmek zorunda kalan, varını yoğunu kaybeden, geri kalmışlık ve hurafelerin bataklığında debelenen, sağlıksız, yorgun, yılgın ve moralsiz bir toplumla Atatürk’ün önce emperyalizmi sonra geri kalmışlığı yenip çağdaş bir ülke kurduğundan hiç söz etmemişti. Sağlık devriminden, tarım devriminden, kadın devriminden , meclis/demokrasi mücadelesinden , bağnazlık ve hurafeyle mücadeleden, aklın ve bilimin rehberliğinin kabul edilişinden hiç söz etmiyordu. Cumhuriyet mucizesinin ‘ruh’ ve ‘fikir’ eksikliğiyle başarılmış olması her halde ayrı bir mucize olması gerekirdi. (18) Daha 1-2 sene öncesinde Büyük Doğu Dergisi’nin 9.-10. Sayılarında Atatürk’ü öven, hatta ‘Atatürk dirilecektir’ başlıklı bir yazı yazan Necip Fazıl KISAKÜREK’teki bu keskin ve zıt değişim oldukça ilginçtir. Bunun en önemli sebebi o dönemde filizlenen DP siyasi hareketinde sağlam bir yer alabilmek için bir tavır değişimi miydi? Bunu zaman gösterecekti. Necip Fazıl KISAKÜREK ve Büyük Doğu dergisi artık tehlikeli bir silah haline gelmişti. Sadece rejime karşı değil , hayata dini pencereden bakmayan herkese karşı kullanılacak bir silah.(19) Bunun ilk örneği 4 Aralık 1945’te gerçekleşen “Tan Matbaası Baskını”dır. Necip Fazıl KISAKÜREK ‘Babıali’ adlı eserinde Tan Matbaası Baskını’nı Büyük Doğu dergisinin organize ettiğini şöyle itiraf etmiştir. “Bu, bir yıla varmayan yarım yamalak intişar devrinde Büyük Doğu’nun verimi ne olmuştur? Daha ilk (sondaj) girişiminde petrol bulunmuş ve onun, bütün yurda ve oradan bütün İslam alemine yön veren ve yol gösterici alev sütunları halinde bir gün fışkırmak istidadı, en iptidai şekliyle de olsa belirmiştir. Bu istidadın aksiyon planında ilk kımıldanışı Tan gazetesi baskını … Bu gazetede karargah kuran komünizme … Birdenbire Anadolulu ve kökçü üniversite gençliğinin pençesine düştü; eşyası toz gibi havaya savruldu ve makineleri makarna gibi didik didik edildi … Bu gençler Büyük Doğu idarehanesinin önüne gelerek tezahürlerini göklere çıkarmışlar, Sabık Şair’i (Necip Fazıl KISAKÜREK) pencereye çağırmış ve hitabını çılgın aşıklar içinde dinlemişler ve yara berelerini aynı idarehanede tedarik ediliveren pansuman malzemesiyle sarmışlardır… ve işte, hemen başlarına yıkılan Tan Gazetesi … ve o gün boy göstermeye başlayan ilk Büyük Doğu Gençliği!“’ İşte üstad lakaplı Necip Fazıl KISAKÜREK’in ilk büyük başarısı talan olmuştur. Artık Necip Fazıl KISAKÜREK cephesini tam anlamıyla belirlemiş ve amansız bir CHP ve rejim karşıtı olmuştur. II. Dünya Savaşı ‘nın dışında kalmakla beraber savaş ekonomisiyle iyice perişan hale gelen, CHP’den uzaklaşan halk kitlelerini dergisiyle yön vermeye çalışmış, bu durumdan da 1950’lerde iktidara gelen DP döneminde oldukça faydalanmıştı. (20) 1950-1961 Yılları Arasında Geçen Sürede Necip Fazıl 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla Necip Fazıl KISAKÜREK’in eleştirileri yoğunlaşmıştı. 14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimleri DP’nin kazanmasıyla birlikte Necip Fazıl KISAKÜREK’in CHP, İnönü ve Atatürk karşıtlığı sınır tanımaz bir hal almıştı. Adnan MENDERES’in 1951 DP İzmir İl Kongresindeki şu sözleri Necip Fazıl KISAKÜREK’i derinden etkilemişti. “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap sofralarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur’an okuttuk. Türkiye Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.“(21) Adnan MENDERES’in bu sözlerini duyan Necip Fazıl KISAKÜREK işte o an kendi ifadesiyle ‘Menderes’in kölesi olmaya’ karar vermişti. ‘Benim Gözümde Menderes ‘ adlı eserinde “Böyle bir sözü söyleyecek başbakanın kölesi olduğumuzu söylemekten şeref duyarız. Tekrar ediyoruz. Partimize, siyasi muhitimize, kabinemize, tezatlarımıza ve hatıra gelen ve gelmeyen her şeyimize rağmen, en saf ve halis tarafından azat kabul etmez köleliğimiz kabul buyurunuz.“ diyecek; lakin ilerde açıklayacağımız gibi köleliği bir geçim kaynağı haline getirmekten hicap duymayacaktır. Çok değil 1930’da rejime karşı yapılan isyanları en sert şekilde cezalandırılmasını isteyen, softaları ağır dille eleştiren, çıkaracağı gazete için Celal BAYAR aracılığıyla devlet kurumlarından hatırı sayılır bir para alan, 1940 ta CHP’den milletvekilliği başvurunda bulunan, 1943 yılında Büyük Doğu dergisinin 9. ve 10. Sayılarında Atatürk’ü inanılmaz derecede öven Necip Fazıl KISAKÜREK kısa bir sürede 180 derece zıt sayılabilen fikir değişikliklerinde bulunması oldukça ilginç bir noktadır. Bunun en önemli sebebi ‘Tam Bağımsız‘ Türkiye’nin 1946 ‘dan itibaren bu ilkeden ödün vermeye başlaması ve ABD’nin güdümüne girmeye başlaması; özel teşebbüs eliyle, ABD kredileriyle kalkınma ve dine yönelme politikalarına yelken açılmasıdır. Necip Fazıl KISAKÜREK’te yelkenlerini bu rüzgarla doldurma çabası içerisine girmiştir.(22) 1950 DP iktidarıyla da ABD‘nin etkisi Türkiye de daha da artmış ve Necip Fazıl KISAKÜREK siyaseten din istismarına başvuran Adnan MENDERES’e yapılacak en iyi köleliğin, bir taraftan din propagandası yapmak, diğer taraftan ise DP’nin siyasi rakibi CHP’yi olabildiğince eleştirerek ABD güdümlü politikaları övmekte olduğunu görmüştür. Büyük Doğu Dergisi aracılığıyla Atatürk, İnönü, Cumhuriyet düşmanlığı, Yahudi ve Komünizm karşıtlığı yapmıştır. 1943 öncesinde ak dediğine artık kara demekten çekinmemiş, tabiri caizse gocunmamıştır. Artık dönemin muhafazakar yazarı diyebileceğimiz Necip Fazıl KISAKÜREK o günlerde hiç beklemediği bir olayla sarsılmıştır. Kendi ifadesiyle “En büyük hastalığım, felaketim asıl zaaf noktam“ dediği kumar yüzünden başı belaya girmiştir. 4 Mart 1951 tarihinde bir kumarhane baskınında gözaltına alınmıştır. O günlerde gazetelere yaptığı açıklamada yazacağı bir eser için, kumarhaneler hakkında bilgi toplamak amacıyla orada bulunduğunu söyleyecektir. 1970’de ise bu olayı daha farklı bir şekilde açıklamıştır. “Efe ve külhani soyundan silahlı bir adam“ temin etmek için söz konusu kumarhaneye gittiği şeklinde anlatmış ve bu olayın DP’nin siyasi bir komplosu olduğunu belirtmiştir. Gerçekte Necip Fazıl’ın alkol tutkusu vardır. Fakat Kumar tutkusunun yanında bu mazur görülebilecek bir durumdur. Kumar tutkusu neredeyse bir hastalık halini almış, alay konusu olmuştur. Bir keresinde Eşref Şefik’in kendisine ilaç alması için verdiği parayı kumarda kaybetmesi üzerine çok sinirlenen Eşref Şefik’in dışkı dolu bir lazımlığı Necip Fazıl KISAKÜREK’in kafasından aşağı boca ettiği edebiyat çevrelerinde sıkça anlatılan bir olay olmuştu. (23) Mina URGAN ‘Bir Dinazorun Anıları’ adlı kitabında bu olayı şöyle anlatmıştır. “Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini duyunca küçük bir şok geçireceksiniz. Necip Fazıl KISAKÜREK! 1930 lu yılların Necip Fazıl’ı ile 1940 lı yılların Necip Fazıl’ı arasında uzaktan yakından en küçük bir benzerlik yoktur. Bunlar iki ayrı kişidir sanki. Birincisini çocukluğumdan beri çok iyi tanırdım. Annemin bir yakın arkadaşına aşık olduğundan, bizim evden çıkmazdı. İkinci ise, hiç görmedim, hiç tanımıyorum. Çünkü bende, bütün arkadaşlarım da 1940’tan sonra onunla selamı sabahı kesmiştik. Süper Mürşit olarak parlak kariyerini, hayretler içinde uzaktan izlerdik ancak. O sıralarda duyduğumuza göre, bu şaşırtıcı değişimin nedeni tik sorunuymuş. Necip Fazıl’ın bir yüz tiki vardı. Kaşı gözü acayip oynardı, ikide bir bu biçimsiz tikten kurtulmak için, böyle işlerin uzmanı bir şeyhe gitmesini salık vermişler. Şeyh efendi okumuş, üflemiş ve ancak bir haftalık bir süre için , tikinden kurtarmış onu. İşte ne olduysa o bir hafta içinde olmuş. Bizim bohem şair Necip Fazıl, Süper-Mürşide dönüşmüş ansızın. Necip Fazıl kısa boylu gövdesine göre bacakları fazlasıyla kısa, hiçte yakışıklı sayılmayacak bir adamdı. Gelgelelim , kendisini bir afet , bir erkek güzeli sanırdı her nedense. Necip Fazıl’ın yüzsüz bir yanı vardı. Başkalarının evinde kendi evindeymiş gibi davranırdı. … Necip Fazıl’ın içkisi ölçülüydü . ama kumar tutkusu sınır tanımazdı. Eşref Şefik ile arasında geçen olayı, İstanbul’un yazarçizer takımından bilmeyen yoktu. Eşref Şefik annemin çocukluk arkadaşı olduğu için, onun ağzından dinlemiştik bunu. Eşref Şefik hastaymış; onu yoklamaya gelen Necip Fazıl’a ilaç alması için bir miktar para vermiş. Necip fazıl ilaçları hemen alacağını söyleyip, evden çıkmış. Eşref Şefik beklemiş beklemiş, ne ilaçlar varmış ne de Necip Fazıl. Sabaha doğru bir lazımlığı çişle doldurmuş; ateşi çok yükseldiği halde pencerenin önünde pusu kurmuş, lazımlığı kumarhaneden eli boş dönen Necip Fazıl’ın başından aşağı boca etmiş.’(24) Necip Fazıl KISAKÜREK; 15 Haziran 1951 tarihli Büyük Doğu Dergisinde Doğu Cemiyeti adını verdiği hareketin ana nizamnamesini yayımlamıştı. Bu nizamnamede “Cumhuriyet’in en ileri gerçek mefkuruleşmiş nevi“ olan ‘Başyücelik Devleti’nden söz edilmiştir. Bu nizamnameden anlaşıldığı kadarıyla CHP’nin altı okuna karşılık Büyük Doğu Mefkuresinin ‘Dokuz Umde’si ( Ruhçuluk, ahlakçılık, milliyetçilik, şahşiyetçilik, cemiyetçilik, keyfiyetçilik, nizamcılık, müdahalecilik ve sermayede tahdit) vardı. CHP’nin Milli Şefine karşılık İslami bir ulu olan ‘Başyüce’ vardır. TBMM’de “Hakimiyet Milletindir yazarken” Yüceler Kurultayında ” Hakimiyet Hakkındır”‘ yazacaktır. Başyücelik devletinde sosyal problemler İslam hukukundaki ‘kısas’ yöntemi ile çözülecektir. Cinayetin bedeli şehir merkezlerinde idamdı. Hırsızlığın cezası kolun kesilmesidir. Faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, uyuşturucu ve her türlü keyif verici madde yasaktır. Sinema devletin kontrolünde olacak, kahvehaneler kapanacaktır.(25) Necip Fazıl KISAKÜREK ‘İdeolaçya Örgüsü’ adlı kitabında bu düşüncelerini şöyle anlatmıştır. “Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskun, yalnız Türklerden ve Müslümanlardan ibaret hale gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştan başa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır. … İslam inkılabı orducudur ve özenle yetiştirilecek subaylar, orducu Büyük Doğu idealinin icrada mihrak şahsiyetidir ve Büyük Doğu militarizması, bütün insanlığa icabında tam bir vicdan hürriyeti, icabında da operatör bıçağı gibi cebir ve zorla tatbik edilecek bir ideal manivelasıdır.” diyerek 1951 yılında iktidara gelen ve ilk icraatlarını din alanında yapan DP’den de cesaret alarak çok açık bir şekilde Cumhuriyet rejimine meydan okuyarak laikliği, sosyal hukuk devletini ve demokrasiyi hiçe sayıp kaba bir ‘şeriat düzenini’ savunmakta, hatta bu düzeni kurumsal bir yapıya oturtmaya çalışmaktadır. 1951’de Büyük Doğu Dergisinde belirttiği bu görüşler DP iktidarı tarafından bizzat Adnan MENDERES tarafından desteklenmiştir. (26) 1952 yılında Necip Fazıl KISAKÜREK, DP lideri Adnan MENDERES ile görüşerek kendisini ve dergisini hükümetin hizmetine sunmaya hazır olduğunu, bunun için himaye edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bunun üzerine Adnan MENDERES, Necip Fazıl KISAKÜREK’ten Büyük Doğu’yu dergi olarak değil de gazete olarak çıkarmasını istemiştir. Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih KORUR aracılığıyla 5000 liralık bir avans verilmiştir.(27) Paranın kokusunu ve iktidarın desteğini alan Necip Fazıl KISAKÜREK, Adnan MENDERES’e sık sık mektup yazmış dergisi/gazetesi için sık sık para istemiştir. (28) Mektuplarında Adnan MENDERES’i yere göğe sığdıramayan, iltifat yağmuruna tutan Necip Fazıl KISAKÜREK, bu dönemde örtülü ödenekten yoğun olarak para almaya başlamıştır. Örneğin Büyük Doğu’nun çıkışının ilk haftasında örtülü ödenekten 1000 lira alıp resmi ilanları da bağlamayı başarmıştır.(29) Lakin o dönemde Necip Fazıl KISAKÜREK’in üç faaliyeti Adnan MENDERES’in bu ilişkiyi dondurmasına sebep olmuştur. Bunlardan ilki, Büyük Doğu dergisinde Beyoğlu’nda bir mason kulübünden elde edilen belgeleri yayınlayıp bazı tanınmış kişilerin masonluğunu ifşa etmesidir. Bu durum Adnan MENDERES ve DP’yi oldukça rahatsız etmiştir ve Adnan MENDERES’in isteği ile Büyük Doğu 19 Eylül 1952’de ‘Tünele Giriyoruz’ yazısıyla kapanmıştır. Necip Fazıl KISAKÜREK’in ‘masonlar’ konulu yazı dizisinin Adnan MENDERES’i ve DP’yi Büyük Doğu dergisini kapattıracak kadar rahatsız etmesi oldukça düşündürücüdür. (30) İkinci olay, daha önce Tan Matbaası’nın basılmasına yol açan Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’daki kışkırtıcı yazılarıyla bir gazeteciye suikast düzenlenmesine sebep olmasıdır. 1952 yılında Büyük Doğu’nun; dönmelerin, masonların ve Yahudilerin çığırtkanı ve İslam düşmanı olarak tanıttığı gazeteci Ahmet Emin YALMAN, 1952 Kasım’ında günümüzün tacizci gazetecisi Hüseyin ÜZMEZ tarafından saldırıya uğramış ve yaralanmıştır. Büyük Doğu Dergisinde suikast öncesinde şu başlıklar altında kışkırtıcı yayınlar yapılmıştır. ‘Beynemilel Münafık’ (20 Haziran 1952), ‘“yalnız şuna şaşırıyoruz. Nüfusu 1 milyonu aşan bir Türk şehrinde nasıl yaşıyor, nasıl yaşatılıyorsun hayret?“ (12 Ağustos 1952),“ Bu milletin ekmeğini yiyip yurdunda oturan namus düşmanı ve vatan hainlerinin yok edilmesini bir an evvel görmek istiyoruz.“ (12 Ağustos 1952).(31) Bu suikast olayından sonra Necip Fazıl KISAKÜREK tutuklanmış, yargılanmış ve 1 yıl hapis yattıktan sonra 2 Aralık 1953’te tahliye olmuştur. (32) Üçüncü olay ise cezaevinden çıkan Necip Fazıl KISAKÜREK ‘Benim Gözümde Menderes’ adlı eserinde anlattığına göre Kıbrıs buhranının keskinleştiği bir dönemde Adnan MENDERES ile görüşmüş ve kendisini “Meclisteki ‘Egemenlik Ulusundur’ yazısından başlayarak, yalanların en büyüğü halinde ‘Halk’ ismini taşıyan partiyi hak ile yeksan (yerle bir) etmeye’ ve onun her alandaki’ tahribini iz bırakmamacasına silmeye” davet etmişti. Adnan MENDERES kendisini bir saat dikkatlice dinlemiş Büyük Doğu’ya örtülü ödenekten para yardımı yapmıştır. (33) Görüşmenin ardından İstanbul’da 6-7 Eylül 1955 olayları üzerine Adnan MENDERES; Necip Fazıl KISAKÜREK ve Büyük Doğu’dan uzak durmaya karar vermiştir. Bu üç olay sonrasında Necip Fazıl KISAKÜREK, DP ve bilhassa Adnan MENDERES arasında gerilen ipler 1956 yılında tekrardan gevşemiş; Adnan MENDERES, Necip Fazıl KISAKÜREK’e Büyük Doğu’yu yeniden çıkarması için ilk aşamada örtülü ödenekten 30 bin lira vermiştir. Bu parayı Necip Fazıl KISAKÜREK az bularak şu sözlerle eleştirmiştir. “Yine 30 bin lira -başka bir gazetenin prova baskılarına yetmeyecek olan bu para- benim çıkaracağım gazeteye yeter kabul edilmektedir.“ (34) 19 Eylül 1952’de kapatılan Büyük Doğu ‘Tünelden Çıkıyoruz ‘ yazsıyla yeniden yayın hayatına başlamıştır. Fakat Necip Fazıl KISAKÜREK Büyük Doğu’nun bu yeni döneminde Adnan MENDERES’ten sürekli olarak para isteyecektir. (35) Necip Fazıl KISAKÜREK, 1956-1960 yılları arasında Büyük Doğu aracılıyla hem CHP’yi, hem İnönü’yü, hem Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, hem de erken dönem Cumhuriyet’i eleştirerek DP’nin de propagandasını da yapmış; Adnan MENDERES’e çok sayıda mektup yazarak birçok defa para istemiştir.Bunda da başarılı olduğunu söylesek sanırım yanılmış olmayız. 26 Mart 1956 tarihli mektubunda 37 bin liraya ihtiyacı olduğunu yazmış,(36) 1 Mayıs tarihli mektubunda ise “Şu anda 1000-1300 liralık varidatı bilhesap gördüğüm halde henüz hiçbir tahsilat yapabilmiş değilim“ demiştir(37). 2 Haziran 1956 tarihli mektubunda “ Birinci sınıftan derhal resmi ilan, Haziran ortasında 10 bin lira. Emrinize şiddetle muhtacım. Gerisi biiznillah kolay… ellerinizden öperim. ” (38) demiş; 8 Haziran 1956 tarihli mektubunda “Birinci sayfadan resmi ilan almaya başlayacağım andan itibaren her ay 8-9 bin lira karım olacağını, aksi halde her ay 15 bin lira zarara devam edeceğimi müteaddit vesilelerle arz etmiştim. Günlük satışım olan 1000 lira umumi masrafımdan 700-800 lira eksiktir ve esasen ilansız Türkiye’de hiçbir gazete çıkmaz, ne satsa kendisini koruyamaz. “(39) demiş, 4 Temmuz 1956 tarihli mektubunda “… Bana sadece bir defalık katiyen ve katiyen ilansız, şusuz, busuz olarak on beş bin lira lütuf ediniz ve kitap neşriyatı da dahil büyük bir neşriyat evi kurmamı temin buyurunuz. Bu arada kalbim de şifa bulacaktır. İhtiramlarımla” (40) demiş, 13 Ekim 1956 tarihli mektubunda “Bir miktar para bularak matbaaya kağıdı yatırdım. Eksiğim 7000 liradır. Bana bunu artık ne ilan ne bir başka yardım talebi son defa olarak lütfederseniz bende geçen defa ki imkanıma nazaran hata edip de haftalık şekilde çıkarmadığım organımı, içinde pırıldayan rüya şartlarına erdirebileyim. ” (41) demiş; 26 Kasım 1956 tarihli mektubunda, “Bugün binbir fedakarlıkla üç nüshalık matbaa ve kağıt bedelini temin ettiğim mecmuamı kurmak için muhtaç bulunduğum 7000 lirayı son defa olarak bana lütfetmenizi ve artık bir daha yardım mevzuunda benden hiçbir rica dinlemeyerek zaferimi müşahede buyurmanızı istirham ediyorum ” (42) demiştir. Necip Fazıl KISAKÜREK 1957 yılında Fuad KÖPRÜLÜ’ye hakaret ettiği gerekçesi ile 8 ay 4 gün ceza almış ve cezaevine girmiştir. 24 Haziran 1957 tarihinde Adnan MENDERES’e yazdığı mektupta eşi Neslihan KISAKÜREK’e yardım edilmesini istemiş; Adnan MENDERES bu talebe kayıtsız kalmayarak Neslihan KISAKÜREK’e 3000 lira yardımda bulunmuştur.(43) 19 Ağustos 1957 tarihli mektubunda ” Günlük gazeteye memur edileceksem bana bir banka kredi açar, bu kredi 150 bin lirayı geçmez, hakkım olan resmi ilan verilir, ben de o zaman gazetenin ne demek olduğunu gösterir, borcumu en kısa zamanda öder, büyük mana ve madde tesisini kurarım. Haftalık organa memur edileceksem bu iş bir defalık 25 bin lira davasıdır…”(44) diyerek resmi ilanın hakkı olduğunu ve yaptığı işin bir memuriyet olduğunu belirtmiştir. Demokrasi Yıldızı Menderes’in buna izin vermesi oldukça üzücüdür. 16 Eylül 1957 tarihli mektubunda ise “… çoluk çocuğunun aç olduğunu üç ay önce eşine verilen 3000 liranın yetersiz kaldığını,… Maraş’tan parti adayı olarak gösterilmesi için Parti Genel Başkanlığı’na başvuruda bulunduğunu,… aç evim, zindanda muzdaribim ve feci hanem ve namzetliğim bahsinde isterseniz hep birden, isterseniz bir ikisinden beni koruyunuz … “(45) diyerek maalesef yalvaran mektuplar yazmış, ayrıca 1940’ ta mebusluk başvurusu yaptığı CHP gibi, DP tarafından da 1957 yılındaki başvurusu reddedilmiştir. Necip Fazıl KISAKÜREK 1958’de hapisten çıkıp da yeniden Büyük Doğu’yu çıkarmaya karar verir vermez yine Menderes’e mektup yazarak yardım istemiştir. 14 Haziran 1958 tarihli mektubunda “Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse… Ayda 6 bin lira tahsis olunursa… Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kaalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam altı aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mukarrer bir mikyas altında kurmaktan ve göz yaşları içinde yalnız ibadet ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten başka iş kalmaz.” demiş; 19 Kasım 1958 tarihli mektubunda, “8 aylık kredi ile Büyük Doğu’yu muazzam bir haftalık halinde çıkarmamı temin buyuracak ve elime ilk masraflar için yalnız 15 bin lira lütfedecek olursanız, bu defa gayet temkinli, vakarlı, hesaplı, bütün kuvvetimi saf fikir, sanat ve ilim sahasında gösterecek fevkalade ve payidar organımı kurabilirim. …“(46) demiştir. Örtülü ödenekten para yardımı almanın Necip Fazıl KISAKÜREK için oldukça sıradan bir olay haline geldiğini ‘Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar’ adlı eserinde ki şu sözlerinden anlaşılabilmektedir: “ 26 Mayıs Perşembe akşamı … Ne oluyordu bana? .. Her gün bir harp sahnesi halinde gezdirdiğim, kanlı başımın tek pansumanı gece ve uyku, her zaman o kadar cömertken bu defa birdenbire örtülü ödeneği neden kesmişti. “ .(47) Necip Fazıl KISAKÜREK 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin ardından yapılan Yassıada duruşmalarında örtülü ödenek davasında yargılanmış ve 1952-1960 yılları arasında Adnan MENDERES’ten para aldığını kabul etmiştir. Örtülü ödenekten kendisinin yazdığı ‘ Benim Gözümde Menderes ‘ adlı kitabında “Örtülü ödenekten bana verilenleri 147 bin lira olarak tespit etmişlerdi.“(48) demiştir. Yassıada Mahkemesi iddianamesinde Necip Fazıl KISAKÜREK’le ilgili şu suçlamalarda bulunulmuştur. “Din istismacılığını geçim vasıtası yapan, muhalefet liderine yazıları ile tecavüz eden Necip Fazıl’a yekünü 147 bin lirayı tutan ödemelerde bulunulmuş, sözü geçen bir suçtan mahkum olduğu bir sırada karısı Neslihan KISAKÜREK’e muhtelif zamanlarda 5000 lira verilmiştir. “ Necip Fazıl KISAKÜREK, DP iktidarında örtülü ödenekten 147 bin lira alırken, hapiste olduğu dönemde ailesine 5000 lira para verilmiştir. 1960 yılında bir cumhuriyet altınının 108 lira olduğu düşünülürse o dönemin şartlarında oldukça iyi bir gelir elde ettiği aşikardır. Necip Fazıl KISAKÜREK’in 1954-1960 yılları arasında İstanbul Park Hotel’deki harcamalarının tutarı ise 802 bin 675 lira olduğu düşünülürse (49); örtülü ödenekten alınan paraların tamamının Büyük Doğu davasında harcandığını söylemek oldukça masum bir yaklaşım olacaktır. Günümüzde belli kesimlerin ‘üstad ‘ lakaplı Necip Fazıl KISAKÜREK için “… eğilmeden bükülmeden bir hayat yaşamıştır“ şeklinde ki sözleri maalesef doğru değildir. Adnan MENDERES’e yazılan mektuplar bunun yegane göstergesidir. 1943 yılına kadar Cumhuriyet rejimi sayesinde Fransa’ya öğrenci olarak gönderilen, Cumhuriyet’in; devlet aracılığıyla kurulan ilk bankası olan İş Bankası’nda uzun yıllar çalışan, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi kadrosunda yer alan, Yüksek Devlet Konservatuarı’na tayin edilen, rejimi konuşmaları ve eserleriyle öven, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra duygu yüklü yazılar yazabilen, Büyük Doğu Dergisinin 9. ve 10. Sayılarında Atatürk’ü övmekle beraber ‘Atatürk Yeniden Dirilecektir’ başlıklı yazılar yazabilen Necip Fazıl KISAKÜREK’in 1943 yılının sonlarından itibaren değişen siyasi atmosferde kendisine sağlam bir temel edinme amacı taşıdığı düşünülebilir. 1950 sonrasında ki yazılarında sürekli Allah’tan, Kur’an’dan, dinden söz eden, CHP’yi yerin dibine sokan, Adnan MENDERES’i , DP’yi hiç eleştirmeyip devamlı olarak öven Necip Fazıl KISAKÜREK, ABD politikasını da devamlı olarak yazılarıyla ve söylemleriyle desteklemiştir. 17 Temmuz 1959 tarihli Büyük Doğu Dergisinde yayımlanan ‘ Amerika, Dünya ve Biz’ başlıklı makalesiyle bu konuda zirve yapmış ve Sovyet Rusya’nın karşısında Amerika’nın yanında yer almamız gerektiğini şu sözlerle açıklamıştır. “Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir. “(50). 1946 ya kadar tavizsiz uygulanan ‘Tam Bağımsızlık‘ ilkesini benimsemediği de bu sözlerinden anlaşılmaktadır. Sonraki süreçte yazılarında ve konuşmalarında takipçilerine, hedefe ulaşabilmek için ‘ılımlı’ olmayı öğütlemiştir. Örneğin laiklik konusundaki öğüdü şöyledir. “Biz ne laikiz diyoruz ne laik diyoruz. Birinden biri ama söylemiyoruz. Laiklik ne iyidir ne kötüdür, diyoruz. Dikkat edin onu da söylemiyoruz. Ama diyoruz ki, laiklik dünya hükmü olan bir din hakkında kabil-i tatbik değildir. Evet, sevgili gençler, daima benim gibi konuşmaya çalışın. Çünkü davamız çeşm-i bülbül kadar naziktir, yere düşüp kırmayalım.“ Şüphesiz ki Necip Fazıl KISAKÜREK’in bu sözlerine en iyi cevap, bizzat Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazmış olduğu laiklik tanımı olmalıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK 1930 yılında kaleme aldığı ‘Vatandaş İçin Medeni Biligler’ adlı kitabında laikliği şu şekilde tanımlamıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türk Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de, bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğren.” Lakin o dönemde ve maalesef günümüzde laikliği bu şekilde anlatan siyasetçi ve düşünür çok ama çok azdır. Bir nevi meydanı Atatürk’ü kötülemeye çalışanlara karşı boş bıraktıklarını söylesek sanırım yanlış yapmamış oluruz. Necip Fazıl KISAKÜREK 1960 sonrasında da siyasi hayata eser, yazı ve söylemleriyle etki etme çabasını da hayata gözlerine yumduğu 1984’e kadar devam ettirecekti. Günümüzde Atatürk ve Cumhuriyet’i kabul etmeyen, yermeye çalışan , ‘Tarih’i yapan’a saygısızlığı erdem sayan bir grubun da en büyük dayanak noktası maalesef Necip Fazıl KISAKÜREK olacak, özellikle Cumhuriyet’in erken dönemine ait kaynaksız tarih yazıları temel alınacaktır. Levent Hacialioğlu http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365098 Dipnotlar 1. Sinan Meydan, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine EL CEVAP, İstanbul 2014 4. Basım sy 143 |
1570 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |