15 Temmuz Fethullahçı darbe girişiminin başarısız olmasının ardından akıllarda beliren en büyük kuşkulardan biri de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın nasıl kurtarıldığı oldu.
Akar, 16 Temmuz sabahı, Skorsky helikopterle Başbakanlığa indirildi, basına operasyonla kurtarıldığı bilgisi verildi ancak, Akar'la beraber helikopterden inen Tümgeneral Mehmet Dişli darbeci olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Odatv Ankara Temsilcisi Müyesser Yıldız bu durumdaki çelişkiye işaret ederek Hulusi Akar'ı darbecilerin Çankaya'ya indirdiğini, Akar'ı indiren Skorsky'nin pilotunun da darbeciler arasında ve halen firari olduğunu askeri kaynaklarına dayanarak iddia etti.
Yıldız Akar'ı rehin alanların ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk'ün olayla ilgili polise çelişkili ifadeler verildiğinin altını çizdi.
Müyesser Yıldız'ın yazısı şu şekilde;
MİT, darbe hazırlığından haberdar ediyor... Genelkurmay Başkanı talimatlar veriyor... 5 saat sonra en yakın adamı “mecbur” kalmış pozlarında yönetime el konduğunu belirtip, onu bildiriyi imzalamaya ikna etmeye çalışıyor... 5 saat önce istihbaratı almış olan Genelkurmay Başkanı inanmıyor, “Şaka yapıyorsunuz” diyor...
Sonra “derdest” edilip, götürülüyor...
Karargâhtaki en yakın adamının darbeci başı olduğunu tam o esnada öğreniyor... Ama tutulduğu Akıncılar Üssü'nde onunla oturup, çay içiyor...
Ertesi sabah Bordo Berelilerin bu üsse düzenlediği operasyonla kurtarıldığı müjdelendiği halde, Başbakan Binali Yıldırım'la yapacağı basın toplantısı için Çankaya Köşkü'ne, Karargâhtaki darbeci başıyla geliyor... Dahası darbecilerin elindeki Skorsky'le... Daha dahası, Skorsky'i kullanan da darbecilerle birlikte hareket eden bir pilot... Darbeci başı orada, “Bu darbeciymiş” denilerek, polise teslim ediliyor, ama pilot Skorsky'i alıp gidiyor... Gel de, “Bu ne cesaret? İnsan hiç cellatlarıyla aynı helikoptere biner mi? Ya helikopteri düşürselerdi?” diye sorma?..
Çok berbat bir şaka veya senaryo gibi, değil mi?
Ben yazmadım... Darbeye “direnen” kahramanların konuşmaları ve darbecilerin ifadelerinden an itibarıyla çıkan tablo bu.
KARARGÂH BU İŞİN NERESİNDE?
Genelkurmay Başkanlığı'nın dün “darbe süreciyle” ilgili olarak yaptığı açıklamayla birlikte herkes Karargâhın bu işin neresinde olduğunu merak etmeye başladı.
Üzerinde en çok durulan, MİT 5 saat önce istihbarat verdiği halde neden tedbir alınmadığı... Ve bazı komutanların nasıl olup da düğünlere katıldığı...
Bunlar çok önemli, ama sorulması gereken başka konular da var. O gece Genelkurmay Karargâhında ve sonrasında yaşananlara dair bilinenler şöyle:
Darbeciler Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın odasına girip, bildiriyi imzalatmaya çalışıyor. Akar ikna olmayınca en güvendiği isimlerden, AKP milletvekili Şaban Dişli'nin kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli “darbecilerden” değilmiş gibi davranıp, Akar'ı işin bittiğine ve bildiriyi imzalamaya ikna etmeye çalışıyor.
Olmayınca Akar'la birlikte kendisini de “derdest” ettirip, helikopterle Akıncılar Üssü'ne gidiyorlar. “Derdest” ettirilen diğer komutanlar da buraya götürülüyor.
Ertesi sabah Özel Kuvvetler'in Üsse düzenlediği operasyonla Akar kurtarılıyor, ama diğer rehineler darbecilerle pazarlıktan sonra ancak akşama doğru serbest kalıyor.
HULUSİ AKAR NASIL KAÇIRILDI?
Darbeciler tarafından “rehin” alınan tüm komuta kademesi için geçerli, ama şimdilik sadece Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın öyküsündeki çelişkiler ve bilinmezlere dikkat çekmek istiyorum.
Bunun için de dün Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklama, bir yandan darbecilerle pazarlığa gönderilen, öte yandan darbecilerin başı olduğu gerekçesiyle tutuklanan Hava Kuvvetleri eski Komutanı ve YAŞ Üyesi Akın Öztürk, yine darbecilerin Karargâhtaki başı olduğu ve Akar'ı iknayla görevlendirildiği belirtilen AKP Milletvekili Şaban Dişli'nin kardeşi Tuğgeneral Mehmet Dişli, Akar'ın Yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan'ın ifadeleri ile Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü'nün anlattıklarından yararlanacağım. Tabii bunlara bir de bendeki bilgileri ekleyeceğim.
Genelkurmay'ın açıklamasında şöyle bir bölüm vardı:
“Bünyemizde ur haline gelen, kendilerine emanet edilen ve düşmana karşı kullanılması gereken silahları devletimize, silah arkadaşlarına ve halkımıza karşı kullanmakta tereddüt dahi etmeyen illegal çete mensubu terörist hainler (FETÖ) tarafından ihanet belgesi olan sözde (2 numaralı) bildirinin Genelkurmay Başkanınca imzalanması ve televizyonda okunması yönünde kendisine tehdit ve zorlamada bulunulmuştur. Hainlerin bu talepleri Genelkurmay Başkanı tarafından hakaret içeren ifadelerle, hiddetle ve kesinlikle reddedilmiştir.”
Akar'ı sözde bildiriyi imzalamaya zorlayan, Akar'ın da “hakaret” ettiği kişi kim? Tuğgeneral Mehmet Dişli. 16 yıldır neredeyse yanından hiç ayırmadığı, gittiği her yere götürdüğü, en güvendiği kişi. Nitekim Dişli de Savcılık'ta verdiği ifadede Akar'a yakınlığını, “Komutan Hulusi Akar’la 16 yıldır birlikte çalışırım. Yakınen tanırım, görüşürüz. Bana güvenir” diye anlattı.
O gece Dişli'nin, Akar'ın yanında bildiriyi mecburen getirmiş gibi yaparken, dışarı çıktığında darbecilere talimat yağdıran kişi olduğunu, hatta Akar'ın “derdest” edilmesi esnasında, “Anlamaması için benim ellerimi de kelepçeleyin” dediğini, ama Akar'ın o esnada Dişli'nin de onlardan olduğunu “anladığını” belirtip, Dişli'nin “Akar'ın kaçırılması” konusunda söylediklerine geçelim. Dişli'nin anlatımı şöyle:
“... TRT’de muhtıra yayınlayacaklarını, gözlerini karartıklarını sizin bu bildiriyi imzalamanızı istediklerini belirttim. Daha sonrasında özel harekatçı giyimli kişiler içeriye girip, Genelkurmay Başkanını derdest edip, plastik kelepçe taktılar. Buna direndim. Komutanı yerden kaldırdım. ‘O bizim komutanımız’ diye tepki gösterdim. Hatta düşen apoletlerini alıp yerine taktım. Alçak uçuş yapan uçakların bombalama yaptıklarına ilişkin sesler gelmeye başladı. Darbecilerle görüşüp, Genelkurmay Başkanı’nın güvenli bir yere götürülmesini ilettim. Helikoptere bindik, Akıncılar Üssü’ne geldiğimizi fark ettik.”
Şimdi Mehmet Dişli'nin fonksiyonunu ve o anı bir de Akar'ın Yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan'dan dinleyelim. Türkkan ifadesinde şunları söyledi:
“15 Temmuz öğleden sonra Tümgeneral Mehmet Dişli'nin odasına gittim. O da cemaatçidir. Bize 'Genelkurmay Başkanı'na sen Kenan Evren olacak mısın olmayacak mısın diye soracağım' şeklinde beyanda bulundu. Dişli, Akar Paşa'nın teklifi kabul edeceğini düşünüyordu. Ancak Akar teklifi kabul etmedi... Saat 20.00-21.00 arasında Genelkurmay Başkanı makamındaydı. Akar en son MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la görüştü. Fidan makamdan ayrıldıktan sonra Özel Kuvvetler'den 20 civarında tam teçhizatlı asker Karargâh'a girdi. Dişli de oradaydı. 5 dakika sonra Dişli çıktı bize 'girin' dedi. İçeri girdiğimizde Akar Paşa bize, 'Yanlış yapıyorsunuz' dedi. Özel Kuvvetler onu götürdü. Sürekli bize 'Yanlış yapıyorsunuz' diyordu. Ben orada kaldım. Dişli Paşa beni telefonla arayarak, komutanının eşini aramam konusunda isteği olduğunu söyledi. Ben de hanımefendiyi askeri hattan aradım. Hanımefendi konuşurken gözyaşlarına boğuldu.”
Son olarak Hürriyet'ten Abdülkadir Selvi'nin, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü'ye atfen yazdıklarına bakalım:
“Saat 21.30’da Genelkurmay Başkanı’nın sesi karargâhta çınlıyor. Hulusi Akar’ın bağırması üzerine Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü yerinden fırlıyor, makama çıkıyor. Makama ulaştığında 20-30 civarında özel kuvvetler mensubunun koridorda olduğunu görüyor. 'Ne oluyor, tatbikat mı var' diye tepki gösteriyor. Bu sırada Akar’ın kapısı yarı açık. Genelkurmay Başkanı makam masasında değil, çalışma masasında. Yanında Genelkurmay 2. Başkanı ve Stratejik Dönüşüm Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli. Ertuğrul Gazi Özkürkçü olağanüstü bir şey olduğunu anlıyor. Komutanın odasına girmeye çalışınca Özel Kalem Müdürü Albay Ramazan Güzel omuzundan tutarak atıyor. Özkürkçü’nün karşılık vermesi üzerine, 'Bunu da alın' diye talimat veryor. Üç bordo bereli Ertuğrul Gazi Özkürkçü’nün üzerine çullanıyor. Eller arkadan kelepçeleniyor, ayakları bağlanıp yan odaya alınıyor. Özkürkçü, kapının açık olan bölümünde olanları görüyor, konuşulanları duyuyor. Mehmet Dişli, Genelkurmay Başkanı’nı darbenin başına geçmesi için ikna etmeye çalışıyor. Az sonra kapıyı kapatıyorlar. Bu kez yeni bir gürültü duyuluyor. Genelkurmay Başkanı’nın özel kalem müdürü tarafından makama çağrılan Kara Kuvvetler Komutanı Org. Salih Zeki Çolak derdest edilip, İkinci Başkan’ın odasına alınıyor. Akar, darbecilerle işbirliği yapmayınca Genelkurmay’ın bahçesine helikopter iniyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, eller arkadan koltuğa bağlanmış, boynuna yapılan tamponla başı koltuğa sabitlenerek helikoptere bindiriliyor. Dişli, helikopterde kendisini Akar’ın yanındaki koltuğa kelepçeleterek, kendileriyle işbirliği yapmaları konusunda ikna etme çabasını sürdürüyor.”
Siz, Akar'ın nasıl kaçırıldığını anladınız mı? Hangisinin söylediği doğru acaba?
ÖNCE DERDEST, SONRA ÇAY FASLI, SONRA DA
Kaçırılma olayının ikinci sahnesi, yani Akıncılar Üssü'nde yaşananları da toparlayalım.
Darbecilerin başının Hava Kuvvetleri eski Komutanı ve YAŞ üyesi Orgeneral Akın Öztürk olduğu öne sürülüyor. Tutuklanan Öztürk'ün Savcılık'ta verdiği ifadenin konumuzla ilgili bölümleri şöyle:
“Torunlarımı görmek için Akıncı Üssü’ne gittim. Ben Akıncı Üssündeki Lojmanda akşama kadar vakit geçirdim. Akıncı Üssünde mutat uçak iniş ve kalkışlar oluyordu. Devamlı hareketlilik olduğu için ben önce bir şey fark etmedim. İstanbul’da düğünde olan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal beni aradı, uçakların Ankara’da alçak geçiş yaptığını söyledi, bu duruma müdahale et dedi. Ben de bunun üzerine üs komutanlığına telefon ettim. Görüştüğüm kişi üs komutanı ve misafir olarak orada bulunan Kubilay Selçuk'tu. Genelkurmay Başkanının da üste olduğunu söyledi. Ben yaklaşık 5 dakika içerisinde Genelkurmay Başkanı’nın yanına gittim. Benim oraya gittiğimde hava kararmış ancak saatin kaç olduğunu bilemiyorum.
Ben üsse vardım.
Bir oda içerisinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Tümgeneral Kubilay Selçuk ve Tuğgeneral Mehmet Dişli ile birlikte çay içiyordu.
Bana 'Bunlar bu işi yaptılar, bunlarla konuş ikna et' dedi.
Ben onlarla konuşmaya başladım.
Bu sırada İstanbul'da tankların üzerine insanlar çıkmıştı. Üste oda içerisinde televizyon açıktı. Bunları görebiliyordum. Kubilay Selçuk ve Mehmet Dişli’ye darbenin başarılı olamayacağını, demokratik kurumların işlediğini, halkın bu işe tepki gösterdiğini anlatıp ikna etmeye çalıştım. Kendilerine itiraz ettikçe bağırıp çağırdım. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı da onları ikna etmeye çalıştı. 3-4 kez bunları tekrarladım.
Benim onlara emir verme yetkim yoktur. Ancak bir büyük olarak, Hava Kuvvet Komutanı Abidin Ünal'ın isteği üzerine onlara telkinde bulunup ikna etmeye çalıştım. Benim telkinlerim sonuç verdi. İkna oldular.
Yeni uçak üsten havalanmadı. Havadakilerin görevleri devam etti. Üsse dönen uçaklar bir daha gönderilmedi. Ben bu ikna sürecinin ne kadar bir zaman sürdüğünü bilemiyorum. Sonunda onlar ikna olunca Genelkurmay Başkanı, Başbakanla görüştü. Bana, 'Sen burada kal, bunları iyice ikna et' dedi. Sonra helikoptere binip, Başbakanlığa gitti. Sabah erken saatlerdi fakat saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Ben üste bir saat kadar kaldım. Her şeyden emin olduktan sonra helikopter ile Başbakanlığa gidecektim. Helikoptere bindim, ancak bu sırada havada başka uçak ve helikopterler vardı. Bana havadaki uçaklardan ateş açıldı.
Üsse geri döndüm.
Bir süre sonra üsten helikopterle ayrılmak üzere teşebbüste bulundum. Bacağımdan yaralandım. Beni yaralayan mermilerin uçaklardan ateş sonucu mu, yoksa yerdeki birliklerden mi açıldığını bilmiyorum. Ben üsse geri döndüm. Bu sırada Mehmet Dişli ile irtibat halindeydim. O Genelkurmay Başkanı ile birlikte helikoptere binip, Başbakanlığa gitmişti. Kendisi ile cep telefonu üzerinden irtibat halindeydim.”
Gelelim, Mehmet Dişli'nin ifadesine.
O da Akar'ın isteği üzerine Akın Öztürk'ü çağırdığını, Öztürk'ün sivil kıyafetlerle üsse geldiğini anlatıp, şunları söyledi:
“Sabah 7 sıralarında Akıncılar’ın bombalanması üzerine darbecilerin iradeleri kırıldı. Bunun üzerine bana bir anlaşma yapılması teklif edildi. Darbeciler, polis ya da jandarma değil direk merkez komutanlarının almasını istediklerini belirtti. Sonra Akar’la birlikte helikoptere binerek, üsten ayrıldık.”
Demek neymiş; Günlerce bize pazarlanan Akar'ın Özel Kuvvetler operasyonu ile kurtarıldığı masalı doğru değilmiş. Akın Öztürk'ün telkinleri sonuç verince, Başbakanla görüşüp, yanına “darbeci” Mehmet Dişli'yi de alıp, helikopterle Başbakanlığa gitmiş.
HELİKOPTERİN PİLOTU KİMDİ VE NEREDE?
16 yıldır yanından ayırmadığınız insanın “FETÖ”dan olduğunu o gece anlıyorsunuz...
Sizi “derdest” ettirip, boynunuzu morartıyor...
Ellerini, ayaklarını kelepçeledikleri İletişim Daire Başkanınıza su bile vermiyorlar, öyle ki, klozet suyu içmek zorunda kalıyor, ama siz bunlarla oturup, çay içiyorsunuz...
Hadi buraya kadar “normal” diyelim.
Peki de “darbeciyi” yanına alıp, Çankaya Köşkü'ne gitmek ve orada “Bu darbecilerden” diyerek, onu polislere teslim etmek neyin nesidir?
Amaç, darbeci başının kaçmasını önlemek ve teslimini sağlamak ise o nasıl, niye ve hangi güvenceyle geldi?
O helikopterde Akar ve Dişli dışında başka kimse var mıydı?
İşte bu noktada çok önemli bir iddiadan söz etmek istiyorum.
Aldığım bilgilere göre, Akar'ı Çankaya Köşkü'ne getiren Skorsky darbecilerin elindeki bir helikopter.
Daha önemlisi, o Skorsky'i kullanan pilot da darbecilerin yanında yer almış, belki öncesinde o gece Ankara'yı bombalayanlardan biri.
İsminin Kara Pilot Albay U.K. olduğu, Akar ve Dişli'yi Çankaya Köşkü'ne bıraktıktan sonra Skorsky'i Akıncılar Üssü'ne götürdüğü, sonra devrelerini arayıp, “Teslim olacağım, ama beni polise vermeyin” dediği, sonrasında bir daha haber alınamadığı, halen firarda olduğu bildiriliyor.
Akar ve Dişli içindeyken veya onları indirdikten sonra Çankaya Köşkü'nün ortasında helikopteri havaya uçursa?!. Böylesine gözü dönmüşler, “IŞİD bile bizi yakalasa bunları yapmazdı” denilenler, bunu da yapar mı, yapardı?
“Cellatlarıyla” aynı uçağa binmek, her babayiğidin harcı değildir... Anlaşılan o ki, Akar çoook cesurmuş!..
Son söz:
Genelkurmay Sözcüsü, keşke başlarına “torba” geçirildiğini açıklamasaydı... Türk askeri, Türk askerinin başına çuval geçiriyor... “Torbacıların” kimin yolundan gittiği zaten belli, ama böylece ABD, 13 yıl sonra bir tür “ibra” edilmiş olmuyor mu?!.
Artık ABD, Akıncılar'daki “torbacının” boynuna da bir madalya taksa yeridir.
Eyy komutanlar, daha fazla gecikmeden ne olup bittiğini tüm çıplaklığıyla anlatıp, bu millete hesap verin, sonra da istifa edin!..
20.07.2016
http://www.abcgazetesi.com/hulusi-akari-indiren-helikopter-darbecilere-mi-ait-22477h.htm