ŞEREFE KARŞI SUÇLAR SEKİZİNCİ BÖLÜM ŞEREFE KARŞI SUÇLAR m.125-131 765 sayılı TCK nun Yedinci Faslı “Hakaret ve Sövme Cürümleri” başlığını taşımaktadır. 5237 sayılı Yeni TCK ise Özel Hükümler başlığını taşıyan İkinci Kitabının, Kişilere Karşı Suçlar başlığını taşıyan İkinci Kısmının Sekizinci Bölümünü “Şerefe Karşı Suçlar”a ayırmıştır. İki düzenleme arasındaki en belirgin fark Yeni TCK nın sadece hakaret suçunu düzenlemiş olması ve sövme suçlarına yer vermemiş olmasıdır. Yasa hakaret ve sövme fiillerini hakaret üst başlığı altında bir arada düzenlemiştir. Onun dışında cürüm-kabahat ayrımını kaldırmış olduğu için başlık Şerefe Karşı Suçlar şeklinde kaleme alınmıştır. Yeni TCK nunda yer alan şerefe karşı suçlar başlığı altındaki hükümler incelendiğinde 765 sayılı TCK nundan farklı olarak suçla korunan hukuki yarar (insan haysiyeti, şerefli yaşama hakkı) esas alınarak değişik yerlerde düzenlenen hükümlerin tek bir başlık altında toplandığı görülmektedir. Buna göre 765 sayılı TCK nun “Hürriyet Aleyhinde İşlenen Cürümler” başlığını taşıyan ikinci bab ikinci fasılda “Din Hürriyeti Aleyhinde Cürümler” başlığı altında yer alan Din Hürriyetini İhlal suçunu düzenleyen m.175/3, Dince Kutsal Sayılan Şeylere ve Din Adamlarına Saldırı suçunu düzenleyen m.176 ve Ölüleri Tahkir suçunu düzenleyen m.178 ile “Devlet İdaresi Aleyhinde İşlenen Cürümler” başlığını taşıyan üçüncü bab dokuzuncu fasılda “Resmi sıfatı haiz olanlar aleyhinde cürümler” başlığı altında düzenlenen Memura Hakaret ve Taarruz suçunu düzenleyen m.266, resmi heyetlere ve hakime hakaret suçlarını düzenleyen m.268 Yeni TCK da şerefe karşı suçlar başlığı altında toplanmıştır. O halde bu suçların genel tahkir suçları arasında düzenlenmiş olması yasakoyucunun bu suçlarla korunan hukuki yarar bakımından mağdurun şerefini öne çıkardığını göstermektedir. Bir başka deyişle, bu suçlarla özgürlük hakkı ya da devlet idaresi değil, mağdurun şerefi korunmak istenmektedir. Bu da yasa koyucudaki bu suçlarla koruma altında aldığı hukuki yarar konusundaki anlayış değişikliğini ortaya koymaktadır. Gerçekten C.başkanına hakaret (m.299), yabancı devlet bayrağına karşı hakaret (m.341) gibi suçların başka bir bölüm altında varlığını koruyor olması bunun açık kanıtıdır. O halde yasa koyucu tüm tahkir suçlarını aynı başlık altında toplamak istememiştir. Son sayılan suçlar bakımından suçla korununa hukuki değer bakımından devlet organlarının saygınlığı ve devletin yabancı devletlerle olan ilişkisi ön plana çıkmış bulunmaktadır. HAKARET m.125/1 MADDE 125- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için, fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. Madde metninde hakaret suçu tanımlanmıştır. Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukukî değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. Bu düzenlemede 765 sayılı Türk Ceza Kanununda benimsenen hakaret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmıştır. Hakaret suçunun oluşabilmesi için, bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını incitecek ölçüde, somut bir fiil veya olgu isnat etmek yada yakıştırmalarda bulunma yada sövmek gerekmektedir. Somut bir fiil ve olgu isnat etmek; isnat mağdurun onur şeref ve saygınlığını incitecek nitelikte olacaktır. Mağdura yüklenen fiil ve olgunun belirli olması şarttır. Fiilin somut sayılabilmesi için, şahsa, şekle, konuya, yere ve zamana ilişkin unsurlar gösterilmiş olmalıdır. Bu unsurların tamamının birlikte söylenmesi şart değildir. Sözlerin isnat edilen fiili belirleyecek açıklıkta olması yeterlidir. Çoğu zaman isnat edilen fiil ve olgunun, hangi zaman ve yerde meydana geldiğinin belirtilmesi, onur ve saygınlığı incitecek niteliği tespit için yeterli olmaktadır. Tarafların sosyal durumları, sözlerin söylendiği yer ve söyleniş şekli, söylenmeden önceki olaylar nazara alınarak suç vasfı tayin olunmalıdır. Bu tanıma örnek olarak; “senin anan orospu, baban pezevenk” “Hayvan herif, çiçeklerimi çaldın, bahçedeki hortumu çaldın, iki ayaklı hırsız” sözleri gösterilebilir. Keza, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de, hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözler, somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları hâlde, yine de hakaret suçunu oluştururlar. Örneğin, bir kimseye “serseri”, “alçak”, “hayvan” denmesi hâlinde, somut fiil isnadı söz konusu değildir. Aynı şekilde kişiye soyut olarak “hırsız”, “rüşvetçi”, “sahtekâr”, “fahişe” gibi yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de hakaret suçu oluşmaktadır. Kişinin bedenî arızasını ifade etmekle veya kişiye bir hastalık izafe etmekle de hakaret suçu işlenmiş olur. Örneğin, kişiye “kör”, “şaşı”, “topal”, “kambur”, “kel” vs. demekle; kişiye “psikopat”, “frengili” veya “AİDS’li” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur. Dikkat edilmelidir ki; davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Kişiye onu toplum nazarında küçük düşürmek amacına yönelik olarak belli bir siyasî kanaatin isnat edilmesi hâlinde de hakaret suçu oluşur. Örneğin, bir kişiye “faşist”, “komünist” veya “mürteci” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur. Bir kişiye izafeten söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken, toplumda hâkim olan telâkkileri, örf ve âdetleri göz önünde bulundurmak gerekir. Bu suçta fail bakımından herhangi bir özellik aranmaz; herhangi bir kişi bu suçun faili olabilir. Kanun “bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi” diyerek bunu ifade etmektedir. Ceza sorumluluğu olan herkes bu suçun faili olabilir. Hakaret suçu, kişi muhatap alınarak işlenebilir. Bu durumda huzurda hakaret söz konusudur. Hakaret suçu, kişinin gıyabında da işlenebilir. Kişiye hazır bulunmadığı bir ortamda veya doğrudan muttali olamayacağı bir surette hakaret edilmesi durumunda, gıyapta hakaret söz konusudur. Ancak, gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, fiilin mağdurun gıyabında ve fakat en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. Bu kişilerin toplu veya dağınık olmalarının suçun oluşumu üzerinde bir etkisi yoktur. Bir veya iki kişiyle ihtilat ederek de mağdura hakaret edilebilir. Bu gibi durumlarda da esasında bir haksızlık gerçekleşmektedir. Ancak, izlenen suç siyaseti gereğince, gıyapta hakaretin cezalandırılabilmesi için, mağdurun gıyabında en az üç kişiyle ihtilat edilerek, yani en az üç kişi muhatap alınarak hakaretin yapılması şart olarak aranmıştır. Birinci fıkrada yazılı olan ceza seçimliktir. Hürriyeti bağlayıcı ceza yada adli para cezasından sadece birine hükmedilecektir. MADDE 125/2 FİİLİN MAĞDURU MUHATAP ALAN SESLİ, YAZILI VEYA GÖRÜNTÜLÜ BİR İLETİYLE İŞLENMESİ HALİNDE, YUKARIDAKİ FIKRADA BELİRTİLEN CEZAYA HÜKMOLUNUR. Birinci fıkrada yazılı olan suç, sesli (telefon, teyp, radyo, kaset v.b.) yazılı, (mektup, telgraf, faks vb.) veya görüntülü (televizyon, video, kamera vb.) bir mesajla yapılabilir. Bu halde birinci fıkrada belirlenen cezaya hükmedilecektir. Her üç halde de fiil, doğrudan mağdura hitap etmelidir. Yeni TCK ise bu düzenlemesiyle şu noktalarda farklılık getirmiştir: * Öncelikle hakaretin bu şekilde işlenmesi bakımından huzurda hakaret ile gıyapta hakaret arasında herhangi bir fark öngörmüş değildir. Suç nasıl işlenirse işlensin sesli, yazılı veya görüntülü iletiyle işlenmesi halinde hakaret suçunun cezası verilir. Bu yönüyle Yeni TCK fiilin iletiyle işlenmesini huzurda hakaretin bir unsuru olmaktan çıkarmıştır. Dolayısıyla söz konusu iletiler artık eski TCK da olduğu gibi huzura eşit sayılan araç değildir. * Yine yeni TCK yerinde olarak sınırlı sayım yapmamış teknik ve bilimde meydana gelebilecek olan gelişmeleri de göz önünde bulundurarak “sesli, yazılı veya görüntülü ileti” terimini kullanmıştır. Böylece telgraf ve telefon yanında örneğin, internet, cep telefonu mesajı vb. iletişim araçları da kapsam içine alınmıştır. Bu suretle kıyas yapılarak hükmün uygulama alanının genişletilmesi girişimleri de önlenmiş olacak; ancak, yorumla teknolojinin gelişmesine paralel tüm sesli, yazılı ya da görüntülü iletiler madde kapsamına alınabilecektir. Buradaki iletiden kastın her türlü iletişim araçları olduğu söylenebilir. Kanunun gerekçesinde sesli, yazılı veya görüntülü bir mesajdan söz edilmekte ve mektup, telgraf, telefon ve benzeri araçlarla yapılan hakaret de huzurda hakaret olarak cezalandırılmalıdır denilmektedir. Dolayısıyla iletişim aracı kapsamına girmeyen basın, fiilin huzurda işlenmiş sayılmasına ilişkin bir araç olarak nitelenemez. * Bir başka farklılık ise yeni TCK nın iletinin gönderilmesini aramamış olmasıdır. Halbuki 765 s.TCK gönderilmesini aramaktaydı. Yeni TCK bakımından önemli olan, iletinin mağduru muhatap almasıdır. Bu durumda mağduru muhatap alan ileti mağdura gönderilmemiş ve fakat bir şekilde mağdurun eline geçmişse huzurda veya mağdurun eline geçmemiş olsa bile ihtilat şartı gerçekleşmişse suçun gıyapta işlendiği kabul edilmelidir. Bu suretle failin cezasız kalması da engellenmiş olacaktır. Gerçekten eski TCK bakımından mağdura gönderilmediği sürece fiilin huzurda işlendiği kabul edilemiyordu. Yine bu düzenlemeyle m.482/2 ile yaratılan hakaret ve sövme arasındaki fark da sona ermiştir. Gerçekten hakaret suçunu düzenleyen m.480/2 yazılıp göndermeden söz ederken, sövme suçunu düzenleyen m.482/2 hitap edilen veya edildiği anlaşılan terimlerini tercih etmişti. Hakaret suçunun huzurda gerçekleşmiş sayılabilmesi için fail ve mağdurun birbirlerini görmeleri şart değildir. Mağdurun fail tarafından söylenen sözleri duyması ve failin de bunu bilmesi yeterlidir. O halde mağdur hakareti oluşturan sözü failin ağzından çıkarken öğrenmişse “hazır” sayılmak gerekir. Şayet fail bilmeden söylediği sözler mağdur tarafından işitilirse suç ihtilat unsurunun gerçekleşmiş olması durumunda gıyapta işlenmiş sayılmalıdır. MADDE 125/3 NİTELİKLİ HALLER Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. a) Suçun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi Eski TCK m.483/1 de benzer bir düzenleme bulunmaktaydı. Buna göre “Yukarıki maddede beyan olunan cürüm noter gibi usulü dairesinde hidematı âmmeden biri ile muvazzaf bulunan şahıslardan birinin huzurunda ve ifa ettiği memuriyetten dolayı işlenmiş olursa fail hakkında altı aya kadar hapis cezası hükmolunur”. İki düzenleme arasındaki farklar: - Yeni TCK kamu görevlisi terimini kullanmaktadır. Yeni TCK m.6 c) ye göre “ Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi, anlaşılır”. Yeni TCK kamu görevlisi, memur, kamu hizmetiyle muvazzaf kimse terimleri konusunda bir birlik sağlamıştır ki yerindedir. Böylece bu alanda yapılan tartışmalara da son verilmiş bulunulmaktadır. -İkinci fark m.483’e göre işlenecek olan suçun kamu hizmetiyle muvazzaf kimsenin huzurunda işlenmiş olmasının aranmasıydı. Yeni TCK huzur-gıyap ayrımını kaldırmaktadır. Buna göre önemli olan husus ister kamu görelisinin huzurunda isterse gıyabında işlenmiş olsun suçun GÖREVİNDEN DOLAYI işlenmiş olmasıdır. - Nihayet m.483/1 sadece huzurda sövmeye ilişkindi. Yeni TCK m. 125 vd. hakaret-sövme ayrımını kaldırmış olduğundan hakaret suçlarını kapsamına almakta ve en önemlisi yukarıda da açıklandığı üzere TCK m.266 vd. da düzenlenen memura hakaret suçunu burada bir ağırlatıcı sebep olarak düzenlemiş bulunmaktadır. b) Suçun dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı işlenmesi, Bu ağırlatıcı sebep TCK m.175/3 ile benzerlik göstermekle birlikte kapsamı biraz daha geniştir. Madde sadece din ve ibadet özgürlüğünü değil, düşünce özgürlüğünü de koruma altında almıştır. Hükmün mümkün oldukça geniş bir özgürlük ortamı yaratmaya çalışması takdir edilmelidir. c) Suçun kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi Bu ağırlatıcı sebep ise TCK m.176’nın bir tekrarıdır. Yasakoyucu daha önce din özgürlüğü aleyhine işlenen cürümler altında yer alan bu suçu genel nitelikli hakaret suçunun bir ağırlatıcı sebebi yapmıştır. MADDE 125/4 CEZA, HAKARETİN ALENEN İŞLENMESİ HALİNDE,ALTIDA BİRİ; BASIN VE YAYIN YOLUYLA İŞLENMESİ HALİNDE, ÜÇTE BİRİ ORANINDA ARTIRILIR. 765 s.TCK bakımından ağırlatıcı sebepler gıyapta ve huzurda hakaret ve sövme suçlarına ait ağırlatıcı sebepler olarak ikiye ayrılarak incelenmekteydi. Kanımızca yeni düzenleme karşısında artık gıyapta huzurda ayrımına gerek bulunmaz. Zira bu hüküm m.480/3 de olduğu gibi huzurda alenen formülünü kullanmamaktadır. a) Hakaretin alenen işlenmesi: Bu konuda iki kanun arasında bir fark bulunmaz. Faklılık eski Kanun zamanında bu ağırlatıcı sebebin huzurda işlenen hakaret suçları bakımından önem taşıyor olmasıdır. Aleniyetin varlığı için kalabalık sayıda kimselerin hakareti öğrenmelerinin imkan dairesinde olması gerekir ve yeterlidir. Burada ihtilat-aleniyet ve yayın yoluyla hakaret arasındaki farklara da değinmek gerekir: İhtilatta sayı azdır. Basın ve yayın yoluyla yapılan hakarette ise bu araçların kullanılması nedeniyle kalabalık sayıda kimsenin hakareti öğrenmesi olasıdır. Bu usuller dışında kalan bir şekilde kalabalık sayıda kimselerin hakareti öğrenmeleri durumunda da aleniyet vardır. b) Hakaretin basın ve yayın yoluyla işlenmesi: 765 s. TCK m.486/son umuma neşir ve teşhir olunmuş yazı veya resim veya sair neşir vasıtasından söz etmekte iken, yeni TCK m.125 basın-yayın yoluyla demektedir. Kanımızca bu yeni düzenleme şekli anlam bakımından diğerinden daha dar değildir. Gerçekten eski TCK zamanında yapılan açıklamaların halen geçerli olduğu söylenmelidir. Buna göre suç basın yoluyla işleniyorsa araç önem taşır iken, yayın söz konusu ise yazılı olması şart olmadığı gibi yazılı ise bunun belirlenmesine yönelik araç önemsizdir. Öte yandan, yayın terimi içine yazı, resim ve sair neşir aracı da girer. Bu durumda karikatür, teyp bandı, CD, internet üzerinden yayın vb. haller yayın terimi içinde değerlendirilmelidir. Yeni yasa neşir terimini Türkçeleştirerek yayın terimi şeklinde yeni kanun içine alınmıştır. Yine yeni TCK yayın kapsamına giren hususların ne olacağı bakımından bir sayım yapmaktan özellikle kaçınmıştır. Neşir ya da yayın herhangi bir elverişli araç ile yazı veya resmin kişilerin bilgisine ulaşmasını sağlayacak şekilde ücretli ya da ücretsiz dağıtılması anlamına gelir. Yasadaki yeni düzenleme karşısında yayının “umumi” olması gerekmez. Nihayet basın ve yayın yoluyla hakaret suçlarınsa mağdurun huzuru ya da gıyabı önemsizdir. Her iki durumda da bu ağırlatıcı sebep uygulanabilir. MADDE 125/5 KURUL HALİNDE ÇALIŞAN KAMU GÖREVLİLERİNE GÖREVLERİNDEN DOLAYI HAKARET EDİLMESİ HALİNDE SUÇ, KURULU OLUŞTURAN ÜYELERE KARŞI İŞLENMİŞ SAYILIR. Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde, suçun kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Adli veya idari veya askeri veya siyasal resmi bir kurul huzurunda veya yargı görevi yapanların bu görevlerini yerine getirdikleri sırada veya duruşmaya ilişkin karar ve hükmün açıklanmasından sonra hakaretin yapılması halinde, suç kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılacaktır. Burada korunan hukuki yarar devlet idaresidir. MAĞDURUN BELİRLENMESİ m.126 (1) Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır. Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılacağına ait ölçü gösterilmektedir. Madde, aslında usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye benzer bir ölçü getirmiş bulunmaktadır. İma edici ifadeler de bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını incitebilecektir. Bundan dolayı kişi tehlikeye sokulabilir.Tanınmış ailenin en büyük oğlunun, yolsuzluk yaptığı ileri sürülen bir şirkete yada mafya şirketi olarak tanınan bir şirkete hissedar olduğunu ve böyle bir şirkete mali destek sağladığının yazılması bu kişinin bu şirketin suç faaliyetlerini koruduğunu ima ettiği ve okuyucunun olumsuz kanaate sahip olmasına yol açtığı için, şeref ve saygınlığına saldırı söz konusu olduğundan, mağdurun belli veya belirlenmesi de mümkün olduğundan, ismi belirtilmiş ve hakaret açıklanmış sayılacaktır. Keza, bir ticaret unvanı, tacirin ticari faaliyetini hangi isim altında icra ettiğini gösterdiği ve ferdi işletmeler bunları işleten kişidn ayrı hüviyetn taşımadığından, bir firmaya veya bir ticari işletmeye yönelik hakaretler, doğrudan firma sahibine yapılmış sayılacaktır. İSNADIN İSPATI m.127 (1) İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması hâlinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, isnat ispatlanmış sayılır. Bunun dışındaki hâllerde isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır. (2) İspat edilmiş fiilinden söz edilerek kişiye hakaret edilmesi hâlinde, cezaya hükmedilir. Madde metninde, kişiye somut isnatta bulunulması hâlinde, isnadın ispatı düzenlenmektedir. Anayasamızda da isnadın ispatına ilişkin özel bir hüküm bulunmaktadır. Anayasamıza göre; kamu görev ve hizmetinde bulunanlara karşı bu görev ve hizmetin yerine getirilmesiyle ilgili olarak isnatta bulunulması durumunda, isnatta bulunan isnadın doğruluğunu ispat hakkına sahiptir. Bunun dışında, kişilere somut bir fiil isnadında bulunarak hakaret edilmiş olması hâlinde, isnadın doğruluğunun ispat edilebilmesi için iki seçenek koşuldan birinin gerçekleşmesi gerekir. Birinci seçenek koşul, isnadın doğruluğunun ispatında kamu yararı bulunmasıdır. Diğer seçenek koşul ise, şikâyetçinin yani kendisine hakaret edilenin ispata razı olmasıdır. Yine Anayasamıza göre, isnadın doğruluğunun ispat edilmiş olması, hakaret suçunun hukuka aykırılığını ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle, hakarette bulunan kişi hakkında beraat kararı verilmelidir. Madde metnindeki düzenleme yapılırken, Anayasamızın bu konuda belirlediği kurallar da göz önünde bulundurulmuştur. Madde metninde kabul edilen sisteme göre, isnadın doğruluğunun ispat edilebilmesi için, isnadın bir suç vakıasına ilişkin olması gerekir. Yani kişiye belli bir suçu işlediğinden bahisle hakaret edilmiş olması gerekir. Ayrıca, hakaretin yapıldığı anda isnadın konusunu oluşturan suç dolayısıyla kişi hakkında henüz bir hüküm verilmemiş olmalıdır. Bu sistemde, isnadın doğruluğunun ispatı, hakaret suçundan dolayı açılan davanın görüldüğü mahkemede yapılmamaktadır. Hakaret suçunun işlendiğinden bahisle açılan davanın görüldüğü mahkeme, yapılan somut vakıa isnadının bir suç oluşturması durumunda, bu suçun gerçekten işlenmiş olup olmadığının ortaya çıkarılmasını bekletici mesele kabul ederek, bu nedenle açılmış veya açılacak olan davanın sonucunu beklemelidir. İsnadın doğruluğunun ispatı, ancak isnat konusu suç vakıası dolayısıyla açılan ceza davası bağlamında ilgili mahkemede söz konusu edilebilir. İsnat konusu suç vakıası dolayısıyla açılan ceza davası sonucunda bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde; isnat ispatlanmış addedilir ve maddenin birinci fıkrası gereğince, hakarette bulunan kişiye ceza verilmez. Ancak, hakarete uğrayan, isnat edilen fiil dolayısıyla hakkında açılan davada kesinleşmiş bir hükümle beraat etmişse, isnat ispat edilmemiş sayılır ve hakaret eden kişi cezalandırılır. Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması hâlinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır. Maddenin ikinci fıkrasına göre; kesin hükümle sonuçlanmış bir davayla işlendiği sabit görülen bir fiilden bahisle kişiye hakaret edilmiş olması hâlinde, cezaya hükmedilir. Böylece, daha önce işlediği bir suçtan dolayı mahkûm edilmiş olan kişiye, bu suçtan bahisle hakaret edilmiş olmasının tasvip edilemez olduğu vurgulanmıştır. Hakkında başlatılan soruşturma sonucunda takipsizlik kararı veya açılan davada düşme veya beraat kararı verilmiş olan kişiye, soruşturma veya kovuşturma konusu fiilden bahisle hakaret edilmiş olması hâlinde, hakaret edenin cezalandırılacağında kuşku yoktur. İDDİA VE SAVUNMA DOKUNULMAZLIĞI m.128 (1) Yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir. Madde metninde, bir hukuka uygunluk nedeni olan ve Anayasamızda da güvence altına alınan (madde 36) iddia ve savunma dokunulmazlığı düzenlenmiştir. Kişilerin yargı mercileri veya idari makamlar huzurunda serbestçe ve hiçbir endişenin etkisi altına girmeksizin, haklarını iddia edebilmeleri veya kendilerini savunabilmeleri için kabul edilmiş bulunan bu dokunulmazlık zorunludur. Ancak bu dokunulmazlık, hukuki sınırlar içinde kalınması halinde değer ifade eder ve sadece taraflar arasında geçerlidir. Bir talebin resmi bir makama iletilmesi, dilekçe hakkının kullanılması bağlamında hukuka uygun bir davranıştır. Ancak, dilekçe hakkı, dilekçenin içeriğindeki ifadeler açısından başlı başına bir hukuka uygunluk sebebi olarak mütalâa edilemez. Hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan herkes, toplum barışını bozucu nitelik taşıması dolayısıyla devletten suç işlenmesinin önlenmesini ve suçluların cezalandırılmasını talep hakkına sahiptir. Bir suçun işlendiğini öğrenen bireyin, bununla ilgili olarak yetkili makamlar nezdinde ihbar veya şikâyette bulunma hakkı vardır. Gerçekleşmiş bir olayla ilgili olarak bu olayın oluşumuna neden olan kişiler de gösterilmek suretiyle ihbar veya şikâyette bulunulması durumunda, hakaret veya iftira suçunun oluştuğundan söz edilemez. Çünkü, burada gerçekleşmiş somut olayla ilgili olarak ihbar veya şikâyette bulunmak şeklinde bir hakkın kullanılması söz konusudur. İddia ve savunma hakkının, yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde kullanılması mümkündür. İddia ve savunma hakkının kullanılması bağlamında, kişiler açısından somut isnat ifade eder nitelikte maddî vakıaların ortaya konulması ya da kişilerle ilgili olumsuz değerlendirmelerde bulunulması mümkündür. İddia ve savunma dokunulmazlığı, taraflar, vekil, müdafii ve müşavir veya kanuni temsilciler hakkında geçerlidir. Dokunulmazlık, bu sayılan kişilerin, yine aynı kişilere karşı dava hakkında yargı mercilerine veya idari makamlara verdikleri yazılı veya sözlü başvuru iddia ve savunmalar kapsamında, kişiler hakkında somut isnatlar yada olumsuz değerlendirmeler dolayısıyla söz konusudur. Bu somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler, iddia ve savunma hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilememesi durumunda, (dava bahane edilerek, karşı tarafın dava ile hiçbir ilişkisi bulunmayan kişisel niteliklerinin ele alınarak isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler) hakaret ve hatta iftira suçu oluşturur. İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnadların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut vakıalara dayanması gerekir. Keza, bulunulan somut isnadların veya yapılan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması gerekir; ancak, uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır. Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut vakıalara dayansa bile, uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz değerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir. Somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırını aşan hakareti mutazammın yazı ve sözlerin iddia ve savunma hakkı kapsamında mütalâa edilmesi mümkün değildir. Ancak, bu ifadelerin kullanılmasına müsamaha ile bakılabilir. Çünkü, bu gibi durumlarda iddia ve savunmanın sınırı genellikle öfke ve gazabın etkisiyle aşılmaktadır. Aslında öfke ve gazap hâli, kusurluluğun bir unsuru olan irade yeteneğini etkileyen bir faktördür ve bu durum, kişinin işlediği hakaret suçu dolayısıyla kusurunun tespiti bağlamında değerlendirilmelidir. HAKSIZ FİİL NEDENİYLE VEYA KARŞILIKLI HAKARET m.129 (1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. (2) Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi hâlinde, kişiye ceza verilmez. (3) Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi hâlinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. Madde metninde, hakaret suçundan dolayı cezanın kaldırılması ve azaltılması bakımından üç ayrı duruma ilişkin hüküm bulunmaktadır. Birinci fıkraya göre, mağdur kendi haksız hareketleriyle hakarete neden olmuş ise, haksız hareketinin ağırlığını göz önüne almak suretiyle hâkim, failin cezasını azaltabileceği gibi gerektiğinde tümüyle kaldırabilecektir. Haksız davranışla, failin buna tepki olarak işlediği hakaret arasında bir illiyet bağının bulunması şarttır. Failin, haksız fiil üzerine içine düştüğü öfke ve elem ortadan kalkmadan ve aradan fazla bir süre geçmeden hakaret suçunu işlerse birinci fıkradan yararlanabilecektir. Burada önemli olan, failin psikolojik durumudur. Bu halde ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilecektir. İkinci fıkraya göre, kişi kendisine karşı işlenen kasten yaralama suçuna tepki olarak işlediği hakaret suçu dolayısıyla cezalandırılamayacaktır. Üçüncü fıkraya göre, karşılıklı hakaret hâllerinde hâkim, hangisinin neden olduğunu göz önünde bulundurarak taraflardan her ikisi veya birisi hakkında verilecek cezada indirim yapabileceği gibi, ceza vermekten tamamen sarfınazar da edilebilir.Bu halin uygulanabilmesi için, karşılıklı olarak işlenen suç hakaret olmalı, ilk kez hakaret eden kimse haksız olmalı ve hakaretler karşılıklı ve aralarında illiyet bağı bulunmalıdır. Hakaretlerin karşılıklı olması halinde iki tarafın veya olaya sebebiyet veren dikkate alınarak taraflardan biri hakkında, verilecek cezayı hakim, üçte birine kadar indirebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçebilecektir. KİŞİNİN HATIRASINA HAKARET m.130 (1) Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilât ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri oranında artırılır. (2) Bir ölünün kısmen veya tamamen ceset veya kemiklerini alan veya ceset veya kemikler hakkında tahkir edici fiillerde bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Öncelikle hakaret suçunun Kişilere Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenmiş olmakla kişinin hatırasına hakaret suçunun da burada düzenlenmesinin yerinde olup olmadığı tartışılabilir. Gerçekten kişilik doğumla başlar ve ölümle sona erer. O halde ölümle şeref hakkının da sona erdiği söylenmelidir. Ancak burada söz konusu olan, bir kişi öldükten sonra yapılmış olan tahkirdir. Şahıs ölmekle geriye sadece maddi değil, manevi bir malvarlığı da bırakır. Bu manevi varlığa tecavüz ölünün şerefini ihlal eder. Öte yandan, artık kendilerini savunma olanağına sahip olmayan ve çeşitli çirkin tecavüzlerden korunmaları insani, medeni ve sosyal bir görev olan tüm ölüleri bu şekilde bir hükümle korumak zorunludur. 765 s.TCK da m.130’a benzer bir düzenleme bulunmamaktadır. Sadece Şikayet başlığını taşıyan m.488/2’de yer alan “Eğer kendisine tecavüz olunan kimse şikâyetname vermezden evvel vefat eder veya bu cürümler ölmüş bir adamın hatırasına karşı irtikâb olunursa bundan dolayı müteveffanın karısı ve usul ve furuu veya kardeş ve kız kardeşleri ve usul ve furuu derecesinde sıhrî arkabası ve doğrudan doğruya veresesi bulunan kimseler tarafından şikâyetname verilebilir” düzenlemesi bulunmakta ve buradan yola çıkılarak ölünün hatırasına hakaret de suç olarak olarak kabul edilmekteydi. Benzer düzenleme “(2) Mağdur, şikayet etmeden önce ölürse, veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir” biçiminde yeni TCK da da yer almakla birlikte, yeni TCK bu konuda ayrı ve daha kapsamlı bir düzenleme getirerek özel tahkir suçu olarak düzenlenen ölüleri tahkir suçunu da (m.178) kapsamı içine almış bulunmaktadır. YTCK m.130’da iki ayrı suç düzenlenmektedir: - Ölünün hatırasına hakaret (f.1). - Ölüleri tahkir (f.2) Bu itibarla madde başlığının her iki suçu da kapsamına almış olmadığı için yetersiz olduğu söylenmelidir. A- Ölünün hatırasına hakaret Burada özellik gösteren husus suçun, mağdurun ölü olması nedeniyle sadece gıyabında ihtilatlı hakaret şeklinde işlenebilmesidir. Öte yandan suçun alenen işlenmesi bir ağırlatıcı sebep olarak kabul edilmiştir. Bu hususlar ile hakaret suçunun diğer unsur ve özellikleri bakımından yukarıdaki açıklamalara bakılmalıdır. B- Ölüleri tahkir Yeni TCK m.130/2 de yer alan bu düzenleme 765 s.TCK m.178’deki “Bir kimse, bir ölünün naaş ve kemikleri hakkında hakaret yapar veya tahkir maksadıyla veya meşru olmayan diğer bir maksatla birinin naaşını yahut kemiklerini alırsa, üç aydan bir yıla kadar hapis ve … ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bunların dışında, her kim bir ölünün naaşını tamamen veya kısmen alır veya ruhsat almaksızın bir naaşı mezardan çıkarır yahut kemiklerini alırsa, iki aydan altı aya kadar hapis ve … ağır para cezası ile cezalandırılır. Eğer bu cürüm kabristanda veya ölü gömülmeye veya muhafazasına mahsus diğer yerlerde görevli olan yahut kendilerine naaş ve kemikler tevdi olunan kimseler tarafından işlenirse, yukarıda yazılı cezalar bir misli artırılarak hükmolunur”. şeklindeki düzenlemenin karşılığıdır. Yeni TCK’da bu konuda başka bir düzenleme bulunmaması bizi bu sonuca götürmektedir. İki düzenleme arasındaki farklılıklar şu şekilde sıralanabilir: - Öncelikle Yeni TCK eski TCK m.178/1 ve 2 deki suçları tek bir fıkrada toplamıştır. Bunun sonucu olarak m.178/1’de ölünün naaş ve kemiklerini alma fiili bakımından aranan özel kast kaldırılmış bulunmaktadır. Böylece suçun manevi unsuru bakımından ortaya çıkan birinci ve ikinci fıkra arasındaki farka son verilmiş, her ne maksatla olursa olsun ölünün naaş ve kemiklerinin alınması tek bir suç olarak düzenlenmiştir. - Yine eski TCK suçun belli kişiler tarafından (mahsus suç çeklinde) işlenmesi halinde bunu bir ağırlatıcı sebep olarak kabul etmişken yeni TCK fail bakımından yapılan bu ayrıma son vermiş bulunmaktadır. - Diğer bir fark ise, suçun yaptırımı bakımındandır. Yeni TCK fiili iki ayrı suç olarak düzenleyip iki ayrı ağırlıkta yaptırım kabul etmiş olan eskisinden farklı olarak tek bir yaptırım sadece özgürlüğü bağlayıcı ceza öngörmektedir. Bu yönüyle diğer tahkir suçlarında kabul ettiği özgürlüğü bağlayıcı ceza ve para cezası arasında hakime verdiği seçimlik yetkiye de son vermiş bulunmaktadır. - Nihayet eski TCK dan farklı olarak yeni TCK bu suçu genel tahkir suçları arasında saymak ve ayrıca aksini belirtmemiş bulunmakla suçu şikayete tabi bir suç olarak düzenlemiş bulunmaktadır. Nitekim yeni TCK’nın konuyu düzenleyen m.131/2 de “suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir”. denmektedir. Yeni TCK Madde 130’un kişinin hatırasına hakaret başlığını taşıdığı hatırlanmalıdır. Burada eleştirilmesi gereken husus ölünün herhangi bir yakınının bulunmaması halinde fiilin cezasız kalması olasılığıdır. Bu yönüyle yeni TCK’nın kimsesiz ölüleri koruması dışına çıkardığı söylenebilir. Bu nedenle suçun re’sen kovuşturulan suçlar kapsamından çıkarılması doğru olmamıştır. SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA KOŞULU m.131 (1) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır. (2) Mağdur, şikâyet etmeden önce ölürse, veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikâyette bulunulabilir. Hakaret suçu eskisinde olduğu gibi şikayete tabi bir suç olarak kabul edilmiştir. Ancak yeni şekli bakımından hakaret suçunun kamu görevlisine, dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı ve yine kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle işlenmesi de mümkündür. İşte şayet hakaret suçu kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işleniyor ise hakaretin sadece bu şekli bakımından şikayet bir dava şartı olmaktan çıkarılmıştır. Suçun diğer şekilleri bakımından şikayet bir soruşturma ve kovuşturma koşulu (dava şartı) olmaya devam etmektedir. Öte yandan mağdur, şikayet etmeden önce ölürse veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir. Yeni TCK eskisinden farklı olarak alt ve üstsoyu ikinci dereceye kadar alt ve üst soy ile sınırlandırmıştır. Öte yandan tek tek sayım yapılarak meydana gelebilecek olası yanlışlıklar da engellenmiştir. Gerçekten eski TCK da sadece karıdan söz edilmekte ancak bunun içine kocanın da dahil olacağı kabul edilmekteydi. Yeni TCK m.73’e göre şikayet süresi 6 aydır. Nihayet m.73 uzlaşma gibi yepyeni bir kurum getirmektedir. Buna göre: “… (8) Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hakim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir”. Hakaret suçu da şikayete tabi olduğuna göre, bu yeni düzenleme karşısında uzlaşma kapsamına giren bir suçtur. Ancak hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi şikayete tabi olmadığından hakaretin bu şekilde işlenmesi halinde suç uzlaşma kapsamı dışında kalmaktadır. Nihayet CMUK m.344’de hakaret suçu şahsi davalık suçlar arasında sayılmış olmakla birlikte yeni CMUK şahsi davaya yer vermiş değildir. Bu durumda artık hakaretin şahsi davalık değil, ancak UZLAŞMALIK suçlar içinde yer aldığı söylenebilir. Böylece suçun basın yoluyla işlenmiş olması halinde suçun kamu davası olarak kabulü gibi çapraşık yollar da kalkmış olmaktadır. Burada tartışılabilecek bir husus da yaptırımının seçenekli olması ve adli para cezasını da öngörmesi itibariyle ön ödemelik de olup olamayacağıdır. Ancak ön ödeme “Uzlaşma kapsamındaki suçlar hariç olmak üzere, yalnız adlî para cezasını gerektiren veya kanun maddesinde öngörülen hapis cezasının yukarı sınırı üç ayı aşmayan suçlar”( YTCK m. 75 (1) ) bakımından mümkün olabileceğine göre hakaret suçu ön ödemelik bir suç değildir. B- Yetkili Mahkeme 2004 tarih ve 5235 sayılı “Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun”un Sulh ceza mahkemesinin görevi başlığını taşıyan 10.m.sine göre “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve bunlara bağlı adlî para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adlî para cezalarına ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanması, sulh ceza mahkemelerinin görevi içindedir”. Hakaret suçunun cezası, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak belirlenmiş olduğuna göre hakaret suçu bakımından yetkili mahkeme Sulh Ceza Mahkemeleridir. 765 s.TCK bakımından ise sövme suçu sulh, hakaret suçu ise asliye ceza mahkemesinin yetkisi içinde bulunmaktaydı. X- Yaptırım Hakaret suçunun yaptırımı üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıdır. Görüldüğü üzere hakaret suçu bakımından seçenekli bir ceza öngörülmektedir. Hakim gerekçe göstererek bu iki cezadan birini tercih edebilir KAYNAKÇA.:
|
2870 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |