EĞİTİMİN SOSYAL FAYDALARI: TÜRKİYE-AB KARŞILAŞTIRMASI
Özet Toplumlar, eğitim düzeyinin artmasıyla, verimlilik arasında bağ kurmakta, bireyin yaşadığı topluma, aldığı eğitim ölçüsünde katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Eğitim etkinliklerinin nitelik düzeyinin ise bireyin yaşadığı toplumun ekonomik, sosyal, politik ve kültürel gelişiminin niteliği üzerine etki ettiği kabul edilmektedir. Bilimsel araştırmalar eğitim düzeyi ile kalkınmanın unsurları olan ekonomik büyüme, siyasal ve toplumsal gelişme arasında doğrusal ilişkiler olduğunu ortaya çıkarmıştır. İnsan kaynağının, özellikle sosyal iyileşmeye ve buna bağlı olarak ekonomik gelişmeye katkısı oldukça büyüktür. Toplumsal uyum kapsamında eğitimin sosyal faydaları; bireyin daha fazla gelir etmesi, daha az suç oranı, demokratikleşme ve yönetime katılma, bireysel sağlığını koruma olarak özetlenebilir. Eğitim bu özelliği ile sadece bireye değil, topluma da yararlar sağlamakta ve kamu refah maliyetlerini düşürmektedir. Türkiye'de nüfusun eğitim durumu, ekonomik ve toplumsal göstergeleri ile AB ülkelerinin verileri karşılaştırıldığında, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal göstergelerinin AB ortalamasına yakın olmadığı belirlenmiştir. Türkiye'nin gerekli önlemleri alarak nüfusun eğitim düzeyini yükseltmesi, üyelik sürecinin kısalması açısından önem taşımaktadır. Anahtar Sözcükler: Eğitim, eğitim düzeyi, eğitim harcamaları, gelir dağılımı Giriş Bilim ve teknolojinin üretimi, bilimsel bilginin dolaşımı, yaratıcı potansiyeli yüksek bireylerin yetiştirilmeleri sonucu ülkeler, ekonomik ve siyasi yönden önemli değişimlere uğramıştır. Hızlanan bu değişim; başta eğitim alanında olmak üzere, ülkeler arasında sürekli yenileşme ve gelişme eğilimi, daha fazla bilgi, daha yeni teknoloji amacına yönelik sınırsız bir rekabeti de hızlandırmıştır. Hızla geçen zamana paralel olarak yeni oluşumlar, teknolojik atılımlar, eğitim sistemlerini de etkilemiştir. Eğitim; bağımsız bir toplum ve ulusu oluşturacak, bireysel moral düzeyi yüksek, sağlıklı bireylerin yetiştirilmesiyle hem bireysel hem de evrensel bir kültüre sahip, zengin bir toplumu yetiştirmeyi amaçlar. Eğitimdeki tüm yenileşme ve gelişme girişimleri, toplumun her kesiminin ilgi alanına girmektedir. Eğitim, toplumda değişmelerden sorumlu olması nedeniyle değişime diğer sistemlerden önce uyum sağlamak durumundadır. Bir ülkenin refah ve mutluluğu; o ülke insanlarının nitelikli ve sürekli bir eğitim almaları ve bununla kazandıkları bilgi, beceri ile ekonomik büyümeye yapabilecekleri katma değere bağlıdır. Bunun için, sosyo-ekonomik gelişmenin en önemli itici gücü ve verimlilik artışının en önemli unsuru, toplumun eğitim düzeyidir. Eğitimin Sosyal Faydaları Toplumlar, eğitim düzeyinin artmasıyla, verimlilik arasında bağ kurmakta, bireyin yaşadığı topluma, aldığı eğitim ölçüsünde katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Bu durum, dezavantajlı grupların sayısının toplumda azalacağının da bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle büyük kentlerle birlikte kırsal alanlarda yaşayan bireylerin de eğitimine büyük önem verilmektedir (Kodrzycki, 2002, 2). Eğitim etkinliklerinin nitelik düzeyinin ise bireyin yaşadığı toplumun ekonomik, sosyal, politik ve kültürel gelişiminin niteliği üzerine etki ettiği kabul edilmektedir (Barr, 1998, 23). Bilimsel araştırmalar eğitim düzeyi ile kalkınmanın unsurları olan ekonomik büyüme, siyasal ve toplumsal gelişme arasında doğrusal ilişkiler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Araştırma sonuçları eğitim düzeyi yüksek olan ülkelerin ekonomik ve sosyal göstergelerinin de yüksek olduğunu belirtmektedir (Kaya, 1989, 29). Bir toplumda varolan insan kaynağının, özellikle sosyal iyileşmeye ve buna bağlı olarak ekonomik gelişmeye katkısı oldukça büyüktür. Bu iyileşme ve gelişiminde bireyin, aldığı eğitimin niteliği ve süresinin etkisi önemlidir. Eğitimin sosyal faydaları ile birey arasındaki ilişkiyi; bireyin aldığı eğitim ile ailesi ve kendisinin sağlık durumu, suça eğilimi, evlilik kararı, meslek tercihi vb. ile ilişkilendirmek mümkündür (Wolfe ve Haveman, 2002, 42). Eğitim bu özelliği ile sadece bireye değil, topluma da yararlar sağlamakta ve kamu refah maliyetlerini düşürmektedir (Kavak ve Burgaz, 1994, 29). Bugüne kadar yapılan çalışmalarda eğitimin sosyal faydaları, bireyin eğitim yoluyla topluma uyum sağlaması olarak genellenmektedir. (Malveaux, 2003). Toplumsal uyum kapsamında eğitimin sosyal faydaları; bireyin daha fazla gelir etmesi, daha az suç oranı, demokratikleşme ve yönetime katılma, bireysel sağlığını koruma olarak özetlenebilir (Preston ve Green, 2003,146). Eğitimin sosyal faydaları üzerine yapılan araştırmalardan bir tanesi de OECD- Avrupa Yatırım Bankasının yaptığı araştırmadır. 22 OECD ülkesi ve Asya, Afrika ve Latin Amerika olmak üzere toplan yetmiş sekiz ülkeyi kapsayan bu araştırma sonucunda, eğitimin sosyal faydaları; gelirlerdeki artış, hâlk sağlığı, düşük doğurganlık oranı, demokratikleşme, yoksulluğun ve eşitsizliğin azalması, çevre bilincinin artması ve suç oranında düşme olarak belirlenmiştir (Türkmen, 2002, 4). Türkiye'de Nüfusun Eğitim Durumu Ekonomik ve toplumsal koşulların değişmesi, eğitime giderek artan önem kazandırmaktadır. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın ön koşulu olarak kabul edilen eğitim, bireylerin çocukluktan başlayarak yaşam boyu ihtiyacı hâline gelmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere uyum sağlamak için eğitime talep artmış ve ülkeler bu ihtiyacı gidermek amacıyla çeşitli önlemler almak zorunda kalmıştır. Eğitim, bireyin yaşadığı toplumda yeteneğini, tutumlarını ve olumlu değerdeki diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçler bütünüdür (Tezcan, 1992, 142). Bu süreç, bireyin okul dışında ve içinde yaşam boyu edindiği öğrenmelerin bütününü kapsamaktadır (Varış, 1988, 19). Türk Eğitim Sisteminde de eğitim, örgün eğitim ve yaygın eğitim olmak üzere iki boyutta sürdürülmektedir. Örgün ve yaygın eğitimin amaçları ve insan profili 1739 sayılı milli Eğitim Temel Kanununda belirlenmiştir. Türk Eğitim Sisteminin genel amaçları değerlendirildiğinde; bireylerin özgür düşünceli, milli kültürü benimsemiş, meslek sahibi ve iyi bir yurttaş olmaları beklenmektedir. 1973 yılında belirlenen bu amaçların, günümüzde geliştirilmesi gereği tartışılabilir. Türk Eğitim Sisteminin amaçları ile ilgili Avrupa Sanayici ve İşadamları Yuvarlak Masasının yaptığı bir çalışmada Türk Eğitim Sisteminin amaçları değerlendirilmiş ve bu amaçlara bazı maddelerin eklenmesi önerilmiştir. Bu öneriler; iletişim, ekip hâlinde çalışma, karşılaşılan sorunları çözme, öğrenmeyi öğrenme yeteneklerinin geliştirilmesi ve yabancı dili kullanabilme olarak özetlenmiştir (Baloğlu, 1990, 11). Bu özellikler, çağımız koşullarına bireylerin uyum sağlaması açısından taşınması gereken özellikler olarak değerlendirilebilir. Millî Eğitim Temel Kanununda belirlenen genel amaçlara ulaşabilmek için eğitim sisteminde bugüne kadar çeşitli uygulamalar denenmiştir. Bu uygulamalar; program değişikliği, ders sayısını artırma veya azaltma, okul türlerinin çeşitlendirilmesi ve öğrenim süresinin değiştirilmesi olarak özetlenebilir. Eğitimin niceliksel gelişimini sağlamak için ise okul ve öğretmen sayısının artırılması, çeşitli projelerle özellikle ilköğretime kız öğrencilerin devamının sağlanması vb. amaçlanmıştır. Günümüzde Türkiye nüfusunun eğitim durumu tabloda gösterilmiştir. Tablo 1. Türkiye'de Nüfusun Eğitim Durumu Kaynak: DİE Türkiye İstatistik Yıllığı 2005, s:42 Tablo incelendiğinde nüfusun eğitim düzeyi yıllara göre yükselmektedir. Kadınların eğitim süresindeki yükseliş, erkeklere oranla daha hızlıdır. Bu sürenin önümüzdeki dönemlerde hem erkekler, hem de kadınlar için en az zorunlu eğitim süresi kadar olması beklenmektedir. Ancak tablo değerlendirildiğinde 6 yaş ve üstü grubun tümünün zorunlu ilköğretime devam etmediği anlaşılmaktadır. Tablo 2. Türkiye'de Eğitim Durumuna Göre İstihdam Edilenler (000) Kaynak: DİE - Hane Hâlkı İş Gücü Anketi Sonuçları, 2003 1990 ve 2000 yılı verilerine göre Türkiye'de ilkokul mezunlarının istihdamı oldukça yüksektir. İlkokul mezunu çalışan işgücünün niteliği ve bu niteliğe dayalı performansının yeterli düzeyde olmadığı söylenebilir. Nüfusun eğitim düzeyi ile istihdamı verileri karşılaştırıldığında; ilkokul mezunlarının diğerlerine oranla yüksek oluşu, ilkokul mezunlarının istihdamının yükselmesine neden olmaktadır. Bu durum, tarım, sanayi ve hizmetler grubunda çalışan nüfusun verimlilik düzeylerine de yansıyacaktır. Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyini belirlemede kullanılan en önemli ölçütlerden biri, o ülkenin sahip olduğu insan kaynaklarının niteliğidir. Ekonominin ihtiyaç duyduğu işgücünü yeterli sayı ve nitelikte yetiştirmiş olan ülkelerin, gelişmiş ülkeler olduğu görülmektedir. Buna karşılık geri kalmış ülkelerin çoğu, ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirme konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Türkiye'de eğitim yatırımlarının artması gereği, sürekli tartışılan bir konudur. Ancak eğitimde politik ve yasal anlamda gelişme çabaları sürdürülmekte ise de eğitim yatırımları beklenen düzeyde olmamıştır. AB'ye üye ülkeler, Türkiye'nin üye olma koşullarını yerine getirmesini önemsemektedirler. Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişimini sağlamak ve AB kriterlerine uygun duruma gelmesi için çeşitli öneriler sunmaktadırlar. Türkiye'nin bu koşullara uygun hâle gelmesinde eğitimin önemi oldukça büyüktür. AB'nin Türkiye için belirlediği koşulları yerine getirebilmesi, insan kaynağının eğitimine bağlıdır. İnsan kaynağının eğitimi ise eğitim için ayrılan finans ölçüsünde yeterli olacaktır. AB'ye üye ülkeler ile Türkiye'nin eğitim harcamaları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 3. AB Ülkeleri ve Türkiye'de Eğitim Harcamaları ve Öğrenci Başına Harcamalar (GSYİH İçinde) Kaynak: Education at a Glance: OECD Indicators-2004; DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2005 Avrupa Birliğine üye ülkelerin eğitim göstergeleri ile Türkiye karşılaştırıldığında; Türkiye'nin AB ortalamasının altında kaldığı görülmektedir. Türkiye nüfusunun ortalama eğitim süresi, AB ortalaması olan 11,7 yıl bile değildir. Bununla birlikte eğitime ayrılan bütçe ve öğrenci başına düşen harcamalar da AB ortalamasına ulaşamamıştır. Türkiye, nüfusun eğitim düzeyi ve eğitim bütçesi ile en düşük ülke durumundadır. AB ülkelerinde nüfus artış hızının Türkiye'ye oranla düşük olması, kişi başına harcanan miktarı artırmaktadır. Eğitimin sosyal faydaları her bireyin yaşadığı toplumun kalkınmasında önem taşımaktadır. Eğitimle sağlanan bir çok bilgi ve beceriler, toplumun kalkınmasına etki edeceği gibi, bireyin eğitim düzeyinin düşüklüğünden kaynaklanan bazı olumsuzlukları da azaltacağı kuşkusuzdur. Türkiye, eğitimde AB normlarına ulaşmayı hedeflemektedir. Ancak İngiltere, İsveç, Almanya, Fransa vb. birçok gelişmiş ülkenin çok gerisinde olmakla birlikte, Avusturya, Macaristan, Portekiz vb. ülkelerden de geri durumdadır. Bununla birlikte Türkiye'nin çözmekle karşı karşıya bulunduğu eğitim sorunları ile anılan ülkelerin eğitim sorunları hem nicel hem nitel anlamda farklıdır. Örneğin, Avrupa Birliğine üye ülkelerinin çoğunluğunda okumaz-yazmaz sorunu bulunmamaktadır. Gelirlerdeki Artış: İnsan ihtiyaçları, beslenme, barınma gibi zorunlu ihtiyaçlar eğitim, spor, gezi, tiyatro gibi kültürel ihtiyaçlar ve diğer lüks ihtiyaçlar olarak sınıflanabilir. Toplumda yaşayan her insanın günlük yaşantısı bir ekonomik ortam içinde geçer. (Özkalp, 1991, 27). Türk ekonomisinin, belli aşamaları gerçekleştirmiş olmakla birlikte, henüz sağlam ve sağlıklı bir yapıya kavuşamadığı ve 21. yüzyılda büyük ölçüde dış dünyaya bağımlı bir nitelik taşıyacağı söylenebilir (Kongar, 2001,257). Eğitimin bireye sağladığı faydalardan birincisi, bireylerin gelir seviyesindeki artışlardır. Bunun temel sebebi ilave eğitimin, işgücü piyasasında katma değeri daha yüksek bir iş bulmasına sağladığı katkıdır (Türkmen, 2002, 31). Eğitim düzeyi ile gelir seviyesi ilişkisinin en önemli özelliği eğitim düzeyinin yüksekliğinin, gelir düzeyinin yükselmesine etkisidir. Türkiye'de istihdam edilmiş iş gücünün eğitim ve gelir seviyesi aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 4. Eğitim-Gelir Seviyesi İlişkisi Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2005 Tablo incelendiğinde, eğitim düzeyi yükseldikçe bireyin gelir seviyesinin de yükseldiği anlaşılmaktadır. Bir yükseköğretim kurumunu bitirenlerin gelir seviyesi en yüksek düzeydedir. Tabloda dikkati çeken bir husus ise ilkokul mezunlarının ülke gelirinin en çoğunu almalarıdır. Bunun durum ilkokul mezunlarının sayıca fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir husus ise Türkiye'de meslek lisesi mezunları ile lise mezunlarının gelir seviyesindeki farklılıktır. Bir meslek eğitimi alarak iş yaşamına başlayanların hiç meslek eğitim almamış lise mezunlarına oranla daha az gelir elde etmesi oldukça düşündürücüdür. Gelirlerdeki artış ve gelir dağılımı, toplumların sürekli önemsediği, kalkınma ve refah düzeyinin artışında temel koşul olan bir unsur olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan toplumlar, ürettikleri refahın kabul edilebilir bir biçimde bölünmesi için çeşitli arayışlar içine girmişlerdir. Türkiye'de de gelir dağılımı ve gelirlerdeki artış Cumhuriyetin kurulmasından bu yana ekonomik gelişmenin göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ancak yapılan ekonomik reformlar, gelir artışında ve gelir dağılımında beklenen düzeye ulaşmamıştır. Gelir dağılımı analizinde en çok kullanılan yöntem, nüfusun yüzde dilimlerine gelirin hangi oranda dağıldığını göstermek şeklindedir. Türkiye'de yapılan çeşitli gelir dağılımı araştırmalarının sonuçları bu yöntemlerle değerlendirilebilir. Tablo 5. Türkiye'de Gelir Gruplarının % 20 ‘lik Dilimlere Göre Karşılaştırılması Kaynak: Çavuşoğlu, T.-Y. Hamurdan, 1966;> Bulutay, T.-S. Timur, H. Ersel, 197; DPT, 1976; Ersel, Y.-H. Fişek, E. Kalaycıoğlu, 1986; DİE, 1996; R.G. sayı: 25629, 2004. Türkiye'de gelir dağılımı araştırması ilk kez 1963 yılında yapılmıştır. Bu araştırmaya göre, nüfusun en düşük gelirli %20'lik kesimi, gelirin ancak %4,5'ini alırken, nüfusun en yüksek gelirli %20'lik kesimi, gelirin %57'sini almaktadır. Gelirin yarısından fazlası nüfusun %20'si tarafından kullanılmaktadır. 2003 verilerine göre ise nüfusun en düşük gelirli %20'lik kesimi 6.0 pay, nüfusun en yüksek gelirli kesimi gelirin %48'sini almaktadır. Aynı şekilde gelirin yoğunlaşmasını ifade eden “Gini Katsayı”, 1963 gelir dağılımı araştırmasında 0,55 iken, 1987'de ki araştırmada 0,43; 1994'teki araştırmaya göre 0,49 ve 2003 yılında ise %0.42 olarak hesaplanmıştır. 1980'li yılların sonuna doğru gözlenen bu sınırlı düzelmede, personel kanunundaki değişikliğin, ücretliler ve diğer dar gelirliler yararına gelir vergisi oranının azaltılmasının, vergi iadesi sağlanmasının ve toplu iş sözleşmeleri ile sağlanan ücret artışlarının etkisi olmuştur (Doğan, 1988: 24). Çeşitli araştırmalarda nüfusun en düşük gelir grubu ile en yüksek gelir grubu arasındaki fark 8 kata ulaştığında, toplumsal bunalımların ortaya çıkabileceği belirtilmektedir (Dülgeroğlu vd., 1998, 379). Türkiye'de 1994 yılında yapılan gelir dağılımında, bu fark 11 kat, 2003 yılında ise 8'dir. Bu olumsuz sonuçların sosyal bunalımlara neden olması olasıdır. Türkiye'de özellikle şehirlerde yaşayanlar için kırsal yerlerden sağlanan, tamamlayıcı veya telafi edici gelirler ve sosyal dayanışma beklenen bunalımları önlemede etkileyici bir unsur olarak kabul edilebilir. Türkiye'de gelir dağılımı oranları, eğitim düzeyi ile karşılaştırıldığında; eğitim durumları itibariyle işsizlerin, toplam işsizler içindeki oranı da dikkate değerdir. 2004 yılı verilerine göre Türkiye'deki işsizlerin % 2,2 sini okuma-yazma bilmeyenler oluştururken, bu oran lise altı eğitimlilerde %57,5 lise mezunları için % 29,1'dir. Fakat yüksek okul, fakülte veya daha üst eğitim kurumlarından mezunlar için bu oran % 11,2'ye düşmektedir (R.G., 2005, 159). Anlaşılacağı gibi eğitim düzeyi yükseldikçe çalışanların hem gelir düzeyi hızla artmakta hem de işsiz kalma riski azalmaktadır. Türkiye'de kişi başına düşen gelir düzeyi ile AB ülkelerinde kişi başına düşen gelir düzeyi karşılaştırıldığında, sonucun oldukça farklı olduğu görülmektedir. Satın Alma Gücü Paritesine Göre Cari Fiyatlarla Kişi Başına GSYİH'da Avrupa Birliği ortalaması 21.200 euro olurken, Türkiye'de bu oran sadece 5.600 euro'dur. Türkiye ortalaması 2006 yılında 7000 euro olarak beklenirken, bu oran AB ortalamasında 22.800 euro olarak beklenmektedir (DPT, 2005, 27). Türkiye'de kişi başına düşen gelir de AB ülkelerine oranla oldukça düşüktür. Türkiye'de yetersiz eğitimli insan gücünün elde ettiği gelir, Avrupa'daki işgücünün altında kalmaktadır. Bu durumda eğitimin Türkiye'de yeniden tartışılması söz konusudur. Türkiye ve AB ülkelerinin gelir dağılımı incelendiğinde, Türkiye'nin gelir dağılımı arasındaki farklılık da AB ülkelerine oranla oldukça fazladır. AB ortalamasında en düşük %20'lik dilim 7.8, en yüksek %20'lik dilim 39.4'tür. Türkiye'de ise bu dilimler, %6.0 ve % 48.3'tür. Türkiye'nin gini katsayısı 42 iken AB ortalaması 30.6'dır (DİE, 2005, 374). Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan Gini katsayısı, O ile 1 arasında bir değer almaktadır. Katsayı eğer 1'e yakın ise “tam eşitsizlik”, O'a eşit ise “tam eşitlik” söz konusudur (Dülgeroğlu ve ark., 1998, 379). Türkiye'de gelir dağımı yıllara göre incelendiğinde bu farkın eşitsizliğe yakın olduğu görülmektedir. Ekonominin genel yapısı, eğitimle kişisel gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi etkilemektedir. Eğitime ayrılan pay artığında gelir dağılımı adaleti ve milli gelir artışı yükselmektedir. Bununla birlikte eğitim kademeleri arasındaki oran da etkili olmaktadır. Eğitim kademelerini gösteren piramit ne kadar düzgün olursa eğitimin gelir dağılımını ve millî gelir artışını etkilemesi de o derecede yüksek olmaktadır (Kasliwal, 1995, 151). Eğitimin sadece kişisel geliri değil aynı zamanda gelir dağılımını da olumlu yönde etkilemektedir. Konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda, eğitim düzeyi yüksek toplumların gelir dağılımı adaletinin daha iyi sağlandığı sonuçlarına ulaşılmıştır. Örneğin, İngiltere'de 1972 yılında zorunlu eğitimin 1 yıl artırılmasının kişisel gelir dağılımı eşitsizliğini gelecekte %12 ile % 15 arasında düşürebileceği sonucuna varılmıştır (Pscacharaopulos, 1992, 482). Kişilerin gelir farklılıklarını açıklamada ebeveynlerin sosyal statüsü etkili olmakla birlikte belirleyici faktör kişinin sahip olduğu mesleki statüdür .Kişinin aldığı eğitimde bir çok faktör rol oynamaktadır, ancak ebeveynlerin aldığı ortalama eğitim ve mesleki statü çocukların alacağı eğitimde belirleyici olmaktadır. Buna paralel olarak ebeveynin sosyal statüsü ve değer yargıları alınacak eğitimi belirlemede etkindir (Ereş, 2004). Kenya'da yüksek öğrenim görmüş babaların çocuklarının yüksek öğrenim görme ihtimali, bir çiftçinin oğlunun yüksek öğrenim görme ihtimalinin 1000 katıdır. Yukarı Volta'da bir devlet memurunun çocuğunun orta öğretime devam edebilme ihtimali, düzenli bir işi olmayan işçinin çocuğuna göre dokuz kat fazladır (Çiftlikli, 1995, 161). Yoksulluğun ve Eşitsizliğin Azalması: Yoksulluk ve eşitsizlik, Gini katsayısı ve yoksulluk indeksi ile ölçülmektedir. Düşük gelirli kişilerin eğitim yoluyla gelir düzeyinin artması, yoksulluk ve eşitsizliğin azalmasına neden olmakta ve böylece sosyal refah ve adalet sistemine üzerine etki etmektedir. Bu nedenle özellikle düşük gelirli kişilerin daha iyi bir eğitim almaları sonucu gelir seviyelerinin artması, özel faydaya yol açmaktadır. Eğitim seviyesinin düşüklüğü, ortalama gelir düzeyinin düşüklüğünü açıklayan önemli bir nedendir. Eğitim düzeyi ile yoksulluk oranları karşılaştırıldığında ise sonuç yine değişmemektedir. Tablo 8. Türkiye'de Eğitim Durumlarına Göre Yoksulluk Oranları (%) Kaynak : DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, s. 376, 2005 Tabloya göre Türkiye nüfusunun yaklaşık %27'si yoksuldur. Yoksulluk oranları eğitim düzeyine göre incelendiğinde ise eğitim düzeyi yükseldikçe yoksulluk oranı düşmektedir. Bununla birlikte kırsal kesimde yaşayan nüfusun kentte yaşayanlara göre daha yoksul oldukları anlaşılmaktadır. Kırsal kesimde yoksulluk oranının yükselmesinde, eğitim hizmetlerinin kırsal kesime yeterince gitmediği ve kentleşmenin bireyin sosyo-ekonomik düzeyinin gelişmesine etki ettiğini söylemek mümkündür. Halk (kamu) Sağlığı ve Düşük Doğurganlık Oranı: Hâlk sağlığı; ortalama yaşam süresinin artması, düşük bebek ölümleri vb. kamu sağlığı ile ilgilidir. Eğitimin, hâlk sağlığı üzerine yararı, hâlk sağlığının beklenen düzeyde olması ile ilişkilidir. Bir toplumda sağlık hizmetleri nitelikli insan gücü ile sağlık kurumlarının donanımına ve sayısına da bağlıdır. Türkiye, sağlık durumu ve sağlık bakımlarına erişim açısından çoğu orta gelir seviyesindeki ve Avrupa Birliğine giriş aşamasındaki ülkenin gerisinde yer almaktadır. Hayat beklentisi, OECD ortalamasının neredeyse on yıl altındadır ve bebek ve anne ölümleri, orta gelir seviyesindeki ülkeler arasında, en yüksek olanlardan biridir. Türkiye'de sağlık sektörünün performansı yetersiz olup, sosyoekonomik kalkınma seviyesine uygun sağlık sonuçları sağlamamaktadır (UNICEF, 2004, 112 ). Aşırı doğurganlık, sağlığı hem doğrudan ve hem de dolaylı olarak olumsuz yönde etkilemektedir. Ailede çocuk sayısı ve doğumlar arası sürenin çocuk sağlığı üzerine etkisini gösteren çok sayıda araştırma vardır. Araştırma verileri incelendiğinde, ailedeki çocuk sayısı arttıkça çocuk ölümleri artmakta, çocukların hastalanma oranı yükselmekte, beslenme durumu bozulmakta ve zekâ gelişmesi gerilemektedir. Nüfusun sağlık üzerine dolaylı etkisine gelince; bilimsel araştırmalar beslenme, konut durumu, eğitim ve çevre koşulları gibi etmenlerin kişinin sağlık düzeyi üzerine etkisi olduğunu göstermektedir (TNSA, 2003). Türkiye'de eğitim düzeyi ve doğurganlık arasındaki ilişki aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 9. Türkiye'de Eğitim –Doğurganlık İlişkisi Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı 2000, Ankara Kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe, doğurganlık oranı azalmaktadır. Doğurganlık oranın azılması ise nüfus artış hızı yüksek olan yoksul ülkeler için önemli bir sosyal fayda sayılmaktadır. Tablodan anlaşılacağı üzere Türkiye'de kadının eğitim düzeyi ile doğum oranı arasında önemli bir ilişki vardır. Türkiye'de kadın nüfusun eğitim düzeyi yükseldikçe doğum oranı da azalmaktadır. Eğitimsiz ya da yetersiz eğitimli annelerin çocuk sayısı yükselmektedir. Bu durum annenin sağlığını etkilemekle birlikte annenin çocuklarını gerektiği şekilde yetiştirememesi, çocuk için harcanan paranın azalması, çocukların eğitimine yeterli ekonomik kaynak sağlanamaması vb. pek çok olumsuzluklara neden olacaktır. Türkiye'de 1998 yılında anne ölüm nedenleri ile ilgili yapılan bir çalışmada yüzbin canlı doğumda 49.2, orantılı anne ölüm hızı ise %5.1 olarak belirlenmiştir. Araştırma kapsamına giren hastanelerde 1 yıl içinde ölen annelerin %5.6'sının 19 yaşından küçük, %28.4'ü 35 yaş ve üzerinde olduğu saptanmıştır. Annelerin %10.8'i okur yazar değil, %66.7'si ilkokul mezunu ve %18'i ortaokul ve üzeri eğitim almışlardır. Ölen annelerin %62.5'inin kırsal veya yarı kırsal kesimde ikamet eden kadınlar olduğu belirlenmiştir. Annelerin %30'unun ilk gebeliği, %31.2'sinin 5 ve daha fazla gebeliği olduğu yani, her üç ölümden birinin ilk gebeliği bir diğerinin de 5. veya daha sonraki gebeliği olduğu saptanmıştır (Akın ve Mıhçıokur, 2005, 10). Türkiye'de 1965 yılında kabul edilen 557 sayılı Nüfus Planlaması Kanun'u ile çocuk sahibi olma hakkı kadına verilmiştir. Kadınlara verilen bu hakkın günümüze değin kağıt üzerinde kaldığı söylenebilir. Nüfus artış hızı AB ülkelerine oranla oldukça hızlı olan Türkiye'de kadının eğitimi yalnızca sağlığını değil, ailesinin gönencini de etkileyecektir. Çünkü aile çocuk sayısı arttıkça üyelerinin gelir düzeyi azalacaktır. Bu durum da çocukların eğitim, sağlık, kültürel vb. harcamalarının azalmasına neden olacaktır. Bununla birlikte Türkiye'de hekim başına düşen hasta sayısı, 1571; diş hekimi sayısı 4 010 ve hemşire sayısı 868'dir. Tüm hastanelerde bulunan yatak sayısı ise 180 797'dir (RG, 2005, 142). AB'ye bağlı ülkelerin sağlık göstergeleri incelendiğinde ise Türkiye'nin ortalama nüfus artış hızı, doğuşta beklenen ömür, beş yaş altı ölüm oranları oldukça farklıdır. Türkiye ve bazı AB ülkelerinin sağlıkla ilgili göstergeleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 10. Seçilmiş Ülkelerde Bazı Sağlık Göstergeleri Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2005 s. 41 Tablodaki veriler incelendiğinde, Türkiye verilerinin AB'ye üye ülkelerin tersine Ortadoğu ülkelerinin göstergelerine daha yakın olduğu anlaşılmaktadır. Hızlı nüfus artışı az gelişmiş ülkelerde görülmektedir. Aslında bu ülkelerin geri kalmışlığının nedeni de eğitim düzeylerinin düşüklüğüdür. Bunun aksine Almanya İkinci Dünya Savaşında oldukça zarar görmesine rağmen eğitimli insan gücünün etkisiyle çabuk toparlanabilmiş ve bugünkü durumunu almıştır. Bu durumun, gelişmişlik düzeyi ile eğitim arasındaki sıkı ilişkinin kanıtlarından biri olduğu söylenebilir. Demokratikleşme: Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesini gerektiren çağdaş bir yönetim tarzıdır. Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için seçmen ve seçilenlerin rollerini iyi bilmesi gerekir. Yurttaş olma bilincinin bireylere kazandırılmasında hak ve sorumluluk kavramları kritik bir rol oynamaktadır (Aydın, 2005, 12). Eğitimin sosyal faydalarına ilişkin yapılan çalışmalar, eğitim ile demokratikleşme arasında bir ilişki bulunduğu yönündedir..Eğitimin demokratikleşmeye, insan haklarına ve siyasi istikrara olumlu katkıları 15-20 yılda geribildirim vermektedir. Bu fayda, siyasi karar vericilerin dikkatinden kaçabilse de eğitim plancılarının göz önünde bulundurmaları gereken bir husustur (Türkmen, 2002, 57 ). Demokratik siyasal sistemlerle yönetilen çağdaş toplumların ilk bakışta görülen özellikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir (Kaya, 1995, 26): • Kentleşme, büyük orandaki kentli nüfus, kentsel ve kırsal kesimde benzer yaşam standardı, yüzde 10'un altına düşmüş tarımsal nüfus. • Okur-yazarlık başta olmak üzere eğitimin her düzeyinde ve kültüre ilişkin göstergelerde yüksek oranlar. • Kişi başına düşen yıllık milli gelirin yüksek oluşu, yüksek yaşam standardı, güçlü bir orta sınıf. • İleri teknoloji, sanayi ve ticarete dayalı ekonomi. • Çağdaş, toplumsal ve ekonomik süreçlere hâlkın yaygın olarak katılımı. • Yaygın sosyal ve ekonomik güvenceler. • Kişisel insiyatifin ve insan haklarının sistemin merkezi olması. Türkiye'de kentleşme olgusu, ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısını biçimlendiren temel öğelerden biridir. Yalnız tarımdaki değişmelerin ve sanayileşmenin bir sonucu değil, toplumsal değişme sürecinin de bir göstergesidir (Kongar, 2001, 549). Türkiye'de kırsal ve kentsel bölgelerde yaşayan nüfus oranları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 11. Sayım Yıllarına Göre Yıllık Nüfus Artış Oranları Kaynak: DİE, 2005 Tablo incelendiğinde Türkiye'de kentleşme oranı giderek büyümüş ve gelişmiş ülkeler düzeyine gelmiş görünmektedir. Türkiye kentleşme olgusunun temel sebeplerinden birisi kırsal kesimden kente göçtür. Kırsal kesimlerdeki yaşam koşullarının zorluğu, hızlı nüfusu artışı kente göçe sebep olmuştur.Tarım gelirinin düşük olması ve nüfus artışı, toprak paylaşımında yetersizlikler göç nedenlerinden bazılarıdır. Ayrıca teknolojik gelişmeler, tarımsal üretimde makinenin daha çok kullanılması insan gücü ihtiyacını azaltmıştır. Bununla birlikte kentlerin çekici özelliği, kente göç olayını hızlandırmıştır. Kentlerde iş fırsatları, eğitim ve sağlık olanakları kent yaşamını özendirmiştir. Bu nedenler dışında doğu bölgemizdeki illerin güvenlik ihtiyacı ve terörün etkisi de kırsal kesimden kente göçe zorlayıcı bir neden olmuştur. Kırsal kesimden kente göç ise gecekondulaşmaya neden olmuştur. Türkiye'de kent nüfusun giderek artmasına karşın istihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde; tarım sektöründe çalışan nüfusun oranı %35.2, sanayi hizmetlerinde çalışan nüfusun oranının %17.9 ve hizmetler sınıfında çalışan nüfusun oranının %46.9 olduğu anlaşılmaktadır (Resmî Gazete, 2004, 159). Sanayi hizmetlerinde çalışan nüfusun düşük olmasında teknolojinin gelişimi, üretilmesi ve kullanılmasında yetersizliklerin olması söz konusudur. AB'ye üye ülkeler ile Türkiye'de teknolojinin üretimi ve kullanılması ile ilgili bazı veriler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 12. Teknoloji Kullanımı Kaynak: The World Bank Indicators, 2005 Tablo incelendiğinde, Türkiye'nin Avrupa ülkelerine oranla oldukça az oranda teknoloji ürünü ürettiği ve ihraç ettiği anlaşılmaktadır. Eğitim düzeyi ile tablodaki ülkelerden geri kalmış olan Türkiye'nin teknoloji üretiminin bu ülkelere yakın veya dana yüksek olması da beklenmemektedir. Mobil telefon kullanımında da geri olan Türkiye'nin günümüzde iletişimin ve bilgi edinmenin en önemli aracı olan interneti de diğer ülkelere oranla kullanamadığı anlaşılmaktadır. Eğitim-demokratikleşme arasındaki ilişkiyi belirleyen önemli göstergelerden bir tanesi de seçime katılma olarak gösterilebilir. Türkiye'deki seçime katılım ile ilgili veriler aşağıda gösterilmiştir. Tablo 13. Genel Seçimlere Katılma Oranları Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı s: 125, 2005 Seçime katılım oranları incelendiğinde; seçime katılma veya diğer değişle oy kullanma Türkiye'de her geçen seçim döneminde azalmaktadır. Bir ülkenin demokratikleşme sürecinde en önemli etkenlerden bir tanesi olan seçime katılımın Türkiye'de azalmasında çeşitli sosyolojik ve psikolojik nedenler olabilir. Eğitimle demokrasi arasındaki ilişkilerin genelde üç şekilde olduğu düşünülür. Bunları; sağlanan faydanın kişinin kavrama yeteneğine bağlı olup olmadığının, kavrama yeteneğinin, demokrasinin desteklenmesiyle pozitif bir ilişki için de olduğu konusunda bir görüş birliği bulunduğu şeklinde ifade edebiliriz . Bazılarına göre ise eğitimin kendisi demokratik değerlerin öğretilmesi ve benimsetilmesinde kullanılmaktadır (Lott, 2005). Türkiye'de demokrasinin geçerli olabilmesi, öncelikle bireyin demokrasiyi kavramış ve benimsemiş olmasına bağlıdır. Demokrasi eğitiminin okullarda verilmiş olması bireyin demokrasiyi öğrenmesi ve yaşaması için önemli bir unsurdur. Ancak demokrasi sadece okulda öğrenilerek değil, yaşanarak da öğrenilir. Günümüz Türkiye'sinde demokrasinin zaman zaman tartışılması, demokrasinin tam olarak kavranamadığını göstermektedir. Çevre Bilincinin Artması: Eğitim ile çevre bilinci arasındaki en önemli göstergelerden birisi, orman alanlarının azalmasıyla ilişkilidir (Türkmen, 2002, 40). Eğitim, bilgi üretimi ve bilginin yaygınlaştırılması, çevre bilincinin artmasına neden olmaktadır. Çevrenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi eğitim düzeyine ve niteliğine bağlı olmaktadır. Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Bir başka ifade ile çevre, bir organizmanın var olduğu ortam yada şartlardır ve yeryüzünde ilk canlı ile birlikte var olmuştur. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması, genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlamıştır. İnsan yaşamı çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevresiyle oluşturduğu doğal dengeyi meydana getiren zincirin hâlkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip, bu dengenin bozulmasına sebep olmakta ve çevre sorunlarını oluşturmaktadır (ÇOB, 2005). Çevre, çevre sorunları ve bu sorunların çözümü yönündeki politikalar, son dönemlerde siyasal ekonomik tartışmaların odağına yerleşmiştir. Çevre sorunlarının doğal yaşamı ve insanlığı tehdit edici noktaya gelmesi, sorunun yaşamsal önemini de ortaya koymuştur. Böylece çöp sorunundan su kirliliğine, erozyondan iklim değişikliğine kadar uzanan bir dizi çevresel sorun, konuya bütünsel ve çevre bilimsel bir yaklaşımla çözüm getirme gereğini de tartışılmaz kılmıştır. Çevre bilincine sahip olmak, temel insan haklarının eşitlik ve adalet ilkelerini içine alan çağdaş insan davranışlarının çerçevesini oluşturmaktadır. Çağdaş insanın çevre bilinci, eşitsizlikle, yoksullukla, açlıkla, ahlâk yapıları ile mücadeleyi de getirmektedir. Bu nedenle çevre bilincinin yerleşmesi için çevre eğitiminin düzenli, tutarlı ve sürekli bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Nalçacı, 1993,14). Eğitimin özünde benimseme olgusu, temelinde sevgi ve sorumluluk duygusunun geliştirilmesi yatar. Doğa sevgisi beraberinde insancıllığı, iyiliği, güzelliği, uygar, barışçıl ilişkileri de getirecektir. Bu bilinçlenme ancak çağdaş bir eğitim düzeni ile kazandırılabilir. Türkiye'de kamu yatırımlarının çevre koruma ile ilgili önlemleri ele alındığında, kamunun çevre korumada çeşitli önlemler aldığı ancak bu önlemlerin yeterli düzeyde olmadığı ayrıca Türkiye'nin kuraklık alanları incelendiğinde ülkenin önemli bir bölümünün kurak bölge olduğu anlaşılmaktadır. (DİE; 2004, 21). Türkiye'nin ormanlık bölgelerinin, tarla veya arsa olarak kullanmak amacıyla yakıldığı bilinmektedir. Bununla birlikte, ormanlık bölgelerin dikkatsizlik sonucu korunamadığı da diğer bir gerçektir. Tüm bu olumsuzlukların en aza indirilebilmesinde eğitim payı oldukça büyük olacaktır. Suç Oranında Düşme: Suç, yüzyıllar boyunca toplumların üzerinde durdukları ve karşı önlemler aldıkları toplumsal bir sorun olmuştur. Suç evrensel bir olaydır. Tarihin en eski devirlerinde beri vardır ve var olmaya devam edecektir. Suç oranlarının düzeyi ile bireylerin eğitim düzeyi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Özellikle ortaöğrenim kademesindeki eğitimin suç oranlarının düşmesindeki payı büyüktür. Günümüz insanlarının karşı karşıya oldukları önemli bir sorun, sosyal yapılardaki bozulmalardır. Bunun en çarpıcı göstergelerinden birisi de yasalara aykırı davranışlardaki büyük artıştır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Suç Önleme Merkezi'nin hazırladığı “Evrensel Suç ve Adalet Raporu” tüm dünya ülkelerini kapsayan şu genellemeleri içermektedir (UN, 2001): • Ortalama olarak, suç oranları 1980'lerde olduğu gibi, 1990'larda da yükselmeye devam etmektedir. • Dünyanın neresi olursa olsun, beş yıllık bir periyotta, büyük şehirlerin sakinlerinin üçte ikisi en az bir kere suç sayılan fiillerin hedefi olmaktadır. • Evrensel olarak ciddi suçlara hedef olma olasılığı (soygun, cinsel suçlar, saldırı) beşte birdir. • Son yıllarda yasa dışı uyuşturucu madde türleri sayıca artmış ve nitelik olarak da çeşitlenmiştir Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi suç ve suça yönelik eylemler çeşitli yasal düzenlemelerle önlenmeye çalışılmaktadır. Suçun, psikolojik ve sosyolojik temelleri olduğu gibi suça yönlenmede eğitimin de etkisi büyüktür. Eğitim ve suç arasındaki çeşitli neden-sonuç ilişkisine rağmen, pek çok kişi tarafından benimsenen bir araştırmada: eğitimin suç miktarını azalttığı kabul edilmektedir (Lott, 2005). Yetişkinler dışında gecekondulaşmanın yoğun ve sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu şehir bölgelerinde çocuk suçluluğunun da daha fazla olduğu görülmektedir. Gecekondu bölgelerindeki ekonomik olumsuzluk , kadının çalışma zorluğu, doğurganlığın yüksekliği, gençlerin ve çocukların yeterince eğitilmesini engellemektedir (Hancı vd.,1996, 7). Bu gelişim yetişenlerin suçlu olabilme imkanlarını arttırmaktadır. Bu bölgelerdeki işgücünün emilemeyişinin doğurduğu işsizlik durumu da suça itici bir etken olarak düşünülebilir Tablo 14. Eğitim Durumuna Göre Cezaevine Giren Hükümlüler Kaynak: DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2005 Tablo incelendiğinde, eğitim ile suç işleme oranlarının yakın ilişkisi olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi arttıkça suç işleme eğilimi azalmaktadır. Suçun eğitimle ilişkisini, ekonomik gelir, kültür, çevre, akılcılık vb. olarak yorumlamak mümkündür. Çünkü eğitimli insanın, yeterli ekonomik gelire sahip, akılcı düşünebilen, belli bir kültür birikimi ve çevreye sahip olduğu düşünülmektedir. Eğitimli insanın sorunlarını akılcı yaklaşımlarla çözmeye eğilimli olması suça eğilimi azaltmaktadır. AB ülkelerinde de suç oranları yıllara göre artmaktadır. Örneğin Almanya'da erkekler, kadınlara göre daha fazla suç işlemektedirler. Bununla birlikte Almanya'da ülke genelinde suç işleme oranı erkeklerde binde 3. 8'dir. Kadınlarda ise binde 0.2'lerde kalmaktadır. Avusturya'da ise suç eylemleri 2003 verilerine göre %8 oranında gerçekleşmiştir. Çek Cumhuriyetinde suça yönelik eylemler toplam nüfus içinde 66.000 olarak belirlenmiştir. İrlanda'da suç eylemleri yıllara göre azalmış ve 2004 verilerine göre % –2.22'ye düşmüştür. Finlandiya'da 2004 verilerine göre toplam nüfus içinde 783.838 kişi suç işlemiştir (EU, 2005). Bu sonuçların AB ülkelerindeki eğitim dışındaki nedenlerin suç oranlarını yükselttiği düşünülebilir. Bu durumun AB ülkelerinde her geçen yıl işsizlik oranlarının artmasından kaynaklandığı olasıdır. Eğitimin ülke genelinde etkisini özetlemek gerekirse; DİE'nin verilerine göre Türkiye'nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayanların eğitim düzeyinin düşük olduğu; bu bölgelerde doğurganlık hızının %7 oranına çıktığı; bebek ölüm hızının %70'e ulaştığı; çocuk ölüm hızının %21 olduğu; öğretmen sayısının yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bu bölgelerde yükseköğretim görenlerin sayısı, okur-yazarlık oranı, doktor ve hastane yatak sayısı, elektrik tüketimi, kişi başına tarımsal kredi kullanma oranı, kişi başına ithâlat/ihracat sayısı, kullanılan telefon kontör sayısının en az olduğu belirlenmiştir (DİE, 2004, 3-87). Eğitim hizmetlerinin en az düzeyde sunulduğu ve kabul edildiği doğu illerimizin, eğitimin sosyal faydalarından yararlanabilmesi ise bu sonuçlara göre olası değildir. Sonuç Eğitim, bireylere çevrelerinde oluşan değişmelere uyum sağlayabilmeleri için yeni davranışlar kazandırmakla yükümlüdür. Eğitim sisteminin bu yükümlülüğünü yerine getirebilmesi, hızla değişen bilgi ve teknolojiye ayak uyduracak bir niteliğe erişmesi ile mümkündür. İnsanı, hem çevredeki değişmelere uyum sağlayacak hem de değişme yaratacak yeterliliğe ulaştırmak eğitimin görevi olunca, eğitim sisteminin sürekli bir değişme ve yenileşme içinde olması gerekmektedir. Bir ülkenin refah ve mutluluğu; o ülke insanlarının iyi ve sürekli bir eğitim almaları ve bununla kazandıkları bilgi, beceriyle ekonomik büyümeye yapabilecekleri katma değere bağlıdır. Bunun için, sosyo-ekonomik gelişmenin en önemli itici gücü ve verimlilik artışının en önemli unsuru, topulumun ve işgücünün eğitim düzeyidir. Nitelikli insan gücü ihtiyacının karşılanması, dışa açılma ve uluslar arası rekabet gücü kazanma çabası içinde olan ekonomimiz için hayatî önem taşımaktadır. İşgücünün nitelik ve verim düzeyinin yükseltilmesi, sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kalkınmanın desteklenmesi ve hızlandırılması, değişmenin ve geliştirmenin anahtarı olan eğitimin görevi olduğu bir gerçektir. Geleneksel eğitim sistemleri, bilim ve teknolojide hızlı gelişmeler, sosyo-ekonomik küreselleşme ve bilgisayar kullanımı, toplumun dönüşümü ve çağın değişmesiyle değerini kaybetmektedir. Bu nedenle eğitim kavramlarının amaçlarına yönelik eğitim reformu için kapsamlı bir plan hazırlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Bu planın uygulamaya konulmasında hâlkın desteği ve planı anlaması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bununla birlikte, endüstri, sivil toplum örgütleri, okul yönetimi ve öğretmenler de buna olumlu yaklaşım göstermelidirler. Ülkemiz nüfusu bakımından dünyanın 15. sırasında yer almakta olup tarım toplumundan hızla sanayi ve hizmet toplumuna geçme çabası içindedir. Bunun gerçekleşebilmesi; bireylerin eğitiminde, üretim için eğitim ilkesinden hareketle, iş alanlarının gereksinimi olan bilgi, beceri ve alışkanlıkları kazandıracak bir eğitim-öğretim ortamının oluşturulması ile sağlanabilir. Küreselleşen dünyamızda arzulandığı şekilde ülkemizin yer alması, sosyal ve ekonomik alanlarda başarılı olabilmesi, çağın gereklerine uygun bir eğitim sistemiyle ve yüksek nitelikli bireylerin yetiştirilmesiyle mümkün olacaktır. 21. Yüzyılda, Türkiye'nin daha fazla gelişmesi için; verimli insan kaynaklarının fark edilmesi ve amaçlanan sistemlerin gerçekleştirilmesi gereklidir. Bunun için eğitim ve teknolojinin alt yapısı güvenli olarak kurulmalıdır . İlerleme ve araştırma-geliştirme planları için işbirliğini içeren, kapsamlı stratejiye dayalı devlet politikalarının belirlenmesi ve stratejik planlamanın yapılması gerekmektedir. AB'ye girme sürecinde eğitimin tüm ülke genelinde yaygınlaştırılması, sadece bireylere değil tüm ülkeye etki edecektir. Eğitimli bireylerin ülkenin kalkınmasında göstereceği etkilerin en yüksek düzeye çıkarılabilmesi için, eğitimin önemi ve gereği tüm ülke insanlarının benimsemesi gereken bir konudur. Bu nedenle özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde eğitimin yaygınlaştırılması gerekmektedir. Kaynakça AKIN, Ayşe ve Sare MIHÇIOKUR (2005). Kadının Statüsü ve Anne Ölümleri. Yaşlanan Kadın Sempozyumu. HÜKSAM: Kadın Sorunları ve Araştırma Merkezi, Ankara. AYDIN, İnayet (2005). “ Demokrasi ve Eğitim.”, Çankaya Eğitim Dergisi , Yıl:1 sayı:1 Ocak-Şubat-Mart, ss.12-13. BALOĞLU, Zekai (1990). Türkiye'de Eğitim TÜSİAD Yayınları, İstanbul BARR, Nicholas (1998). The Economics of The Welfare State (3rd edit.). Oxford Universty Press, Oxford. BULUTAY, T, S. Timur, H. Ersel (1971). Türkiye ‘de Gelir Dağılımı 1968, SBF Yayınları, Ankara. ÇAVUŞOĞLU, T. Ve Y. Hamurdan (1966). Gelir Dağılımı Araştırması 1963, DPT Yayınları, Ankara. http://www.cevreorman.gov.tr/co_00.htm.Çevre ve Orman Bakanlığı 10 Temmuz 2005 ÇİFTLİKLİ, Mehmet (1995) Sosyal Barış Açısından Dünyada ve Türkiye'de Gelir Dağılımı, Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası Yayını, Bakü. DİE (1990) Hanehâlkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketi Gelir Dağılımı, 1987 DİE Matbaası, Ankara. (1996) Hanehâlkı Gelir Dağılımı Anketi Geçici Sonuçları, Haber Bülteni. DİE Matbaası, Ankara (2000) Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE Matbaası, Ankara. (2003). Hanehâlkı İşgücü Anketi, DİE Matbaası, Ankara. (2004). İl Göstergeleri, 1980-2003, DİE Matbaası, Ankara. (2005) Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE Matbaası, Ankara. DPT. (2005). AB Üyesi Ülkelerde ve Aday Ülkelerde Ekonomik Gelişmeler. DPT Yayınları, Ankara. (1976.) Gelir Dağılımı 1973 , DPT Yayınları, Ankara. DOĞAN, Alptekin (1988). Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Toplumun Çağdaş Standardının Yükseltilmesi,DPT Yayınları, Ankara. DÜLGEROĞLU, Ercan., M. AYTAÇ, T. BAŞTAYMAZ (1992). Kentlerde Yaşayan Ücretli Kesimin Telafi Edici ve Tamamlayıcı Gelir Kaynakları: Bursa Örneği, Friedrick Ebert Vakfı Yayınları, Bursa. EREŞ, Figen (2004). Milli Eğitim Bakanlığında Kariyer Yönetimi, Gazi Ün. Eğt. Bil. Ens. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara. ERSEL, Y. - H. Fişek, E. Kalaycıoğlu (1986). Türkiye ‘de Sosyo-Ekonomik Öncelikler, Hane Gelirleri, Harcama ve Sosyo-Ekonomik İhtiyaçlar Üzerine Araştırma Dizisi, Cilt 2, TÜSİAD Yayınları, İstanbul. Europen Union, 2005. Kaynak: http://statbel.fgov.be/info HANCI Hamit, AKÇİÇEK E, AKTAŞ E, BATUK G, COŞKUNOL H, EROL, A (1996). “ Çocuk Suçluluğuna Ekolojik Bir Yaklaşım: Çocukların Oturdukları Şehir Bölgeleri”, Eğitim Dergisi Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, 1, ss.185-190. H.Ü. Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye'de Nüfus ve Sağlık Araştırması , 2003 Kaynak: http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2003/ KASLIWAL, Pari (1995). Development Economics , S. Western Collage Publisihing, Ohio. KAVAK, Yüksel ve BURGAZ, Berrin (1994). Eğitim Ekonomisi, Pegem Personel Geliştirme Merkezi Yayınları Yayın No:14, Ankara. KAYA, Y. Kemal (1989). Kalkınmada Eğitimin Rolü, Eğitim Bilimleri Sempozyumu.İnönü Ün.Eğt. Fak. 15-17 Haziran, Malatya. KODRZYCKİ, Yolanda (2002). Social and Nonmarket Benefits From Education in An Advanced Economy,Conference Series 47 Education in the 21st Century: Meeting the Châllenges of a Changing World. Federal Reserve Bank of Boston Publishing, Boston. KONGAR, Emre (2001). 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul. MALVEAUX, Julianne (2003). The Social and Economic Benefits of Higher Education. Researh Report: 2. Last Word Productions NALÇACI, Cengiz (1998). “ Çevre Bilinci.” Anadolunun Sesi Dergisi. Başbakanlık Yayınları, Sayı:143. LOTT, .John. (2005) Eğitim Niçin Devlet Tarafından Sunulmaktadır. (Çev. Metin MERİÇ) Kaynak: (http://www.canaktan.org/ekonomi/ozellestirme/kamu-ekonomisi-genisleme/meric-lott-education.htm. OECD. Education at a Glance, OECD Indıcators 2004. ÖZKALP, Enver (1991). Davranış Bilimlerine Giriş, A.Ü. Yayınları, Eskişehir. PRESTON, John ve A.GREEN (2003). The Macro-Social Benefits of Education, Training and Skills in Comparative Perspective. Wider Benefits of Learning Research Report No:9. The Center Research on The Wider Benefits of Learning Institute of Education Publishing, London. PSACHARAOPULOS, G.(1992). “The Contribution of Education to Economic Growth: International Comparisons,” in Blaug, Mark (Ed), The Economic Valuc of Education: Studies in The Economics of Education , Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge. Resmi Gazete (2004). 31 Ekim 2004, 25629. Sağlık Bakanlığı, AÇSAP Genel Müdürlüğü (2000). Türkiye'de Hastane Kayıtlarından Anne Ölümleri ve Nedenleri Araştırması , Sağlık Bakanlığı Yayınları, Ankara. TEZCAN, Mahmut (1992). Eğitim Sosyolojisi. , Zirve Ofset, Ankara. TÜRKMEN, Fatih. (2002 ). Eğitimin Ekonomik ve Sosyal Faydaları ve Türkiye'de Eğitim Ekonomik Büyüme İlişkisinin Araştırılması , DPT Yayınları, No:2655 Ankara. United Nations. Commission on Crime Prevention and Criminal Justice, 2001:Vienna Kaynak:(http://www.unodc.org/pdf/crime/10_commission/2e.pdf) UNICEF. Dünya Çocuklarının Durumu, 2004. UNICEF Türkiye Temsilciliği, Ankara VARIŞ, Fatma (1988). Eğitim Bilimine Giriş . A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara. WOLFE, Barbara and R. HAVEMAN (2002). Social and Nonmarket Benefits From Education in An Advanced Economy. Conference Series 47 Education in the 21st Century: Meeting the Châllenges of a Changing World. (Ed: Yolanda Kodrzycki). Federal Reserve Bank of Boston Publishing, Boston. The World Bank Indicators , 2005 Kaynak: http://devdata.worldbank.org SOCIAL CONTRIBUTION OF EDUCATION IN TURKEY: COMPARISON OF TURKEY AND EUROPEAN UNION Abstract Societies establish a relationship between the increase of education level and productivity and believe that people make some contribution to his society proportional to the education they received. It is admitted that quality level of educational activities has an influence on the quality of economic, social, political and cultural development of the society. Scientific researches reveal that there is a linear relationship among economic growth, political and social development which are components of development. Human has a great contribution on social improvement and accordingly on economic growth. Within the context of social consistency, social benefits of education can be summarized as having more income, less crime rate, being characterized by the principles of democracy and participation in administration and protecting the individual health. With this feature, education is useful not only for individual but also for the society and decreases the cost of public welfare. As the education level of the Turkish population with its economic and social indicators is compared to data of European Union countries , it is determined that economic and social indicators of Turkey is not close to EU average. It is important for Turkey to increase the education level by taking the necessary precautions as this will shorten the membership process. Key Words: Education, level of education, expenditure on education, share of income | |
2096 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |