ATTİLA'NIN TORUNLARI AVRUPA HUNLARINDAN SEKELLERLE YAPILAN RÖPORTAJ-4 Sekelistan Türklerinden Ressam Julia DAVİD ile Sanat Tarih ve Kültürel içerikli bir röportaja başladık.Kaybettiğimiz özümüzü Sekelistanda bulduk.Enteresan olan bu güne kadar bize İslamla geldigini sandığımız arap kültürü olarak bildigimiz bazı adetlerin orta asya kaynaklı Göktanrı inancına ait oldugunu hayretle gördük.Röportajı yaparken şunu öğrendik Millet olmak başka bir şey hiç bir din Millet olmayı ortadan kaldıramıyor.İster Hristiyan olsun ister İslam aslolanın Milliyet olduğunu gördük görmeyenlere de buradan sesleniyoruz.Mevlam iki göz vermiş gör diyerek; H.K : Ne zaman nerede doğdunuz. Anne ve babanızın mesleği nedir? J. D : Transilvanya Sekelistanda doğdum 31 Aralık 1961 de Marosvásárhely şehrinde doğdum. Babam elektrik mühendisi. Rahmetli oldu. Annem ev hanımı gençken sekreterlik yapıyordu bankada çalıştı. İlk zamanlar Annem bana çok eski hun tarihi öğretiyordu. Okullarda duymadığım bilgileri çok ilginç olayları kendisinden duymuştum ilk kez. H.K: Ne anlatıyordu hatırladıklarınız neler? J.D: O da dedesinden duyduğunu söyledi. Birinci dünya savasındaki hatırladıklarından bahsetmiş bir de sekellerin nerden geldiklerini. Macaristan çok büyük bir ülkeymiş. 4 Haziran 1920’deki Trianon Barış anlaşmasından sonra dörde bölündü. Biz simdi o yüzden Romanya da yaşıyoruz. Okullarda tabi Romen dili mecburiydi. Ders olarak sınıflarda. Babam beni dağlara, Karpatlara götürmüştü çok güzel geziler yaptık ve orada da tabi tarihimizi anlatıyordu. J.D: Evet. H.K: Neler anlattı nasıl bahsetti? J.D: 1541’den sonra Transilvanya bağımsız bir devlet olarak kurulmuştur. Süleyman sultan bağımsızlık tanımış fakat vergi ödettirmiş. János Zsigmond ilk Transilvanya prensiymiş. H.K: Erdel Prensliği olarak tarihte 1526 da Osmanlı idaresine bağlı iken 1683 yılında Osmanlı’dan ayrıldı. O dönemde yaşayanlar memnun muymuş, anlattılar mı? J.D: Dediler ki Türkler Macaristani çok ağır savaşlarla yenerek aldılar fakat hiç bir zaman zararlar vermediler. Habsburglar, ve Ruslar bize çok büyük zararlar verdiler. Hem Romanya Sekellerine ve Macarlara. J.D: Eski tarihi olayları anlatan Annem kral Atilla’nın efsanelerini anlatırdı ve Csaba genç Kral’ın Saman yolunu gösterdi gökyüzünden. J.D: Eski geleneklerimiz ve inançlarımız hala yaşamaktadır. Biz bunlara “babona ” diyoruz. Türkiye’de yaşadığım senelerde çok kez gördüm ki aynı bizim köylerimizdeki gibi inançlar var. H.K: Eskiden kalan dokuma kilimleriniz var mı? J.D: Mesela göz değdiğinde veya birisi çok korktuğunda zaman kursun dökerlerdi veya kapıların köşelerine kül sürerlerdi. J.D: Kilimler var ve jeometrik motifler dokuyorlar. H.K: Motifleri dikkatinizi çekti mi, Türkiye’dekilere benziyorlar mı? J.D: Çok benzerlik gördüm Türkiye’de gördüklerim kilimlerle neredeyse aynıydı. En çok Gyimes tarafındaki motifler ve müzikler halk giyimleri ve Torockó tarafi. H.K: Bizde bir de gökkuşağı renginde atkı, eşarp başörtüleri var eskiden gelen sizde de mevcut mu? J.D: Çok benziyor köylerde kızlar taç “PÁRTA ” takarlar saclarına evlendikten sonra eşarp Párta zaten Güneşi sembolize eder. Günesin parlaklığı ve boncuklarla süslerler. H.K: Siz de bizim gibi ölenlerinizi gömüyorsunuz ve mezar başların da ay ve yıldız güneş motifleri var bunun nedeni nedir? J.D: Kalotaszeg tarafında bu Erdelin tam ortasında bulunan bir bölge kadınların etekleri iki taraftan bir siyah kaldırım süslüyor. Bu da ata binen eskilerden kalmıştır. Hunlar at binmede savaşmada ve avlamada çok iyilermiş. Kadınlar da bunu kıyafetlerinde muhafaza etmişler. J.D: Sordunuz ay ve güneş sembolleri H.K: Evet ne anlama geliyor? J.D: Kusanlar ve ve heftalitlarin sembolleri H.K: Bu ne demek? J.D: Kusanlar kendilerini aydan geldiklerini anlatıyorlar. J.D: Heftalitler de Güneşten geldiklerini anlatıyorlar. Ordos bir bölgede yasamış heftalit halkı eski bir İskit halkıdır ve bunlar Oğuzlardan akrabalarıdır. Sekellerin atalarıdır. Balambérin ataları. Bu semboller çok eski sembollerdir. Şimdi de gök renkli bayraklarımızın sembolleridir. H.K: Çok enteresan bizde de Sirius yıldızından geldiğine inananlar var J.D: Korkudan anlatamadım ben bunu duydum ve okudum. Anlatmaktan çekindim. Aslında ben inanıyorum Siriustan inmiş tanrıçamız var ANAHITA bizim inancımıza göre eski Göktürk alfabesini o öğretmiştir. Gökten gelen çok özle bilgilere sahip bir halktır Hun halkı. Dünyadaki İlk kültür bize Hunlara aittir. Hala onun imajını Orion’da görüyoruz YAY çekerek. Tablolarımda çok kez bu motifleri yerleştiriyorum. Eski sembolleri kanatlı güneşi, eşit kollu çarpı yıldız motifleri ve runik yazılardan oluşmuş motifleri ve bu sembolleri bizim kapılarımızda bol bol görürsünüz veya oymaklarda dokunmuş kilimlerimizde görürsünüz. H.K: Çocukluğunuz nasıl geçti sizde çocukların oynadığı oyunlar nelerdir? J.D: Ben çocukken uzun, uzun zamanlar Babamın köyünde geçirdim. Babaannem, dedem ve oradaki arkadaşlar komsular çevresinde. Benim orada geçirdiğim yaz tatillerin de ve ufakken oynadığım oyunlar bütün hayatıma renk vermişler. Bir birinden güzel anılar kaldı aklımda. Orada doğayı tanıdım, Doğa ve tertemiz bir dünya, belki sonradan resimlerini çizmeye başladım, bu güzelliklere borçluyum. Bahçe vardı ve kocaman tarlalar, kırlar. Bahçemizin kenarında bir küçük nehir vardı, ismi Nyárád.Nyárád nehirinde yüzmeyi öğrendim. Bir gün dedemin ufak bir alet kutusu varmış onun içine resim malzemelerimi koydum ve o şahane ve mükemmel doğayı çizmeye başladım. Sabah kayboldum ve keşfetmeye yollara düştüm. Hayvanları çok severdim, çiftçilik vardı orada zaten, bir de sebzeler üretiyorlardı. Vakit yoktu ki benlen uğraşsınlar. ÖZGÜRDÜM. O özgürlük ruhuma işlenmiş. Kimse değiştirememiş beni. Komsu çocuklarıyla sabah erkenden akşamlara kadar ağaçlara tırmanırdık. Mısır toplardık ve kızartırdık. Salıncaklara binerdik ve Kurumuş samanlara atlardık yükseklerden heyecan ve mutluluk verici günlerdi. Babaannem kışları kilimler dokurdu ve “búboskemencede ” evfirini ‘da ekmek hazırlıyordu. O Ekmeğin nefis bir kokusu vardı. Unutulmaz. Ailede kuzenler vardı dayım vardı herkes sağdı yaşıyordu. Toplandığımız zaman mutfakta uzun bir masa vardı ve çok neşeli bir aileydik çok kalabalıktık. Hayat vardı. H.K: O fırın ekmeklerinin tarifini verir misiniz nasıl yapılıyordu? Ne isim veriyordunuz? J.D: ilk önce unu mayayla karıştırırdı babaannem ve o hazırladıktan sonra bütün hamur ve tabii pişmiş sıcak pastırılmış patatesleri bir Tahta yalak içine koyardı. H.K: Çocuk oyunları demiştim. J.D: Aslında çocukken oyunları kız erkek birlikte oynardık. Erkek çocuklar ve kızlar aynı oyunları oynarlardı. Çamurdan kaleler yapardık. Mısırları koyduğumuz tahta barakalar yerler vardı. Genellikle evcilik oyunları oynardık. H.K: Evlenmeler nasıl olur sizde kız isteme (Dünür olma) gibi bir adetiniz var mıdır? J.D: Eskiden genç erkek bir kizin evine gitti zaman ve tabi niyetini belirtmeden önce ceketini asar bir yere. Eyer kız onu beğenmemişse ceketini alır evin dış kısmına asar. O zaman erkek anlar ki o kızdan yar olmaz..”kitették a szűrét” hala bu bir söz kalmıştır. Ayrıca yün eğirme yerleri vardır. İplerle kilim dokuruz. Orada kızlar birlikte neşeli sarkalar söylerler bir kız elindeki bir aleti yere düşürürse gördüğü erkeği beğenmiş demektir. Erkek onu yerden alır ama kızdan bir öpücük almak şartıyla verir. H.K: Diyelim ki kız oğlanı beğendi evlenme adetleri nasıldır. Oğlanın Babası ve Annesi Kızın Ailesinden kızı oğullarına istemeye gider mi? J.D: Çok değişikti bu adetler. Erdel bölgesi büyük ve çok renkli bir dünya. Hemen hemen vilayette ayrı ayrı adetler vardır. Ama tabii bizde her şey toplu olarak gerçekleşir. Köydeki tanıdık çevre kızın evin önünde şarkılar söylerler Şiir söylerler. En önemlisi kızların çeyizini de “tulipánosláda” diye bir kocaman tahta kutu içine yerleştirirler. Siz buna herhalde çeyiz sandığı diyorsunuz. Çok süslüdür. Her çeyiz bir at arabasının üstünde köyde dolaştırılır. Bunun amacı herkesin görmesini sağlamaktır. Bir de çok güzel keramiklerimiz vardır. H.K : Keramik ne? J.D : Keramikler Korond bölgelerinde yapılır vazolar tabaklar ve fincanlar. H.K : Topraktan mı yaplır? J.D : Evet topraktan yapılır ekmek ve yemek pişirecek kaplar yapılır. H.K : Boyama ve süslememi? J.D : Evet çok eski laleli motiflerle boyarlar dışlarını H.K : Düğünler de gelin Oğlan evine giderken ata biner mi Gelinlik ve duvak adeti var mıdır.Sizde de başlık parası âdeti var mıdır? J.D: Paralar düğünde verilir. Bir de hediyeler verilir. Herkesin önünde yüksek sesle şakalar yapılır maniler söylenir şiirler okunur. Kalotaszeg Szék Torockó Gyergyó tarafında bir de Gyimes bölgelerde hala bu adetler devam eder. Şehirleşme ve kentleşme bu güzel adetlerimizi katletmiştir. Kalotaszeg ve Székely köyler çok derin bir kültüre sahiptir. Oradaki halk hala eski el sanatlarını devam ettirmektedir. Gençler keramik ve dokuma isleri yaparlar. J.D : Duvak ne demek? H.K : Gelinin yüzünü öreten ince kırmızı tül ve başına tavuk tüyleri dikilir. Gelinin yüzü kapalı olur. Oğlanın evine giderken. Oğlan açar altın takmadan gelin yüzünü açmaz. J.D : Kızların başında evlenmeden önce párta vardır taç sonrada tabi topuz yaparlar saçını örerler ve topuz şekilde toplarlar evlendikten sonra eşarp takarlar. Bunun renkleri de değişiktir. Yeni evli genç kadının ismi “menyecske” açık renkli eşarbı kırmızı renk de olur yaşı ilerledikten sonra koyu renk olur. H.K : Sizde dini nikah var mı? J.D : Evet var. Nikâh kıyarlar sonra da kiliseye giderler. Gelin gelinliğini giyer damat damatlığını giyer. Bütün akrabalar törende bulunur. Papaz onların nikah törenlerini yaptıktan sonra kutsallaştırdıktan sonra bütün nikah toplumu topluca yemek yemeye eğlenceye giderler. Düğünler eskiden köylerde 3 gün sürerdi. Eğlenceler halk danslarıyla devam eder. H.K : Sizler Hristiyanlığın hangi mezhebine tabisiniz? J.D : Bizler protestanız. Unitárius bir de Romalı Katolikler var. Bölgeden bölgeye değişir. Tabi bir takım eski gelenekler var çok önceki Hristiyanlaşmadan öncedeki adetlerimiz vardır. Bunlar eski Göktanrı inancından kalmadır. H.K : 1981-1985 yıllarında Sanat Kolejin de okumuşsunuz? Bizdeki resim ve güzel sanatlar akademisi gibi bir Okul mudur? J.D : Evet güzel sanatlar fakültesini Kolozsvár seherinde bitirdim Erdel’in kültür semtindedir orada ben textil bölümünde okudum ama daha grafi monumental resim heykel traslik Seramik ve design bölümler de varmiş ben textil bölümünü seçtim çünkü çocukken beni çok etkilemişti köylerde gördüğüm kıyafetler. Fakültede tabi çok soyut modern kilimler yaptık kompozisyonları kendimiz yarattık. Yünlerimizi bile kendimiz boyaladık ve kuruttuktan sonra hazırladık dokumaya bu kilimleri büyük boy mesela 2 x 2 metre bile vardı. Çok çalıştık, bazen saat 12’lere kadar. Bir de dersler vardi. Sanat tarih, filozofi, estetika. Sınavlar vardı bir fakülteye girmek için çok zordu çünkü biz Macar asıllıydık ve Romenler daha avantajlıydılar 7 yer vardı ve 140 kişi imtihana girdik. Benim sınıfımda 4 kişi Macar vardı ve 3 Romen sınıf arkadaş. Yani çok çabaladık ve resimlerimizi çok tecrübe kazanmak için önceden hazırlandık daha sınıfa girmeden… H.K: Doğum adetleriniz nasıldır çocuğa nazar değmesin diye nasıl bir uygulamanız vardır. Bizde doğum yapan anneye al basmasın diye kırmızı eşarp takarlar. Çocuğa da sarı kıyafetler giydirirler sizde de buna benzer adetler var mıdır? J.D: Eskiden köylerde kadınlar doktora gitmezlerdi. Köydeki ebeler yardım ederdi. Bazen o da olmayınca, mesela tarlada çalışırken, tek başına doğururlardı bebeklerini. Bebekleri yıkarlardı ve ebenin yardımıyla çocuğun doğum sonrası bakımını yaparlardı. Doğum yaptıktan sonra bu bir gelenektir hiç ev isi yaptıramazlar yemekleri diğer aile fertleri yapar. Genelde kimyon çorbası içirilir. H.K: Bizde yeni doğan çocuğu tuzlu suda yıkarlar vücudu kokmasın diye sizde böyle bir adet var mı? J.D: Hatırlamıyorum. Biz de doğum yapan Annenin kırkı çıkana kadar hiçbir iş yaptırmazlar kuyudan su bile çektirmezler.Derlerki Kuyudan su çekersen su kurtlanır derler bir tabir olarak.Bebeye nazar demesinler diye kırmızı kurdele takarlar. Beşiğine de sarımsak koyarlar. Sarımsak zehirli akrep ve yılanlara karşı dır. Kuyudan temiz su çekerler bir bardağa koyarlar bardağa ısıtılmış kömür parçası atarlar o suyu içirirler kalan suyu da başından aşağı dökerler. Suyun kalan bir kısmını kapının kösesine dökerler. H.K : Bizde de doğum yapan kadına Anadolu da Albasar dedikleri adet gereği kırmızı eşarp takdırırlar.Çocuğu da sarı giydirirler. J.D : Üç kez dua okurlar. Bizde Vaftiz olurlar çocuklar çok ufakken daha 3 aylıktan sonra hatta daha önce kilisede papaz Vaftiz eder ve dua okur. Çocuğun bir de Vaftiz Annesi ve Babası olur. Bu genelde bir problem olduğunda bu Vaftiz veliler çocuğa destek verirler. H.K : Orada çocuğa isim verme adeti nasıldır. Çocuğa verdiğiniz isimler genellikle kimin isimleridir. Bizde çocuklara genellikle dedesinin ve ebesinin ismi verilir siz de böyle bir adet var mı? J.D : Bazen dedenin bazen babasının ama artık çok değişik farklı isimler de koyuyorlar. Hatta derler ki büyük Miháil küçük Miháil diye çağırırlar. H.K : Sizde erkek çocuklar da eskiden sünnet olma adeti var mıydı? J.D : Hic olmadı bizde. Bu bence eskiden de yoktu Müslümanlıktan gelen bir adettir. İslam halklarında bu adet benim kişisel fikrim çok önemli aslında ve çok sağlıklı bir adettir. H.K : Bizede İslam emri diye birtakım Arap adetleri girmiş onları ayıklamak için soruyorum özellikle J.D: Eskiden duayı biz mesela kolumuzu uzatarak ellerimizi acık tutarak yapardık. Dua her zaman Göklere el açılarak yapılırdı. Bu da sonradan 800 lü yıllardan sonra Géza fejedelem den sonra değişmiştir.Dualar genelde her zaman okunurdu tarlaları ektiğimiz zaman özellikle. H.K: Dualarınız nasıldır? J.D : Tanrım bize yardım et sesimizi duy şeklindedir ama eski dualarımız başkaymış yane tanru yarattığı her şeylen birdi biz de tanrını bir parçasıydık kesinlikle korkuyla dua etmedik çünkü bizi seven bir ata gibiydi Tengri. H.K : Eski dualarınızı hatırlıyorsunuz mu? J.D : Gökyüzüne bakarak ve kollarımızı kaldırarak ellerimiz acık şekilde dua ettik H.K : Tam metni var mı? J.D : Sadece kitaplardan okudum. Tanrı ki her şeyi sen yarattın ve her şeyin yolunu sen bilirsin Yukarda olanları da yerde olanları da. Senin isteğin kutsal ve istediğin şekilde olsun, Amin. Kesinlikle yadırgama ve öfke kin yoktu çünkü her şeyin sebebi yukardan belirlenir yani kader dedikleri şey. Halkın bir de her şeyi yöneten çok büyük inanca sahip önderleri vardi TÁLTOS’lar bunlar bir ŞAMAN di. O İnancı halk devam ettirdi. Yasakladılar çok ŞAMAN’ı öldürdüler ama yine de halk kuşak kuşak bu inanç ve bilgileri devam ettirdi babadan oğula kuşaktan kuşağa devam etti. Zaten bu otlarla olan tedavileri de hep bu eski Táltos’lardan öğrenmişlerdir. Bu bilgiler Göktürk alfabesiyle yazılmış runik yazılardır gizli gizli sakladılar bilgileri. Kadınların bir kutsal rolü vardı. İnançları ve bu bilgileri de Analar kızlara öğretmişlerdir.Tansiyonu olanlara elma ağacının kökünü meyve alkolüne ilave ederler ve onu içirirler. H.K : Sizde önceden hangi hastalıklar nasıl tedavi ediliyordu. ŞAMAN’ların tedavi yöntemleri nasıldı? J.D : Hastalığın ağırlığı ve şekline göre değişik tedaviler uygulamışlar. Mesela üşütmüş boğazı ağrıyan kişilere bir kesme şekere biraz petrol dökerler içirirler boğaz ağrısı geçer. Bana bile annem verdi ve iyileştim. Çaylar Ihlamur içirirler ve sıcak örtü ile örterler. Hastanın Terlemesi sağlanır. Bazen soğan ve kimyon kaynatırlar nu içirirler. Eğer birisinin ayağı donmuşsa soğuktan lahana yaprağı sararlar. Eyer birisi akciğerini üşütmüşse yaban turpu rendelerler ve göğsüne koyarlar. Çiçek hastalığına yakalanan çocuğu ısıtılmış fırın içerisine çocuğu ısıya dayanabilecek derecede tutarlar hastalık geçer. H.K: Bizde çocukların ilk dişi çıktığın da “hedik” dediğimiz buğdaydan kaynatılmış içerisine nohut konmuş bir çerez türü vardır. Komşulara dağıtılır? Sizde böyle bir adet var mı? J.D: Bilmiyorum onu H.K: Çocukların kıyafetlerine nazar bocuğu veya ağaç parçasından yapılmış nazarlık takarlar bizde, sizde de böyle adet var mı? J.D: Bizde alttan giydiği küçük gömleği ters giydirdiler nazar değmesin diye H.K: Bizde çocuklara tahtadan beşik dediğimiz bir yatak yaparlar sizde böyle bir adet var mıdır? J.D :Bizde köylerde çocukları beşiğe koyarlardı . Gyimes tarafinda da yalak içine koyarlar. H.K : Evlenme adetlerine geri dönersek gelinin ve damadın eline kına yakma adeti var mıdır? Kınanın ne olduğunu biliyor musun? J.D : Evlilik törenleri çok ilginç kına bizde yok ama kına gecesi ne benzer bir tören var. Kız arkadaşlarıyla birlikte olur ve genelde üzüntülü şarkılar söylerler. Bu bir nevi anne evinden vedadır. H.K : Bizde bu adetin adı Gelin ağlatmadır. J.D : Evet bizde de Gelin ağlatmadır. J.D : Nikah kıyıldıktan sonra halk damadın ve gelinin başından çiçekler be buğday dökerler evlilikleri bereketli olsun bol bol çocukları olsun diye. H.K : Enterasan demek ki bu adet Orta Asya’dan gelme, bizde de Gelin Damadın evine inerken başının üzerinden buğday saçılır. J.D: Gelinin bütün çeyizini at arabasına yüklenir orada çeyiz sandığı yatağı süslenmiş el işlemeleri dikilmiş güzel yastıkların üstüne gelini oturtur ve bütün köyün ortasında damadın evine kadar götürürler. Herkes seyreder gelin de en güzel elbiseleriyle ve saçlarında taç takılmış şekilde görülür. Evlilik törenleri çok görkemli ve çok eski gelenekleri taşır. Düğünden sonra gelinin saçlarını topuz yaparlar bu topuzu en son bir eşarpla kapatırlar. H.K : Sizde Gelin ve Damadın sağdıç dediğimiz yardımcısı danışmanı var mıdır? J.D : Evet “ vöfély ” diyoruz bu kelime anlamı ışık veren aydınlatan demektir. H.K: Düğünler de silah atma at yarışı veya güreş gibi adetleriniz var mı? J.K : Biz de kırbaç patlatma derler bazı köylerde bir sopanın ucundaki deri ip genelde atları kovalarken elde tutulan deriden yapılmış ip. Bizde bir de BARANTA denen bir oyun var uzun çubuklarla oynanır. H.K : Japonlar da “ kenda” denen bir spor dalı var onamı benziyor? J.D : Evet aynı benziyor. H.K : O zaman sizin Japonlarla da akrabalığınız var. J.D : Baranta cok eskiden kalmis bir orta asyadan gelme bir oyundur.Hala gruplar var bu törenleri devam ettirirler. Macaristandaki Turan Kurultayında da vardı.Bir de yay çekip ok atma yarışı vardır. Atin üstünde ok atılır hareket halindeyken. Hüseyin Kocabaş H.K: Yemek kültürünüzü çok merak ediyorum.Ne tür yemekler yaparsınız.Yani et yemekleri hamur yemekleri sebze ve balık tavuk türü yemekleriniz nelerdir? J.D: Yemeklerimiz cok cesitleri var ve bazileri tam türk mutfağının aynısıdır. Hamurdan yapılanlar var, sarmalar ve dolmalar var sebzelerden yapılan salatalar ve hatta turşularımız aynıdır. Türkiye’de yaşadığım için aynı turşuları gördüm ve çok nefisler. Balıkları unla kızartırız. Baharatlarda çok benzerlik gördüm. Yemeklerimiz: lahana sarması, biber dolması, köfteler, kekler hatta en önemlisi sizde somun denen ekmek bizde de fırında pişirilir. Sizdeki katmere ve bazlama ya benzeyen ekmeklerimizde var. Yoğurt aynı sizdeki gibi yapılır. Yoğurt bizde yanık tedavisi için cilde sürülür. H.K: Aynı uygulama bizde de vardır. Hunların 4 boy ve her boyun 6 kolu olduğunu söylemiştin bunların isimleri nelerdir? J.D: Bazı yerlerin ve bölgelerin ismi bunlarin ismini tasiyor. Bunlardan bildiklerim; Vácmány Nagyadorján, Csík, birda garasındaki yerin adı Tuzla, Köktürklerde de Cik tutuk vardi Sekellerde bir bölgenin ismi Csík buraya hudut en batı tarafı Sekelistanın bu Csíkszereda belki bu yüzden bu isim veridi. Birde Kál adlı yer var. Székelykál kal = yerinde kalmak anlamı taşıyor yani vatanı korumak amacıyla burada yerleşmişler ve köyün ismi şu an Székelykáldır. Nagyadorján, Uzonka bir yer ismi de oğuzca bir isimidir. Adorján = odurman, Vácmány bu kelime İngilizce, CsikMacarca, ama en ilginci Tuzla kelimesidir. H.K: İstanbul’da bir semtin adıdır Tuzla başka Balkan Ülkelerinde de de var. H.K : Anadolu’yla Orta Asya’yı birbirine bağlayan kültürel bağlar arasında bir de tamga dediğimiz şeyler var sizde de bu şekilde işaretler varmıdır? J.D: Belki eski paralar ve Amuletler vardı runik yazılı paralar bulundu Tatárlaka da, bunlar en az 7000 senelikdir. H.K: O runik yazıların ve paraların resimleri varmıdır? Amulet nedir ne demek ne anlama geliyor? J.D: İnsanlar boyunlarına asarlar veya yakalarında taşırlar ve üstünde bir dua yazilidır. Boldogasszony. J.D : Yani üzerinde eski tanrımıza hitaben bir dua yazılıdır.Macar Sümerolog Jos Ferenç bu yazıyı okumustur.(Bizi koruyan! Her sırrın görkemli Tanrıcası. Bizleri gözeten iki gözün bizi korusun.Göktanrımızın isiginda!) H.K: Bizde buna muska derler. H.K: Biz musganın islamdan gelen bir adet olduğunu biliyorduk o zaman bu adetin İslam’dan gelen bir adet olmadığı anlaşılıyor. J.D: Kesinlikle muska adeti size İslam’dan gelmemiştir çok eski gök Tengri inancından gelmiş bir inanıştır. H.K: İçerisine Kur’an’dan dua yazar koyarlar. H.K : Bir de şu taltoslar konusunu hala anlayamadım. Bunlar bir tür şifacı dediğimiz Şaman’laramı benzer? J.D: Evet. Taltoslar Şaman’lara benzerdi. Táltoslar o eski dönemlerde cok büyük bilgilere sahiptiler mesela insanları hastaliıklardan iyileştirirlerdi ve geleceği bilirlerdi. Ateşin dumanından geleceği görürler ve söylerlerdi. Onlar Şamanlardan önceki Din adamlarıydı. H.K: Biz onlara falcı veya kahin diyoruz. J.D: Bir ağacın üstüne yerleşirler ve orada üst dünya ile iltibat kurarlardı. H.K: Bizde buna Ruh çağırma derler. J.D: Bu farklı bir şeydir. Herkes Toltosolamaz. Fazla bir kemik olması lazım elinde. H.K: Yani doğuştan 6 parmaklımı olması gerekir? J.D: Evet, ondan bilirler ki, bu çocuk ilerde táltos olacak diye. Onlarin yüzü örtülüdür ve taç takarlar geyik boynuzuna benzer. Bir davulları vardır. Onun sesi farklı bir frekans sesi verir. Onlar ruhi olarak yükselirler ve gök yüzündeki ruhlarla bağlantı kurarlar. Eski dokuman yok ama HoppálMihály bir araştırmacı bu Şaman bölgelerini araştırdı ve fotograflar topladı aslinda eski Hun Halkıda aynen öyle görünüşü fark yoktu eski mongol burjátve mandju táltoslár macar táltosaynesi gelecegi bilmişlerdir. Hayvanlarla bile telepatik komünikasyon yapabililrer insanların düsüncelerini okurlar ama en önemlisi hastalıkları tedavi ettiler. H.K: Telepati için hangi yöntemler kullanıyorlardı? J.D: Dünya evrenler Kutup Yıldızı ve bir Hayat ağacı vardır dünyamızın göbeği bu hayat ağacına bağlıdır bu bilgileri yukarı ile irtibat kurarak verdiler. Onların yaşamı ve eski Hunların yaşamı zaten evrene ve doğaya saygıdan ibarettir. H.K: Enteresan doğaya saygı konusunda ABD’de yaşayan Kızılderililerle aynı hassasiyetleri taşıyorsunuz. J.D: Hayvanlara ve sulara saygı ana toprağa saygı genç ağaçları kesmezler ve ay yeni doğarken harekete geçerler bu çok önemlidir. Yani dolunay çıktığı zaman savunmaya çekilmişler evlilik kıymamışlar çünkü yeni ay şans ve bereket demektir bunları Şamanlar bilirler ve halk onlara saygı gösterir krallar bile. Tengrikut’un hayatını okudum ve çok enteresanmış Tengrikutu bir Táltos büyütmüş ve kurdu vardı bir de şahini onlarla konuşuyordu en son Çinlileri yendi ve Hunları teşkilatlandırdı bir araya topladı aynı Metehan gibi taltosları bir de yardımcı ruhları kullandi. H.K: Cenaze adetlerinize gelmek istiyorum birisi vefat ettiğinde ne yaparsınız? J.D: Öleni yıkarlar ve evin içine giydirilmiş şekilde uzatırlar sonrada 1 veya 2 gün bekletirler. H.K: Öleni yıkama protestanlıktan gelmemidir öncesindenmidir? J.D: Bilmiyorum galiba eskiden aldılar, ağladılar yanında ve dualar okudular. H.K: Sizdede ağıt varmı ağıt nedir biliyormusun? J.D: Ağlayan kadınlar, Síratóasszonyok deriz. H.K: Hem ağlar hem üzüntülü mani söylerler. J.D: Evet bizde de aynıdır. Ondan sonra papazı cağırırlar ve kutsal dualar okurlar ölenin hayatını ve anılarını söylerler iyiliklerini anlatırlar. Aile bütün işlerini kapatır ve vefat eden kişinin varsa borcu ödenir. Genç kadın eğer doğum sırasında ölürse dört kadın bir beyaz örtü açarlar üstüne ve mezara öyle götürürler mezarda toprak atarlar cenazenin üstüne. H.K: Bizde kefen derler bizde beyaz bir beze sararlar. J.D: Tabi onu evde sararlar tabuta koyarlar. Bir de tor yapılır yemek ve içki ikram edilir. H.H: Kadınların ağıtlarından örnek varmı yazılmış? J.D: Bizim inanışlarımıza göre 40 gün kadar ruhları tabutun yanında kalır hatta evde bile dolaşır 40 gün sonra ruh kalkar ve üstün dünyaya gider falan ruh ayrılamaz. H.K: Bizdede 7. ünü ve 40. günü yemek verilir. Sizde de böyle bir adet varmı? J.D: Evet bizdede aynı adet vardır. Komşular gelir başsağlığı dilerler tabii yemek de verirler. Bazı bölgelerde beyaz giyerler siyah elbise ruhun ölümsüzlügüne inanırlar 7 gün falan verilir yemek bence hatta neşe içerisinde olur insanlar inanırlarki mutsuzluk öleni burakmazki ayrılsın bu hayatın ve evrenin kanunudur. H.K: Sizde öleni yakma ve mumyalama geleneği varmıdır? J.D: Hayır biz de önceden ölü yakma adeti yoktu ama son zamanlarda şehirlerde başladı ama köylerde öyle bir uygulama yok. Mumyalama adetimiz de yok. Hüseyin Kocabaş (Devam edecek) |
3009 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |