Bilindiği gibi iddia edilen ‘Ergenekon Terör Örgütü’ (ETÖ) yargılamasının önemli bir başlığını bu örgütün ‘basın ayağı’ oluşturuyor. İddia şu; “ETÖ, 2002’den itibaren AKP iktidarını askeri darbe yoluyla devirmek için çeşitli girişimlerde bulunan bir örgüttür. Bu girişimlerin başarıya ulaşması için de basın kullanılmıştır.” Bu iddia çerçevesinde, çok sayıda gazeteci, ETÖ yargılaması kapsamında cezaevinde bulunuyor. Bu yazıda ETÖ’nün var olup olmadığı, gerçekten ortada AKP’ye karşı bir darbe girişimi bulunup bulunmadığı gibi tartışmalara girmeyeceğiz. Sonuçta ortada bir iddia ve bu iddia doğrultusunda tutuklu yargılanan gazeteciler var, bu gazeteciler savunmalarında darbe girişimlerine destek vermediklerini yaptıklarının gazetecilik faaliyeti olduğunu söylüyor, savcılar da aksini iddia ediyor. Bu bir kenarda dursun.
BASIN YOLUYLA DARBEYE ZEMİN HAZIRLAYANLAR
Öte yandan, önümüzde bir başka ‘darbe yargılaması’ var. Üstelik bu girişim falan değil dünya darbeler tarihinin gördüğü en kanlı, en gaddar, en vahşi darbelerden biri; 12 Eylül… Faili belli; öyle ETÖ gibi varlığı tartışmalı bir gizli yapı falan değil, anlı şanlı TSK… Öyle üç beş subayın maceracı hareketi falan da değil, emir komuta zinciri içinde NATO’dan onaylı, planlı programlı ‘dört başı mamur’ bir darbe… Peki, şimdi şu soruların tam zamanı değil mi? Biz “ETÖ bir darbe soruşturmasıysa burada gazetecilerin ne işi var” diye sorduğumuzda bize verilen yanıt; “Her darbenin, darbe girişiminin bir medya ayağı vardır, bunlar da ETÖ girişiminin medya ayağı” deniyordu. O halde şimdi soralım; madem her darbenin bir medya ayağı var buyurun size 12 Eylül darbesinin medya ayağı… Üstelik öyle gizli ve doğruluğu şaibeli ‘darbe günlüklerinden’ falan değil, öncesiyle sonrasıyla açık açık verilen destekten darbe için kamuoyu oluşturma çabasından söz ediyoruz. Şimdi 12 Eylül darbesiyle hesaplaşıyorsunuz ya madem öyle gelin bunu derinleştirelim 12 Eylül’ün medya ayağıyla da hesaplaşalım. Hem bu bahsettiklerimiz öyle 95 yaşında öyle bir gözü toprağa bakın insanlar da değil. Her gün gazetelerde, her akşam televizyonlarda, 12 Eylül zihniyetinin kanlı canlı temsili olarak arz-ı endam etmeye devam ediyorlar. Yargılamaları istenirse adları adresleri belli. Haydi başlayalım...
BİR NUMARALI SANIK: NAZLI ILICAK
Gerçek bir 12 Eylül yargılaması yapılıp bunun basın ayağı da konu edilirse, 12 Eylül basın davasının bir numaralı sanığı da olsa olsa Nazlı Ilıcak olur sanırız. Zira bakın daha 1978’den başlayarak Ilıcak nasıl darbe çağrıları yapmış ve darbe olunca da onu nasıl coşkuyla selamlamış. Ilıcak’ın darbeciliğinin ilk belgesi, 17 Aralık 1978’den… Bilindiği gibi 12 Eylül bir gecede yapılmadı. Darbeci generaller, önce zemin hazırladılar, sonra sıkıyönetimlerle askerin toplumdaki etkisini adım adım artırdılar ve 12 Eylül günü nihai vuruşu yaptılar. Aralık 1978’de 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi ve bakın Ilıcak’ın başyazarı olduğu Tercüman gazetesi ne yazdı: "13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker...”
‘YIPRANACAKSA ORDU DEĞİL İKTİDAR YIPRANSIN’
Ilıcak’ın 12 Eylül öncesi darbeye zemin hazırlama faaliyetleri ‘merhaba asker’ diyip sıkıyönetim komutanlarının önünde selam durmaktan ibaret değil. Ilıcak, bu tarihten sonra darbeye zemin oluşturma faaliyetlerine köşe yazılarıyla tam gaz devam ediyordu: “Bir, iki, üç... Ama bir gün gelir ordu, madem tek başına beceremiyorsun, şöyle çekil kenara çekil de gölge etme deyiverir.” (17 Haziran 1979, Tercüman) “Bırakalım ikinci sınıf meselelerle hükümet uğraşsın, halkta antipati doğacaksa, o üzerine çeksin. Yıpranacaksa ordu değil, siyasi iktidar yıpransın. Zira iktidarların alternatifi her zaman bulunur ama silahlı kuvvetlerimiz tek ve alternatifsizdir.” (8 Aralık 1979)
MUHTIRAYA ÖVGÜ
Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Aralık 1979’da, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren imzalı bir mektup yollamış ve ekinde de kuvvet komutanlarının hepsinin imzasını taşıyan bir muhtıra vermişti. Muhtıra 2 Ocak 1980’de Korutürk tarafından kamuoyuna açıklandı, ardından 24 Ocak kararları geldi. Türkiye doludizgin darbeye doğru giderken bakın Nazlı Ilıcak, muhtıraya nasıl methiyeler düzüyordu: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin er geç müdahale edeceğini bilmeyen yok gibiydi... İnönü’nün 1960 öncesi sarfettiği bir cümleyi hatırlatalım: ‘Şartlar tamamlanınca ihtilal meşru olur.’ (...) Anarşi, halkta bir otorite özlemi yaratmıştı. Nitekim sıkıyönetim birçok kesimde sevinçle karşılandı.”
YARGISIZ İNFAZLARIN VE FAŞİZMİN BAŞSAVUNUCUSU
Ülke darbeye giderken, devrimcilere yönelik yargısız infazlar yoğunlaşmış, DİSK yöneticileri tutuklanmış, sıkıyönetimle birlikte faşist uygulamalar yaygınlık kazanmıştı, Nazlı Ilıcak o günlerde bütün bu uygulamaların baş savunucusuydu, yargısız infazlara tepki gösterilmemesini ‘teröristler kurşunlanarak öldüğü vakit ses çıkarılmaması’ olarak yazıyor ve olumluyordu: “Deniz Gezmiş’in fakülteye iadesi, anarşistlerin affı, TÖS’e sonra TÖB-DER’e gösterilen müsamaha MİT’in yıpratılması, Kontrgerilla tartışması, 1 Mayıs’ların teşviki... Devlet işte böyle zaafa düşürülmüştür. ‘Misak-ı Milli’ hudutlarına nasıl sahip çıkılacağını bilmeyen bir münevver topluluğunun gafleti ve ihaneti bahis konusudur. Hoşgörünün hudutları iyi çizilmemiş, muhtemel tehlikeleri işaret eden bir avuç aydın, gericilikle damgalanmıştır...
Bugün yavaş yavaş gerçekler görülmekte, devletin etrafında çeşitli kuruluşlar birleşmekte. Ecevit’in 1 Mayıs’ta taşınan pankartları, söylenen marşları kınaması, tutuklanan DİSK yöneticilerine hemen hemen kimsenin sahip çıkmaması, sıkıyönetim komutanlarının kararlarının geniş kesimlerce desteklenmesi, Kızıldere olaylarını mesele yapanların, teröristler kurşunlanarak öldürüldüğü vakit artık ses çıkartmaması, bir ilahi tesadüf değildir.”
FATSA’DA SEÇİLMİŞ BAŞKANA MÜDAHALENİN BAYRAKTARI
Herkesin malumu üzere 12 Eylül darbecilerinin, darbeye meşruiyet kazandırmak için kullandıkları en önemli argüman, Türkiye’nin ‘kurtarılmış bölgelere’ ayrıldığı, buralara güvenlik güçlerinin giremediği argümanıydı. Burada da baş hedef Fatsa’da devrimcilerin yerel seçimleri kazanarak demokratik yollardan belediyede iktidara gelmiş olmasaydı. Kenan Evren darbe sonrasında bu görüşünü “Biz gelmeseydik Fatsa’dakiler gelecekti” diye ifade etmişti. Hatta dönemi inceleyen pek çok ciddi tarihçiye göre, 12 Eylül darbesi TSK’nin 8 Temmuz 1980’de Fatsa’ya karşı giriştiği ‘nokta operasyonu’ ile başlamıştı. 12 Eylül’ün ‘medya ayağında’ görevli olduğu anlaşılan Ilıcak bakın bu operasyondan sonra neler yazıyordu: “Hem Türkiye’de kurtarılmış bölgelerin mevcudiyetinden yakınacaksın hem de TSK’nın önderliğinde girişilen harekatı kınayacaksın. … Komünizmin kızılına değil, bayrağın alına sevdalılar için Fatsa’da olay vardır. İstiklal Marşı’nı Enternasyonal’e tercih edenler için olay vardır. ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım’, diyenler için Fatsa’da olay vardır ve elbette devlet kuvvetleri Fatsa’ya girecektir.” (13 Temmuz 1980, Tercüman)
‘DGM’LER KURULSUN! 141-142 İŞLETİLSİN!’
Sıkıyönetim altındaki faşist uygulamalar giderek yaygınlaşsa da bunlar Ilıcak’ı kesmiyordu. Ilıcak, toplumsal muhalefete karşı ancak açık faşizmin ilanıyla uygulanabilecek çok daha sert önlemler istiyordu: “Bugün Atatürk’ün hayal ettiği noktadan çok uzaktayız. Sadece demokrasi değil, vatanın bölünmez bütünlüğü de tehlikede. Yetkililer gaflet, hatta dalalet içindeler... Yüzlerce kişi tutuklanıyor; aralarında ceza görenler ise çok az. Neden işler bu kadar uzuyor? Savcı adedi mi, hakim adedi mi eksik, yoksa mahkemeler mi yetersiz?
-Devlet Güvenlik Mahkemeleri neden kurulmuyor?
-Anayasanın olağanüstü hallerle ilgili 123. maddesine neden işlerlik kazandırılmıyor?
-Anayasa Mahkemesi hâlâ 141-142. maddeler hususunda kararını bildirmedi. Değerli üyeler daldıkları kış uykusundan acaba ne zaman uyanakcaklar?
-Evren Paşa, tedbir tasarısı kanunlaşsın diye bir çağrıda bulunmuştu. Üzerinden aylar geçti, tasarı Senato’da tıkanıp kaldı.
-Sıkıyönetimin daha etkili olmasını sağlayacak kanun niçin ele alınmıyor?
(...) İdealist bir avuç gerillacı karşısında, ülküsünü kaybetmiş, cesaretini kaybetmiş kitleler yenilgiye mahkumdur”
12 MART’IN İŞKENCECİSİNE SİPER OLDU
Yukarıdaki alıntılardan görüldüğü gibi Ilıcak, darbe günleri yaklaştıkça yazılarındaki şiddetin dozunu artırıyor, daha coşkulu darbe çağrıları yapıyordu. Ilıcak, son alıntıladığımız yazıdan üç gün sonra işi 12 Mart’ı ve 12 Mart’ta Kadıköy’deki Ziverbey Köşkü’nü kontrgerilla karargahı olarak hazırlattığını bizzat itiraf eden işkenceci Faik Türün’ü savunmaya girişiyordu: “Yılanın başının daha yeni canlanırken ezilmesine fırsat verilmedi. Terör ile mücadele kanunları o pek aydın ve saygın çevrelerce istenmedi. 12 Mart döneminin başarılı uygulaması, faşizm olarak karalandı... O devrin hakim ve savcılarına ‘kusurlu’! görüldükleri için, bu defaki sıkıyönetimde görev verilmedi. Faik Türün “aleme karşı zalim” diye halka tanıtılırken, teröristler affa uğradı...”
KIZIL AHTAPOTA KARŞI DARBE ÇAĞRISI
Ilıcak, üç gün sonra darbenin öngününde, faşizme, kontrgerillaya ve sıkıyönetim paşası Faik Türün’e karşı mücadele edenler hakkında şunları yazıyordu: “Kızıl ahtapotların kolları ülkemizi yavaş yavaş sarıyor. Ve hâlâ at gözlüğü takanlar, faşizmin tırmanışından söz ediyor. Faik Türün’ü faşistlikle mi suçluyorsun, MİT’e kontrgerilla damgasını mı vuruyorsun, devlet teröründen mi bahsediyorsun, işkence iddiaları ile yeri göğü inletiyor musun, faşizm geliyor diye yaygarayı mı basıyorsun… Geç kardeşim uzatma o eli bana, çünkü o el kızıl ahtapotu boğmak yerine onu besliyor. Ben o kirli eli sıkmam.”
DARBEDEN SONRA DA TAM DESTEK
12 Eylül’ün ‘medya ayağı’nın bir numaralı sanığı olması gereken Nazlı Ilıcak’ın darbe yanlısı faaliyetleri darbeden sonra da tam gaz sürdü. Ilıcak’ın darbeden hemen sonra yazdıkları da birer ibret vesikası niteliğinde ve eğer darbeye basın yoluyla destek bir suçsa, yargılamanın konusu olması gerektiği net: “Birkaç gündür 12 Eylül Harekâtı ile 27 Mayıs'ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs mensup bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül'de açıklanan hedeflerle, yıllardır bizim yazdıklarımız arasında geniş bir mutabakat mevcuttur. Anayasa ve Seçim Kanunu'nun değiştirilerek Türkiye'nin istikrarlı bir yönetime kavuşturulması; yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki çatışmanın son bulup, kuvvetler arasında dengenin teessüs etmesi, devletin bütün müesseselerinin ahenk içinde çalışması... Terörün kökünün kurutulması, hürriyetlerin istismarından, can kaygısından arınmış, gerçek bir demokrasinin kurulması.
Aslında açıklanan hedeflerle, sadece biz değil, kavgadan bezmiş, terörden yılmış kamuoyunun büyük bir bölümü, Sayın Demirel ve arkadaşları da mutabakat halindedir. Şimdi bütün mesele, tespit edilen gayelere nasıl ve ne kadar sürede ulaşılacağıdır. Ümidimiz, memleketemizin, birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetler Harekatı’nın başarıyla neticelendirilmesidir.” (16 Eylül 1980, Tercüman)
12 EYLÜL DARBE DEĞİL, MEŞRU MÜDAFA
İki gün sonra ise ise 12 Eylül’ün bir darbe olmadığını ileri sürerek, darbeyi meşrulaştırma girişiminde bulunuyor: “12 Eylül bir darbe değildir, diyen Orgeneral Kenan Evren’e tamamiyle katılıyoruz. 12 Eylül ne bir darbedir, ne de bir ihtilâl.” (18 Eylül 1980, Tercüman) Ilıcak’tan daha çok örnek vermek mümkün ama diğer darbecilere de geçmek lazım, son olarak 12 Eylül’ün meşruiyetini vurguladığı satırlarına yer verelim: “12 Eylül’ün gerekçesi haklıdır; 12 Eylül terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür”. (16 Ekim 1980, Tercüman)
Sanığın savunması
‘İroniden anlamayan nesiller’ için önce bir açıklayalım, bizim hiçbir gazetecinin yazdıklarından dolayı yargı önüne çıkarılması gibi bir talebimiz yok. Bu yazıda kullandığımız ‘sanık’ vs. gibi tanımlamalar tamamen ironik bir anlam taşıyor. Öte yandan, ETÖ davasında tutuklu bulunan onlarca gazeteci için “onlar gazeteci değil, darbeci” diye yazılar döşenen Ilıcakgillerin, 12 Eylül darbesindeki rollerini ortaya dökmek de görevimiz. Aslında Ilıcakgillerin tutarlılık gereği hazır AKP 12 Eylül’le ‘hesaplaşıyor’ ve kendileri buna alkış tutuyorken, mahkemeye gidip 12 Eylül’ün medya ayağı olduklarını kabul etmeleri ve yargılanmayı talep etmeleri gerekirdi. Oysa Ilıcak, bunun yerine savunmaya geçmeyi tercih etti. Her ne kadar Ilıcak ETÖ davasından içeride bulunan gazetecilerin savunmalarını hiçbir şekilde görmese de, biz onun Sabah gazetesindeki köşesinde yaptığı ‘savunmasına’ değineceğiz tabii bizim de söyleyeceklerimiz olacak.
NERDE ILICAK’I SANSÜRLEYECEK BABAYİĞİT
Ilıcak savunmasını, tamamını 12 Eylül’den sonra yazdıkları üzerine kuruyor ve yazılarının içine eleştiriler de koyduğu halde bunların çıkarıldığını öne sürüyor: “Ama zaman zaman eleştiri sözlerim çıkarılıyor, sadece lehteki ifadeler yazıda kalıyordu.” Birincisi, başyazarı olduğu Tercüman gazetesinde, Nazlı Ilıcak’ın yazısını kafasına göre kesip biçecek babayiğit biraz zor bulunurdu. Ilıcak, kendi konumunu Doğan Medya’da boğaz tokluğuna çalışan haberleri kuşa çevrilen muhabirlere benzeterek suçlamalardan ‘yırtma’ derdindeyse hemen belirtelim ‘yemezler’. Zira, Nazlı Hanım, o yıllarda Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak’la evliydi ve patroniçe konumundaydı.
İkincisi, Ilıcak sürekli darbeyi destekler gibi görünmesinin o dönemdeki baskı ortamıyla ilişkili olduğunu söylüyor. Peki, soralım şu satırları Ilıcak’a silah zoruyla mı yazdırdılar: “12 Eylül, 27 Mayıs’ın hatalarını tekrarlamıyor. Bir siyasi parti paralelinde görünüp diğerini mahkûm etmiyor. Tabiî mahkemeler esnasında cayıp, olağanüstü mahkemeler kurdurmuyor. Kendi meşruiyetini, başkalarının mağduriyetinde aramıyor.” Ilıcak, sürekli olarak darbe döneminde üç ay tutuklu kaldığını vurguluyor oysa şunu iyi biliyoruz ki, ihtilaller-darbeler kendini evlatlarını da yer, Ilıcak’ı yemeseler bile yanağından hafif bir ısırık aldıklarını söyleyebiliriz bu da üç aylık mahkumiyet Ilıcak’ı kesinlikle temize çıkarmaz. Üstelik bir bu yazıda esas olarak, Ilıcak’ın darbe öncesi, darbeye zemin hazırlama faaliyetleri üzerinde durduk. Burada alıntı verdiğimiz yazılardan sadece ikisi darbe sonuna diğer 10’u, 13 ilde sıkıyönetim ilanından başlarayarak darbe öncesine ait. Ilıcak’ın savunmavari köşe yazısında hiç bu yazılardan hiç bahis yok. Ilıcak, darbeye gidilen günlerde işkenceci Faik Türün’ü, 141-142’yi, DGM’lerin kurulmasını, sıkıyönetimi, TSK’nin siyasete müdahalelerini nasıl savunduğunu da bir anlatıversin... Ordu muhtıralar verirken, DİSK’i, TÖB-DER’i, POL-DER’i, CHP’yi nasıl hedef gösterdiğini, orduya nasıl harekete geçme çağrıları yaptığını da anlatıversin bir zahmet... 09-04-2012
Kaynak: http://www.muhalifgazete.com/35339-12-Eylulu-oven-Nazli-Ilicak-da-yargilanacak-mi.htm