Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni ya da Rumlardeğildir.
20.Yüzyıl başında, emperyalizmin oyununa gelen bu iki topluluk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar. Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkiye etnik ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de belirlenebilecek bir sınır vardır. Türkler ve Kürtler, Türk ulusunun asal unsurlarıdır; toplumsal ve kültürel kaynaşmayla iç içe geçerek Türkiye’nin her yerinde beraber yaşamaktadırlar. Doğu ya da Güneydoğu’da, biçimi ve adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürtler için daha geri bir konuma düşme, yani hak kaybına uğramaktan başka bir şey değildir.
“Çıkmaz Sokaklar”
Türk-Kürt birlikteliği, yüzlerce yıllık ortak yaşamın getirdiği çok yönlü bir kaynaşma üzerine kuruludur. Kaynaşmanın niteliğini görmek, gerçek boyutlarıyla kavramak ve buna göre davranmak; ulusal birliği koruyup geliştirmek ve özellikle Kürtler üzerinde yoğunlaşan etnik kışkırtmayı etkisiz kılmak için gereklidir. Böyle bir girişim, her şeyden önce, bilgili ve bilinçli olmayı, içinde yaşanan toplumu tanımayı gerektirir.
Ulus-devlet varlığının korunmasını dolaysız ilgilendiren bu girişim, yalnızca Türk ve Kürt kökenlileri ya da yalnızca devlet yetkilileriyle onlara karşı savaşım verenleri değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan herkesi ilgilendiren bir konudur.
Anadolu’da Türk-Kürt ayrılığının olabilirliğini düşünmek, gerçekleşme olasılığı bulunmayan sanal erekler peşinde koşmak demektir. Bu iki halk, bin yıllık ortak geçmiş içinde o denli kaynaşmış, o denli iç içe girmiştir ki, bunları birbirinden ayırmaya çalışmak, üstelik bunu emperyalist destekli çatışma yoluyla yapmak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türklere olduğu kadar ve kuşkusuz onlardan daha çok, Kürtlere büyük zarar veren/verecek olan bir girişimdir. Bu tür girişimler, sonu felaket olan çıkmaz sokaklardır.
Emperyalizme Hizmet
ABD ve AB yönlendirmesindeki ayrılıkçı örgütler, para ve siyasi desteğin itici gücüyle, bugün, halka indiremedikleri yapay bir Türk-Kürt çatışması yürütüyor. Bu yönde yoğun bir yaymaca yürütülüyor.
Bu örgütler, sonu gelmeyen çatışmalarla karmaşa ortamı yaratarak, bölgeye yönelik emperyalist politikaların uygulayıcılığını yapıyor. Bolca kullandıkları eşitlik, özgürlük gibi söylemlerin kuşkusuz hiçbir değeri yok. Anadolu’da bin yılda oluşmuş dengeleri bozma peşindedirler.
Halk Oyuna Gelmiyor
Kürt halkı, Türk-Kürt ayrımcılığı için çaba harcamanın, sonu acılarla dolu bir serüven olduğunu anlıyor. Yabancıların desteğiyle oluşan siyasi oluşumların kalıcı olamayacağını ve sorun yaratmaktan başka bir şeye yaramayacağını görüyor. Uzun bir geçmiş içinde oluşan, akrabalıklarla dolu birlikteliğin kök sağlamlığını ve bu sağlamlığın yarattığı tarihsel varsıllığı biliyor.
Ancak, ülkenin tüm insanları gibi sahipsiz bırakılmış durumda. Batı Trakya ve Balkanlar’da yüz yıl öncesinde olduğu gibi, devlet bölgeden çekilmiş. Halk, ayrılıkçı örgütlerle baş başa bırakılmış. Herşeye karşın, Türk ve Kürt halkının nesnelliğe dayanan karşılıklı sahiplenmesi nedeniyle Türkiye, Sovyetler Birliği ya da Yugoslavya gibi olmuyor; Batılılar bunu bir türlü başaramıyor.
Geçmişten Gelen
Osmanlı döneminde, merkezî yönetime asker verilmesi karşılığında tanınmış olan özerklik hakları, Kürt aşiretlerince uzun süre serbestçe kullanıldı ve Kürtler, Araplar’dan sonra İmparatorluğun en ayrıcalıklı uyruğu olarak yaşadı. Bugün, emperyalist devletlerle uzlaşan kimi Kürt kümelerinin sürekli yineledikleri, “Kürtler Türkler tarafından yüzyıllardır ezilip sömürülüyor, etnik kimlikleri tanınmıyor” türündeki sözlerin gerçekle bir ilgisi yoktur. Osmanlı döneminde ezilmekten ya da baskı altına alınmaktan söz edilecekse, bunu herhalde Kürtlerin değil, Türkmenlerin dile getirmesi gerekir.
Gerileme dönemiyle başlayan yönetim bozulması, 19.yüzyılda yoğunlaşan dış karışmayla birleşince, toplumun her kesimini etkileyen sorunlar ortaya çıktı. Bu sorunlardan doğal olarak Kürt unsurlar da etkilendi. Büyük devletlerin, gizli-açık kışkırtma ve desteğinin etkisinde kalan, az sayıdaki Kürt aşireti, merkezî yönetime karşı, bu dönemde harekete geçti/geçirildi. Aynı dönemde, yine dış kışkırtmaya bağlı olarak Ermeniler de ayaklanmışlardı.
Cumhuriyet döneminde, uluslaşmanın zorunlu koşulu olarak etnik (ve dinsel) ayrılık ve ayrıcalıkların ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu yöndeki girişimler, yüzyıllarca denetimsiz bir özerklik içinde yaşayan kimi aşiretleri, alışkanlıklarının değişecek olması nedeniyle rahatsız etti. Tutuculuğu temsil eden bu rahatsızlık, Batılılar tarafından ustaca kullanıldı ve ayrılıkçılık desteklendi. Kürt nüfusun küçük bir bölümünü içine çekebilen, ulus karşıtı ayaklanmalar bu dönemde gelişti.
Dış Karışma
Batı Avrupa sömürgeciliğinin kabuk değiştirdiği 19.yüzyıla dek, önemli bir Kürt-devlet çatışması yaşanmadı. Sanayi devriminin yol açtığı üretim artışı nedeniyle pazar edinme yarışına girişen Batılı büyük devletler, Ortadoğu’da sert bir çatışma içine girmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun başta petrol olmak üzere doğal varsıllığı bu çatışmanın gerekçesiydi. Ayrıca, bu topraklar, yeraltı-yerüstü varsıllığıyla, yalnızca değerli bir pazar değil, onunla birlikte, Doğu-Batı ticaret yollarının kavşak noktası ve enerji kaynaklarının merkeziydi.
Uzakdoğu’da sömürgesi olan İngiliz ve Fransızlar, pazar edinme peşindeki Almanlar ve Amerikalılar, sıcak denizlere inme peşindeki Ruslar, Osmanlı topraklarıyla yakından ilgileniyordu.
Yürütülen politikaların yöneldiği ana amaç; Osmanlı Devleti’nin politikalarına yön vermek, bunun için işbirlikçi edinmek, misyoner okullarını, akçalı bağımlılıkları, etnik ve dinsel yapıları kullanmak ve daha sonra bu büyük ülkeyi paylaşmaktı.
Gerileme döneminin çöküşe dönüşmesi, amaç sahiplerine bu olanağı veriyordu.
“Doğu sorunu” adı verilerek yürürlüğe sokulan, Batı politikasının merkezinde; ekonomik bağımlılığı sağlamak, din ve etnik köken ayrımlılıklarını, ayrılıkçı amaçlar için kullanmak vardır. Para ve siyasi destekle yürütülen kışkırtma, dizgeli ve sürekli bir dış karışma politikası durumuna getirildi. Bu politika, yoksullaşan halkın sorunlarına yanıt vermeyen kötü yönetimlerle birleşince, iç gerilimler ve ayrışmalar için uygun bir ortam oluştu; etnik ya da dinsel, ayrılıkçı devinimler ve çatışmalar ortaya çıktı.
Osmanlının Son Dönemi ve Kürtler
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan olaylar, bu politikanın acılı sonuçlarıdır.
19.Yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyıl başlarında; İngilizler Arap, Kürt ve Rumlarla;
Fransızlar ve Amerikalılar Ermenilerle;
Ruslar Ermeni ve Kürtlerle “ilgilendiler” ve bu “ilginin” sonucu, Ortadoğu kan gölüne döndü.
Ermeniler ve Rumlar, yüzlerce yıl Türklerle birlikte barış içinde yaşadıkları toprakları bırakıp başka yerlere gitti. Ancak, tüm kışkırtmalara karşın Kürtler Türklerle, halkı kapsayan bir çatışma içine girmedi. Kışkırtıcıların, misyonerlerin, arkeolog ve antropolog görünümlü görevlilerin yoğun çalışma yaptıkları, para ve ihanetin kol gezdiği bir ortamda ve tüm olumsuz koşullara karşın, Türk-Kürt birlikteliği, güçlüklere göğüs gerdi ve bugünlere geldi.
Kürtlerin Ermeni ve Rumlardan Ayrımı
Etnik ya da dinsel, yerel ayrımlara dayanan kışkırtmaya yönelik Batı politikası, Türkiye’de, azalan artan yoğunluklarla iki yüz yıldır sürmektedir.
20.Yüzyıl başlarında ve günümüzde, en yoğun dönemini yaşayan uygulamaların, bize gösterdiği açık sonuç; harcanan onca para ve çabaya karşın, Kürtlerle Türklerin düşmanlaştırılmasının tam olarak hala başarılamamış olmasıdır.
Yüzyıl başında Ermeni ve Rumlar üzerinde uygulanan, dün Yugoslavya’da kolayca sağlanan, halkları birbirine çatıştırma politikası; yüz yıllık uğraşıya karşın, Türkiye’de, şimdiye dek yürümedi. Türk ve Kürt kökenli insanlar, aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşları olarak; yalnızca dış kışkırtmaya karşı değil, içteki kötü yönetime karşı da direndi.
Halk, ağır yoksulluk koşullarına karşın, içten ya da dıştan yapılan sözveri ve kışkırtmalara kanmıyor ve kana bulanan toplu bir çatışma içine çekilemiyor. Batının devlet yetkililerini şaşırtan bir sağduyuyla, yaşanan tüm olumsuzluklara karşın hala oyuna gelmiyor; çıkar ve gelecek özlemlerinin kurulmuş olan birlikten geçtiğini biliyor.
Hiçbir Şey Sonsuz Değildir
Yaşamda hiçbir olay ve olgu, kalıcı değildir. Toplumsal ilişkilerde yaşayan değerler, ne denli köklü olursa olsun, eğer üzerinde durulup önemle korunmuyorsa varlıklarını sürdüremez. Türkiye, içine sokulduğu bağımlılık ve ona bağlı yoksulluk kıskacından kurtulamadığı sürece, yalnızca Türklerle Kürtler arasında değil, Türklerle Türkler ve Kürtlerle Kürtler arasında da ayrılıklar oluşacaktır.
Yaratılacak ayrılıklar, üstelik etnik düzeyde kalmayacak, siyasi görünüm verilerek mezhep ayrımını da kapsayacaktır.
Bu konuda oldukça yol alınmış ve Türkiye, varlığını tehdit eden bir ayrılıklar sürecine sokulmuştur.
Geçmişte yaratılan birlikteliklerin, küreselleşme adına sahipsiz bırakılarak dış karışmaya açık duruma getirilmesi, birlikteliği yitirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Ekonomik gönencin olmadığı toplumlarda, her türlü çözülme ve dağılmanın kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. 20.02.2016