Türkiye’ye Yıllardır Saldıran PKK’ya NATO, Neden Müdahale Etmedi? İçimizdeki Amerikancılar yolu ile Amerikan planları her daim olduğu üzere yine devrede. Konu, BOP adı altında Türkiye’de dâhil olmak üzere, Orta Doğu’yu AB-D çıkarlarına göre şekillendirmek, hem de büyük çoğunlukla Türkiye üzerinden, Türkiye’deki basın, yayı(n)m, idari kadrolardaki Amerikan hayranlarınca. Bu şekliyle, Sivas Kongresindeki mandacılar ve himayecilerin hayalleri gerçek oldu, denilebilir, nevi türünden. Ermeni Diasporasının kurmuş olduğu ASALA Terör örgütünün uzantısı PKK, yıllardır çoluk, çocuk, bebek, genç, yaşlı demeden katliamlarına başladığı, 15 Ağustos 1984’den bu yana NATO’nun toplanıp da Türkiye’ye saldırı NATO ülkelerine saldırıdır dediğini duyan, gören oldu mu hiç. Nasıl olsun ki; bırakın saldırıyı, NATO ülkesine saldırı olarak kabul etmeyi, dağlarda savaş veren Türk askerine rağmen, PKK’ya erzak, silah, mühimmat atıldığı Genelkurmay eski Başkanı Org.Doğan GÜREŞ tarafından açıklamadı mı? Ya, PKK’ya eğitim veren İsrailli, Amerikalı, Yunanlı şahıslar… Türkiye’de önde gelen parti lideri, yazarlardan, akademisyenlerden ise bahsetmeye bile gerek yok. PKK’ca ilk saldırının olduğu zamanın Yunanistan’ı NATO’ya alan Kenan Evren ve cunta yönetimine denk gelmesi de manidardır. Yıllar sonra Evren “Türkiye eyaletlere bölünmelidir” demedi mi? Türkiye’yi 8 eyalete bölmekten bahseden Evren bakın neler demişti: "Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk, öteki Alman bayrağıydı. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum. ’Burası Bavyera Eyaleti, onun bayrağı’ dediler. Birçok ülkede bu var. Amerika da böyle yönetiliyor. Pakistan da. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor." (Hürriyet, 01.03.07) Son 10 yıldır elini-kolunu sallayarak terör yapabilen, askerlerin adeta ateş açmaktan uzak tutulduğu bir terörle mücadele etmeme ile karşı karşıyayız. Terörist başını haklı gösterme, ona sayın deme, bayrak açmalarına göz yummak, askeri araçların üzerine PKK bayrağı örtmek, askerleri cadde ortasında, evlerinde katletmek, şehirlerde ayaklanmak, araçları ateşe vermek, elini-kolunu sallayarak askeri bölgede Türk bayrağını indirmek, bayrak indirmenin kutlamasını askeri birlik içinde halay çekerek kutlamak, kanunlar dayatmak, Oslo’da, İmralı’da, Kandil’de gizli-açık anlaşmalar yapmak, artık PKK için hiç sorun değil, Türkiye’de. Sorun değil, çünkü ardında, onlar üzerinden AB-D’nin hayalleri var. Bugün İran’da PKK’nın İran kolu olan PJAK’dan söz edilemezken, Türkiye idarecileri halen PKK ile pazarlıklar yapıp duruyor, PKK karşısında devletin elini, kolunu kendiliğinden bağlıyor. Birleşmiş Milletler şartının 7’nci bölüm 51’inci maddesi ’Barışın tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi’ başlığı altında düzenlenmiş olan: “Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” maddesi gereğince BM üyesi Türkiye, dışardan gelebilecek saldırılara karşı saldırının kaynağına kadar, Sınır Ötesi Operasyon düzenleyebiliyordu. Ancak bu madde Irak’tan gelebilecek saldırılara karşı 2007 yılında kullanılamaz hale sokuldu. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ABD, Irak ve peşmergebaşı Mesud Barzani ile vardığı mutabakat çerçevesinde sürdürülen görüşmelerin ardından, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 28 Eylül 2007 tarihinde Ankara’da Irak Dışişleri Bakanı Cevad Bolani ile bir araya gelerek “Irakla Terörle Mücadele Anlaşması” nı imzalamış olması sonrasında Irak’tan gelebilecek saldırılar yönüyle Türkiye’için BM’in ilgili maddesi ortadan kaldırılmış, Türkiye’nin terör yuvalarına yapacağı operasyonlar, Mesud Barzani’nin onayına bırakılmış durumda. Bu anlaşma ilk meyvesini 2008 yılı başında Kandil hedefli düzenlenen Güneş Harekâtında kendini gösterdi. 2007'nin ekim ayında Hükümet, TBMM’den aldığı yetkiye dayanarak, 21 Şubat 2008 saat 19.00’da hedefi kandil olan Güneş Harekâtını Türk Silahlı Kuvvetlerine başlattı. İlk başlarda sınır ötesini de içerdiği duyurulan kara harekâtı 29 Şubat 2008 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birliklerinin Türkiye sınırları içine dönmesiyle son bulmuştu. Harekâtın son bulmasında, 28 Şubat'ta Ankara'ya bir ziyaret gerçekleştiren ABD Savunma eski Bakanı Robert Gates’in etkisi var mıydı? ABD Savunma eski Bakanı Robert Gates, anılarını yazdığı “Duty” adlı kitabında TSK'nın 2008'de Kuzey Irak'a düzenlediği sınır ötesi harekâta da yer veriyor ve naklettiği cümle aynen şu şekilde: “Ankara'da 'Operasyonu hemen durdurun, askerlerinizi çekin' dedim. 4 kez tekrarladım. Mesajı aldılar” diyor. Şimdi geldiğimiz noktada ise, 23 Eylül günü Kandil'de açıklama yapan PKK sözcüsü Demhat Agit, “PKK'lıların terörist olmadığını, IŞİD'e karşı Irak ve Suriye'de mücadele veren özgürlük savaşçıları olduğunu” savunarak, IŞİD ile savaşabilmek için Avrupa'dan askeri yardım istiyor. Diğer taraftan, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Siyasi Komite Başkanı Ömer Alluş’un da Türkiye’den silah takviyesi ve silahların sınırdan geçirilmesi konularında resmî yardım istediklerine dair açıklamaları 27 Eylül günü basına yansıdı. AB-D’nin isteği doğrultusunda, PKK ve uzantılarının da savaştığı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ile Türkiye’nin de savaşması için 02 Ekim günü TBMM’den tezkere çıkmış durumda. Yoksa PKK ve uzantıları NATO’nun gizli üyesi mi? Böl ve Yut 1. Bölüm PKK kartı - Banu Avar Dünya Düzeni*** Cumhurbaşkanlığı Yeni Konutu Büyük, heybetli, anlam ifade eden yapılar hedeflenen hayallerin ürünüdür. Adalet ve Kalkınma Parti yönetiminin, bulunduğu coğrafyaya bir Osmanlı İmparatorluğu gibi hükmetmek istemesi, eyaletler yoluyla yönetim hedeflemesi, yönetimde başkanlık sistemini arzulamasına dair kamuoyunda yeterince kanaat oluşmuş durumda. Yapılmakta olan, kamuoyunda Ak Saray olarak da anılan Cumhurbaşkanlığı yeni yerleşkesi yukarıdaki hedeflerin bir simgesi olsa gerek. Bir şeyi ele geçirmek, elde tutmaktan çok daha kolay. Diyelim ki çok ortaklı Büyük Ortadoğu Projesi yolu ile Türkiye pastadan payını aldı ve genişledi. Ya sonrası? Tek parti olarak uzunca bir süre iktidarda kalmak, iktidarını pekiştirmek için Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimince din adına pek çok tavizler verilmekte. Vaktiyle; bugün “paralel” dedikleri Fethullah Gülen cemaatine “ne istedi de vermedik” diyerek bir cemaate fazlasıyla taviz verdiklerini dönemin Başbakanı Erdoğan açıklamıştı. Benzer tavizlerle; oy uğruna tabandan geldiği belirtilen ve ileride cehalet, hurafe, geri kalmışlığı hortlatacak olan eğitim sistemindeki yanlış uygulamalar beraberinde sorgulamayan, mutlak itaatkâr, cahil topluluklar meydana getirecektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamış olan ”cehalet” değil de neydi? Önlenemediği takdirde, cehaletin ileride, ülkenin birliğini de ortadan kaldırabileceği gerçeğini, Türk halkı, geçmişin Osmanlı Tebaası yakın tarihte büyük bedeller ödeyerek yaşamıştır. Dinler, dogmaları içermesi bakımından, değişmez kurallar içermekte. Din üzerine eğitim almayanların, saçı açık bayanların hor görüldüğü yerlerde pozitif bilimlerin yerini dogmalar, kadercilik, bilim dışı inançlar alır ve nihayetinde toplumun derinliklerinde cehalet hüküm sürer. Ve sonuçta cahil demokrasi ile yönetilse ne çıkar? Her okulun dini eğitim verecek şekle dönüştürülmeye çalışılması, daha dünyadan habersiz, oyun çağındaki sekiz, dokuz yaşındaki kız çocuklarının belli bir simge ile baskı altına alınması, ona sen saçını böyle kapatacaksın, kapatmazsan öbür dünyada yanarsın denilerek korkutulması, yetişkin muamelesi yapılmaya çalışılması, lise düzeyinde evlenmenin serbest bırakılması, çocuk gelinlerin ülke genelinde artmış olması, tüm bunlar geleceğin nasıl olacağının adeta birer habercisi. İlerleyen dönemde, Adalet ve Kalkınma Parti yönetimi, Cumhuriyeti, Laikliği savunmaya kalksa bile, taban buna müsaade etmeyebilecek, tabandan gelen zorla sistem değişmiş olabilecektir. Din üzerinden gündem değiştirmek, din dersi ile insan yaşamını kolaylaştırıcı buluşlar meydana getirmede aktif rol oynayan, hastalıklara şifa arayan pozitif bilimleri bir tutmak, bilimin gereklerinden tavizler vermek suretiyle iktidarda kalmak, bir siyasetçinin gündeminde olmamalı. Bir Çin atasözü der ki; "Bir yıl sonrasını düşünüyorsan pirinç ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan fidan dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir “ Bugünü anlamak için geçmişin popülist siyasetçilerine bakılması gerektiği gibi, yarını görmek için de bugünkü eğitime, iktidarda kalmak için her yolu deneyen bugünün popülist siyasetçisine bakmak gerek. *** TEMAD’ın Hukuki Mücadelesi Her on yılda bir ya darbe olmuş ya da darbe gibi muhtıra verilmiş memlekette, sözde ülkenin çıkarları için. Her darbe, darbe vurmuş vatandaşa, hizaya sokmuş onlara göre yoldan çıkanları. Otoriteye itaat eden, sorgulamayan, tek tip insan özlemi içerisinde olanlarca, yabancı çıkarlarına hizmet verdiği her nedense örtbas edilememiş, darbeden sonra. Türk Silahlı Kuvvetlerinin mali konularında ve yönetimsel düzeyde icradan sorumlusu durumunda bulunan ancak vaktiyle, TSK’yı temsil etmediği düşünülerek; temsil, makam, kadrosuzluk, komutanlık, görev gibi tazminatlardan muaf tutulmuş, en kıdemlisinin çalışırken yarbay düzeyinde aldığı ücreti kıdemli üsteğmen düzeyine indirilmiş, emekliliğinde ise yoksulluk sınırında bir yaşamda tutulan; bir kere tutulduğu için, günümüzde kurtarılmak istense de kimi idarecilerce, bir oyunbozanca tutulduğu yerde tutulmak istenen assubaylar birlik ve beraberliklerinden, güç birliğinden kaynaklı olarak örgütlenme adına pek çok yatırımlara da imza atmış geçmişte. Atmasına atmışlar ancak bir askeri darbe almış götürmüş assubayın varlıklarını bir başka askeri derneğe. Türkiye Emekli Assubaylar Derneği Hukuk Komisyonu Başkanı Avukat Erken AKKUŞ ve eşi Avukat Meral AKKUŞ’un müracaatına ve Prof.Dr. Ali AKYILDIZ’ın Bilirkişi Raporuna istinaden, Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesi; Türkiye Muharipler Derneği’nin 04 Mart 1984 tarihinde yaptığı 35’inci Genel Kurulunda alınan “Bu tarih (4 Mart 1984) itibari ile kasadaki tüm nakitler, gayrimenkullerinin tamamı ile tüm alacak ve borçların, Türkiye Emekli Subaylar Derneği’ne devrine karar verilmiştir” şeklindeki 2’nci maddenin iptaline karar vermiş bulunmakta. Bu dava sonucunda, 29 yıldır egemen güç tarafından bir karara istinaden assubaylardan gasp edilmiş olan varlıkların tekrar assubaylara dönmesi yolunda önemli bir gelişme sağlanmış oldu. Emeği geçenler, insanlık adına, assubaylar adına, adaletin tecellisi adına büyük bir başarıya imza atmış oldular. Kendilerine teşekkür ediyoruz. |
2323 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |