Demokrasi ve devlet içinde otonom yapılanma Gündemde iki ana konu var. İlki yolsuzluk iddia ve soruşturmaları, ikincisi devlet içinde otonom bir yapılanmanın olduğu ve hükümete özellikle Başbakana karşı harekete geçtiği iddiaları. Yolsuzluk iddialarının usulüne uygun olarak soruşturulması gerektiğini düşündüğümü daha önce yazmıştım. Devlet dediğimiz şey neticede bir kurallar ve kurumlar toplamdır. Devlet kurumlarının yetkileri ve işleyişleri kurallara bağlanmıştır. Devlet içinde hem kurallar arasında hem de devlet personeli arasında bir hiyerarşi vardır. Devletin ayrımcılık yapmadan işlemesi, faaliyetlerinin öngörülebilir olması ve denetime tabi tutulabilmesi buna bağlıdır. Bu yetki ve personel hiyerarşisinin tepesinde seçimle gelen politikacılar bulunur. ...Bürokratlara dayanan otonom yapılanmalar siyasal iktidarının sahibi veya ortağı olamaz. Ayrı bir siyasî parti gibi hareket edemez. Son yıllarda devlet içinde otonom bir yapılanmanın ortaya çıktığını AK Parti ile özdeşleştirilemeyecek ve itibarlarından şüphe edilemeyecek birçok yazar söylüyor. ...Diğer taraftan, Şener – Şık olayı, KCK yargılamaları, Avcı yargılaması, İlker Başbuğ hakkındaki iddianameye yansıyan suçlamalar, Mustafa Balbay serbest bırakılırken haklarında hüküm bile olmayan BDP milletvekillerinin içerde tutulması, Oslo sürecine yapılanlar vb. bir otonom yapılanmanın mevcudiyetinin işaretleri olarak görülüyor. Demokratik bir sistemde politikacılar ne kadar hoyrat olursa olsun ve hangi hataları yaparsa yapsın onlardan korunmak ve kurtulmak mümkündür. ... Otonom yapılanma ise görünmezdir. Yapılanmasını ve içindeki mevki-yetki dağılımını temsilcileri aracılığıyla halka değil kendi kendisine borçludur. Hiçbir kuralla bağlı değildir. Her yol ve yöntemi pervasızca kullanabilir. İnsanlar bu yapılanmanın unsurlarını teşhis edemezler. Onları hesaba çekemezler. Yapılanmanın kendisini, oy vererek, bir hükümeti ortadan kaldırmaları gibi ortadan kaldıramazlar. Bu demokrasi için de tek tek her birey için çok ağır bir tehlike yaratır. Bu yüzden, söz konusu otonom yapılanmayla mevcut iktidar arasındaki mücadele basit bir iktidar kavgası olarak görülemez. Bu, demokratik siyaset ile bir bürokratik iktidar odağı arasındaki genel bir mücadeledir. Varlığını demokrasiye borçlu olan her parti bu mücadelede demokratik siyaset lehine tavır almak zorundadır. Aksi takdirde, varlığının meşruiyetini inkâr etmiş olur. Bir iktidar partisini tabiri caizse 'harcayabilecek' bir otonom yapılanma diğer partileri de harcayabilir ve demokratik siyaseti esir alabilir. Siyasetçileri şamar oğlanına çevirebilir. Seçmenlerin iradesini etkisizleştirebilir. Demokratik siyaseti bitirebilir. Bu vahim olgunun yolsuzlukla savaş ve yargı bağımsızlığı gibi doğru amaç ve ilkelerle perdelenmek istenmesi gerçeği görmemize engel olmamalı. Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı bir başlangıç değil sonuçtur. Mesele temelde bir siyasî felsefe meselesidir ve hukuk devleti belli bir felsefenin ürünüdür. O felsefeyi reddederseniz geriye hukukçular kalır ama hukuk devleti kalmaz. Hukuk devleti ile hukukçuların devleti aynı şey değildir. Hukukun hâkimiyeti hukukçunun hâkimiyeti değildir. Unutmayalım ki, pozitif hukukun ana kaynağı da halkın iradesidir. Kanunları meclis yapar ve hukukçu memurlar ona uymak zorundadır. Meclis gerektiğinde de en üst yargı organdır. Meclis'in iradesini yalnızca doğal hukuk ve/veya klasik insan hakları sınırlayabilir. Bu gerçeklerin görülmemesi ve 'paralel devlet Ak Partiyi dengeliyor' benzeri demokrasinin tüm ilkelerini reddeden bakışların seslendirilmesi hayret ve dehşet vericidir. Bu fikri savunanlara, 'paralel devleti kim dengeleyecek?' diye sormamız gerekir. Hiçbir demokratik devlet bu tür bir otonom yapılanmayı içinde barındırarak yaşayamaz. ... 28.12.2013-Yeni Şafak |
2174 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |