HAYATINI İLKELERİYLE ÖRDÜ: BİLİMCİLİK, MİLLÎ EGEMENLİK, CUMHURİYETÇİLİK Atatürk öğretisi bence on ilkeye dayanır: Bilimcilik, Ahlak, Devrimcilik, Laiklik, Millî Egemenlik, Tam bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik. Atatürk gerek özel hayatını, gerekse çalışma hayatını bu ilkelerle kurmuştur. Yalnız söylemleri değil, hayatı da ilkeleriyle örülüdür. Okuduğunuz yazıda Bilimcilik, Millî Egemenlik, Cumhuriyetçilik ilkeleri kapsamında söz konusu paralelliğe ilişkin örnekler veriyorum. 1) BİLİMCİLİK İLKESİ a) Düşünce: Güzel Fikirlerdir İnsanı Unutturmayan. Atatürk ne gösterişte, ne mevkide, ne rütbelerde ruhunu doyuran bir zevk bulamamıştır. O fikir peşinde idi. Gerçek büyüklüğü; daima fikirleri uğruna savaşmakta, bütün şan ve şerefleri fikirleri uğruna feda etmeyi göze almakta aramıştır. Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine "Atatürk" adı verilmesi için bir yasa teklifi hazırlanmıştı. Atatürk tasarıyı okudu, arkadaşlarına şöyle dedi: - “Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin adlarına sığınmak gerekmez. Tarih zorlamayı sevmeyen nazlı bir peridir, fikirleri tercih eder.” [Falih R. Atay] b) Gerçekçilik: İnsan Hesabını Bilgiye ve Gerçeklere Dayandırmalıdır Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te görüştüğü Claude Farrére kendisine sorar: -Bu yaptığınızı mantık dışı, bir çılgınlık olarak yorumlayanlar var. Verdiği yanıt şudur: -Ben hesabımı mucizeye değil, gerçeklere ve rakamlara dayanarak yaptım. Ve oturur, üşenmeden Fransız edibe, onu şaşkına çeviren bir kesinlikle müttefiklerin, Yunanlılara, istedikleri yardımı neden yapamayacaklarını, onların iç politikalarından gerekçeler getirerek kanıtlar. d) Ufkun Ötesi: Ufkun Ötesini Görenin Dediği de, Yaptığı da Doğru Çıkar Mithat Şükrü Bleda anlatıyor: Ankara’ya vardığımda Büyük Millet Meclisi’ne gittim. Mustafa Kemal orada idi. Kendisine Malta’dan kurtuluşumun şükran borcunu ödemek üzere ziyarete geldiğimi bildirdim. Mustafa Kemal gülerek: -“Bu bir şey değil, göreceksin daha neler yapacağım” dedi. Sonra beni kendi otomobiline bindirip Köşk’e götürdü ve akşam yemeğine alıkoydu. Yemek esasında bir vesile ile sordum: -Paşam, askerî durumu nasıl görüyorsunuz? Yanıtı çok kesin ve kısa oldu: -Yunan ordusunu pek yakında denize dökeceğim, bunu iyi bilin! Mustafa Kemal’in “denize dökeceğim” dediği düşman, Ankara’nın burnunun dibine gelmiş bulunuyordu. Ancak o, herkesi etkileyen konuşmasıyla beni de inandırmıştı. Bütün tereddütlerime rağmen, söylediğini yapacağına inanmıştım, sordum: -Peki ama İstanbul’dakiler ne olacak Paşam, her tarafı işgal ettiler. Şu yanıtı verdi: -Onlar kendiliklerinden, hem de bayrağımızı selamlayarak çıkıp gidecekler. Bu sözlerin bir gün gelip aynen gerçekleşeceğini nasıl kabul edebilirdim, nasıl akla gelirdi böyle bir sonuç? Gazi sözlerine şöyle devam etti: -Neler yapacağımı herkes gibi sen de duyacak ve göreceksin; herkes gibi sen de şaşıracaksın. Bu ne biçim bir kehanetti, bu nasıl bir inanç ve irade idi!
2) MİLLÎ EGEMENLİK Millet Meclisi: Meclis’e Saygı Birinci Büyük Millet Meclisi’nde bir gün ona yüklendiler: -Meclis’in egemenliğine dokundurmayız. Meclis’in egemenliğine saygı gösterilsin. Meclis’in egemenliği… O, altın yeleleri kabararak nasıl da gürlemişti: -Bu meclisi ben topladım, ben vücuda getirdim. Kim kendi eserinin iyi olmasını istemez. Sizler sadece Meclis’e saygı gösteriyorsunuz. Ben bundan fazla olarak aynı zamanda kendi eserime saygı gösteriyorum. [İsmail H. Sevük]
3) CUMHURİYETÇİLİK a) Meşveret: Cumhuriyet Görüşme ve Danışma İster Birgün Atatürk’e kuvvetinin sırrını sordum: “Durur, dinlerim” dedi. Sonra tekrar etti: “Dinlerim.” Ve sustu. [Noelle Roger] b) Danışma: Hiçbir Kanaati Hâkir Görmemelidir Neşeli bulunduğu bir zamanı seçerek:"Paşam..." demiştim, "şu danıştıklarının içinde bazen öyleleri var ki, şaşırıyorum. Bunların düşüncelerine nasıl olsa sonunda katılmayacaksın. Kararını önceden vermiş olduğun da malum... O halde, ne diye onları birer birer çağırıp karşında söyletirsin?" c) Danışma: İnsanlara İş Yaptırmak İçin, Onları O İşe İnandırmalıdır Dil ve Güneş Teorisi üzerinde çalıştıkları günlerdeydi. Dolmabahçe Sarayı'nda bir gece özel dairelerindeki çalışma salonunda Hikmet Bayur ile baş başa kalmışlardı. Dil ve Güneş Teorisi üzerinde Hikmet Bey'e birtakım açıklamalar yapıyordu. Atatürk'ü Hikmet Bayur'la çalışmaya bırakarak, bütün arkadaşlar yanlarından ayrılmış, odalarımıza çekilmiş, yatmıştık. Ertesi sabah uykudan kalktığımız vakit, Atatürk'ün hâlâ yatmadığını ve Hikmet Bayur'la yine baş başa akşamki gibi aynı durumda çalışmayı sürdürmekte olduğunu görünce, arkadaşım Salih (Bozok) Bey'le beraber derhal yanlarına gittik. Yüzleri kıpkırmızı, Atatürk hâlâ Hikmet Bayur'u inandırmaya çalışıyordu. Bir süre sonra çalışmaları bitti. Hikmet Bey de müsaadelerini alıp çekildi. Yalnız kalınca, Salih Bozok: -“Paşam, niçin bu kadar yoruldunuz”, diye sordu, “Hikmet Bey yabancınız mı? Size bağlı bir arkadaşımız! Böyle olacaktır, demeniz yeterli değil mi? Sabahlara kadar onu inandırmak için kendinizi neden üzüyorsunuz?” Atatürk’ün yanıtı şu oldu: -Ha... İşte bu çok yanlış bir düşünce... Bilirsiniz ki Hikmet Bayur inatçıdır. Onu inandırmak lazımdır. O, bir kere inandı mı işi benimser. [Ali Kılıç] *** Atatürk’ün, ilkeleriyle ördüğü hayat sahnelerinden aldığımız dersleri şöyle toparlayabiliriz: - Güzel fikirleri olan unutulmaz. - İnsan hesabını bilgiye ve gerçeklere dayandırmalıdır. - Ufkun ötesini görenin dediği ve yaptığı doğru çıkar. - Cumhuriyet görüşme ve danışma ister. - Hiçbir kanaati hakir görmemelidir. - İnsanlara iş yaptırmak için, onları o işe inandırmalıdır. 9.5.2012 Prof.Dr.Cihan Dura |
2246 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |