Her Baskının Altında Yatan Gerçek Neden İnsanlık, tarih boyunca güçlüye karşı mücadele ederek bugünlere gelmiş ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi tarihte yaşanan acıların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dogmalara karşı gelen Galile bile engizisyon mahkemesine çıkarak dünyanın dönmediğini ifade etmek zorunda kalmıştır (1). Çünkü zamanın baskıcı gruplarının menfaatleri o yönde idi. İngilizler, Fransızlar ele geçirdikleri ve sömürge haline getirdikleri yerlerde yıllarca sürecek siyasi, kültürel, ekonomik etkilerini sağlamak için insanlar üzerinde din ve dil üzerinde baskı yapmaktan hiç çekinmemişlerdir. Yıllar önce Osmanlı imparatorluğunda harp okulu açan Fransızlar ve Almanlar (2) ile aynı yolu izleyen bugünkü ABD, Irak’ta boşu boşuna hap okulu açmamaktadır. Gelecekte de askerlerin ülkelerin her türlü hayatında etkin olacağı, özellikle Ortadoğu’da etkili olacağı bir gerçektir. Dış güçler bir ülkeye önce askeri eğitimle girip kendi düşüncelerine hizmet edecek önemli bir güç oluşturuyorlar. Hak ve hukuktan ziyade güce itaat baskının bir sonucudur. Baskı, tıpkı ilkel toplumda olduğu gibi ne yazık ki halen günümüzde de aynı mantıkla devam etmektedir. Baskının olduğu yerde vefa, dürüstlük, adalet gibi insani olgulara rast gelinemez. Orada, yozlaşmanın birer göstergesi olan, “hak etmediği şeyi hak olarak görmek, vefasızlık, gelir adaletsizliği, her şeye sahip olma hakkı, neme lazımcılık, sorumluluk duygusunun olmayışı, toplumun değer yargılarına sahip çıkmamak veya toplumun değer yargılarını menfaatine kullanmak, bencil davranmak, herkesi kendisine tabi görmek, hak arayanlarla alay etmek, umursamazlık...” gibi olumsuz vasıflar baskıcıların belirgin özellikleridir. Yukarıda sıraladığım baskıcı düzen özellikleri bizlere hiç de yabancı değildirler. Bir türlü gelişemeyen, ne kurumlarında ne de toplumda, barışık hayatı yakalayamayan, gelişmiş ülke olamayan, çağdaş kapitalist sisteme ayak uyduramayarak 21.yy.da sömürge olmuş olan bir ülkenin vatandaşları olarak bizler, halen baskı altında tutulmaktayız. Baskı bize hüküm sürerken, baskıcılar da kendi çıkarları doğrultusunda yolarına devam etmektedirler. Baskının temeli menfaate dayanmaktadır. Bugün, günlük hayatımızda karşılaştığımız baskılara bakarsak temelinde çıkarların olduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz. Normal insanlar insanca, adaletli yaşamak isterken güç sahipleri buna engel olmaktadırlar. Türkiye’de, baskı, hemen hemen her kurumda vardır. Psikolojik, manevi baskı vardır. Bunun yanısıra hem manevi hem de maddi baskı vardır. Baskının herhangi bir şekliyle karşılaşmamış olanımız muhtemelen yoktur. Belki de bazen baskının aracısı (maşası) da olmuşuzdur. Çiftçimiz siyasi ve ekonomik baskı altındadır. Misal, bir fiskobirlik başkanı hükümetten yana değilse fındık fiyatları bir önceki yıla göre yarı yarıya düşürülür ve fındık üreticisine siyasi ve ekonomik yönden baskı yapılır. Esnaf baskı altına alınırsa altı ay içinde beş yüz bin esnaf kepengini kapatır, işsizler kervanına katılır. Fikirler baskı altına alınırsa hayaller ortadan kalkar. Hayalleri olmayan insanlar ise kaderci olur, üretkenliğ biter. Siyaset baskı altına alınırsa ülkenin geleceğini şekillendirecek siyasetçiler siyasetten uzaklaşır. Çözümler üretebilen siyasetçiler olmayınca da ülkenin başı dertten kurtulmaz. Baskılar olunca demokrasi gelişmez, hukuktan söz edilmez, bilim insanları gelişmiş ülkelere gider. Baskılardan etkilenmeyen sadece baskıcılardır. Birleşerek dur demezseniz şayet, baskılar öylesine artar ki, öylesine yok sayılırsınız ki, paranızla kurduğunuz sosyal sistemlerde esameniz dahi okunmaz. Gönül isterdiki, seminerlerde, konferanslarda bilge konuşmalar yapan bir kurumun assubayı olarak bunları yazmak durumunda kalmasaydım da daha çağdaş konulara değinseydim... Ama ne yazık ki bizler halen bunları aşamamışız... Baskının en alası, ‘’Devrim’’ adlı Türk otomobili dururken Fransızlarla ortaklık yapan OYAK’ın kanununun 16’ncı maddesinde ortaya çıkmaktadır(3). Kanunun bu maddesinde kurumun iştiraklerinde görev alanlar belirtilmektedir. Ve ne yazık ki assubaylar, uzman erbaşlar ve sivil memurler üye aidatı ödemelerine rağmen yönetimde yer alamamaktadırlar. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba bizler işgal altındamı yaşıyoruz! Şu anda OYAK yönetiminde olmaları kanunla engellenmiş olan üyeler, Fransız ve Alman eğitim sisteminden geçmiş olsalardı şayet, yönetimde olacakları bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu, OYAK’ın Fransız ve Almanlara hizmet eden ortaklıklardan çıkarabiliyoruz… Bugünü anlamak ve geleceğe yön vermek için geçmişe bakmak gerekiyor. Yazımı aşağıda kaynağını sunduğun eğitim tarihimizden kısa notlarla bitirmek istiyorum: “Deniz okulu II. Mahmut döneminde bazı isim değişikleriyle devam etmiştir. Bu arada binalarında da bazı değişiklikler oldu. Heybeliada'ya gidip geldi. 1838 yılından itibaren okulda mecburî yabancı dil Fransızca yerine İngilizce oldu. Okulda, İngilizler öğretmenlik yapamaya başladılar. Güverte, makina ve inşaiye zabitleri yetiştiren Deniz Harp Okulu (Bahriye Mektebi) 19l0 yılında İngiliz Deniz Okulu sistemine göre yeni bir düzenlemeye sokuldu ve başına İngiltere'den Mister Holand getirildi. Zaten daha önce de Okul, Amiral Williams'ın elinde idi. Son ıslah çalışmaları içinde İngiltere'den iki öğretmen getirilmişti. 1848 yılında bir yıl öğretim süreli Erkân-ı Harbiye Mektebi açıldı. Daha sonra askerî okulların rüşdiye kısımları da açıldı (1875). Harbiye'deki esas yenilikler 1878 Osmanlı-Rus Savaşından sonra olmuştur. O zamana kadar Fransa Harp Okulu örneğine göre öğretim yapan okul, Alman subayı Von der Goltz tarafından Alman sistemine göre kurulmuştur (1884).”(2) Her baskının altında bir menfaat yattığını bilerek ve farkında olarak… Saygılarımla... 01.07.2006 Orhan Kaya Kaynak (Güncel): (1)http://www.acikbilim.com/2012/01/dosyalar/dunya-yine-de-donuyor-galileo-galilei-bilim-ve-dogma.html (2) http://www.egitim.aku.edu.tr/tet03.htm (3) http://content.oyak.com.tr/oyakdosyalar/media/editor/files/KURUMSAL/Oyak_Kanunu.pdf |
1944 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |