Prof.Dr. Hakkı Uyar'dan 'Lozan Analizi'... Bugün Lozan’a karşı olmak, Cumhuriyet’e karşı olmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olmaktır. Bu kadar açık ve nettir. Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmasıdır. Dünyanın büyük bölümünün sömürge olduğu 20. Yüzyılın başında, bağımsız devlet sayısı 60 kadardı. Bugünün dünyasında 200 civarında devlet olduğu düşünülürse dünyanın büyük bölümünün sömürge olduğu ortaya çıkar. Nitekim sömürgeci devletlerden İngiltere’ye dair aşağıdaki harita bir fikir verecek niteliktedir: Osmanlı Devleti, modernleşme çabalarıyla kurtulmaya gayret etse de, bu, sadece onun ömrünü uzatmaya yetti. 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra imparatorluk geri dönülemez bir şekilde dağılmaya başladı. Devletin son 40 yılında (1878-1918) üç büyük travma yaşandı: - 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi): Tuna vilayeti kaybedildi… - 1912 Birinci Balkan Savaşı: Kalan Balkan toprakları kaybedildi… - 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı: Kalan Arap toprakları kaybedildi… II. Abdülhamit, tahtta bulunduğu sürede savaşlardan uzak durarak devletin dağılma sürecini bir miktar yavaşlattı. Ancak bu dönemde de birçok toprak kaybı yaşandı. Mısır, Bosna Hersek, Kıbrıs… Devletin güçsüzlüğünün farkında olan II. Abdülhamit, savaşlardan uzak durmaya gayret etti. Bununla birlikte 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı yaşanmak zorunda kalındı. Bu savaşı Osmanlı, kazandı. Ancak masada kaybetti. Aldığı toprakları geri vermek zorunda kaldı. Sanırım bugün Lozan’ı eleştirenler, II. Abdülhamit’i aldığı toprakları geri verdi diye neden eleştirmez? Birinci Dünya Savaşı’nda ülkeyi yöneten kadro savaşın dışında kalamayınca kaçınılmaz son hızlandı. Savaş, Osmanlı Devleti’nin ve müttefiklerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Çanakkale hariç olmak üzere Osmanlı Devleti hemen hemen tüm cephelerde yenildi. Yenilen bütün devletler ağır ateşkes ve barış antlaşmaları imzaladılar. Bunu ilk yırtıp atan da Türkler oldu. Mondros’u ve Sevr’i tarihin çöp sepetine attılar. Bugün Lozan’ı hedef alanlar şu tabloya dikkatli bakmalıdırlar:
- Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın imzaladığı antlaşmalar: - Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) - Sevr Barış Antlaşması (10 Ağustos 1920) - Kurtuluş Savaşı sonunda Türkiye’nin imzaladığı antlaşmalar: - Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) - Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) Karşılaştıracaksak Mondros ile Mudanya’yı, Sevr ile Lozan’ı karşılaştırmalıyız. 1914 sınırları ile 1923 sınırları karşılaştırıp Lozan’da toprak kaybetmişiz demek aklı başında insanın, iyi niyetli bir insanın söyleyeceği söz değildir. 1914 ile 1920’yi, 1920 ile 1923’ü karşılaştırmak gerekir. Dolayısıyla 1914 ile 1923 sınırlarını karşılaştırmak, Birinci Dünya Savaşı’nı ve yenilgisini görmezden gelmektir. Yenilginin bedeli ağır olmuştur: Mondros’u Sevr izlemiştir. Sevr’den kurtarılabilen Lozan’dır. Bu da milli Mücadele’nin Atatürk’ün önderliğinde başarıya ulaştırılması iledir. Üstelik bu, İstanbul Hükümeti ve Padişah-Halife’ye, onların ihanetine rağmen başarılabilmiştir. Sevr, Osmanlı’nındır. Lozan, Cumhuriyetindir. Sevr yenilgi, Lozan zaferdir. Lozan’ın alternatifi Sevr’dir. İlginç bir şekilde Lozan’ı hedef alanlar genelde Vahdettin’cidir. Vahdettin de Sevr’cidir. Sevr’i kayıtsız şartsız kabul edip imzalatan adamdır. Lozan eleştirilemez mi? Elbette eleştirilebilir. Ancak insaf ölçüsünde… Mesela Misak-ı Milli sınırlarına ne ölçüde ulaştığı sorulabilir. Çünkü Milli Mücadele kadrosunun hedefi Osmanlı’yı yeniden canlandırmak gibi ham bir hayali yoktu. Onlar, Mondros imzalandığında işgal edilmemiş toprakların bağımsızlığını savunuyorlardı. Bunun için savaştılar. Tam bağımsızlık uğruna küçük tavizler de vermek zorunda kaldılar. Çünkü daha fazlası için mücadele edecek ne insan gücü vardı ne de maddi imkan (para, silah, cephane…). Örnek verecek olursak İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül’dür. İzmir’in dibindeki Urla’nın kurtuluşu 12 Eylül, Çeşme’nin 16 Eylül, Karaburun’un 17 Eylül. İzmir’den Çeşme’ye bugün otobandan 45 dakikada ulaşabiliyorsunuz bugün. O gün neden acaba bir haftada ulaşılabilmiş? 26 Ağustos’tan beri dur durak bilmeden, uyumadan savaşan Türk ordusunun gücü tükenmişti. Askeri yorulmuştu. Cephanesi bitmişti. Deniz kıyısından Urla’ya, Çeşme’ye giderken kıyıdaki süvarilerini koruyacak tek bir gemisi yoktu. Oysa Yunan donanması dahil olmak üzere İtilaf devletlerinin donanması İzmir körfezindeydi. Onlar ateş açtığında Türk süvarisini koruyacak tek bir savaş gemisi yoktu. Atatürk, Selanik doğumludur. Ordu, 9 Eylül’de İzmir’e girdiğinde Selanik’i almak istemez miydi? Doğduğu toprakları üstelik… Atatürk, bunun imkansızlığının farkındaydı. Enver’in –ve bugün bazılarının- hayalciliğine sahip değildi. Gerçekçiydi. Bir çuval inciri berbat etmeyecek kadar da büyük bir liderdi. Duracağı yeri, gücünü ve imkanlarını biliyordu. Yine de daha fazlası yapılamaz mıydı? Yapılabilirdi belki… Eğer bugün Lozan’ı eleştirenlerin dedeleri askerden kaçıp Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkıp isyan etmeseydiler... İngilizler başta olmak üzere İtilaf devletlerine ruhlarını teslim etmeseydiler… Bugün Lozan’a karşı olmak, Cumhuriyet’e karşı olmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olmaktır. Bu kadar açık ve nettir. Bugün bağımsız bir ülke olarak yaşayabiliyorsak, 93 yıldır barış içindeysek –ki tarihimizde bu kadar uzun barış dönemi yoktur- bunu Lozan’a borçluyuz. Cumhuriyet’in kurucu değerlerine sahip çıkmak, var oluşumuza sahip çıkmaktır. |
1367 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |