'Adalete inancımız sarsıldı'
Balyoz Davası tutuklusu muvazzaf general, amiral ve albayların gazetemize gönderdikleri ortak imzalı mektupta, iddianame “hukuk garabeti” olarak nitelendirildi. Susmanın ihanete ortak olmak anlamına geldiği belirtilerek; aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler, bilim insanları ve sivil toplum kuruluşları sürece müdahale etmeye çağrıldı. ‘Bizi üzen düşmanların sözleri değil dostlarımızın sessizliği olmuştur’ dendi. Mektubun tam metnini aşağıda yayımlıyoruz.
Balyoz Davası tutuklusu muvazzaf general, amiral ve albayların gazetemize gönderdikleri ortak imzalı mektupta, iddianame “hukuk garabeti” olarak nitelendirildi. Susmanın ihanete ortak olmak anlamına geldiği belirtilerek; aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler, bilim insanları ve sivil toplum kuruluşları sürece müdehale etmeye çağrıldı. ‘Bizi üzen düşmanların sözleri değil dostlarımızın sessizliği olmuştur’ dendi.
Balyoz Davası tutuklusu muvazzaf (halen görevde olan) general, amiral ve albaylar Yurt Gazetesi’ne tarihi önemde bir mektup gönderdi.
29’u general ve amiral, 23’ü albay olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “tutuklu” üst rütbeli subaylarının gazetemize gönderdikleri mektubun tam metni şöyle:
Kamuoyunun ve sizlerin çok iyi bildiğiniz gibi “Balyoz Davası”, 2003 yılında dönemin 1’inci Ordu Komutanı’nın Harp Akademileri Komutanı, Donanma Komutanı ve Jandarma Bölge Komutanı ile birlikte bazı subaylara “Balyoz, Suga, Oraj, Sakal, Çarşaf” adı verilen darbe planları hazırlatması ile bu planların 5-7 Mart 2003 tarihinde Ordu Komutanlığında yapılan bir seminerde örtülü olarak denenmesi iddiası ile açılmış bir davadır.
Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu yargılanmaktayız. Bunların yarısından fazlası halen görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve amiraldir. Bizler, bir “hukuk garabeti” iddianame ile kendi ülkemizde aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak yargılanıyoruz.
Bu davanın başından beri bir kısım yazılı ve görsel basının masumiyet karinesini ve yasaları ayaklar altına alarak, aleyhimize yapılan ve hakarete varan iftira ve yorumlarda bulunmalarına, Türk subayını ve generalini yine yasalara aykırı olarak yargılanmadan çete üyesi olarak ilan etmelerine rağmen, suçsuzluğumuz ve kendimize olan güvenimiz nedeniyle bugüne kadar vakur duruşumuzu bozmadık, bundan sonra da bozmayacağız. Zira bizler devlet terbiyesi içinde yetiştik. Devletin ve milletin kendi ordusuna karşı bu kadar büyük bir haksızlık ve hukuksuzluğa izin vermeyeceğini, devletine ve milletine yıllardır, büyük bir özveri ile ölümüne hizmet eden TSK mensuplarına karşı yapılan bu ihaneti göreceğini düşünerek adaletin tecelli edeceğinden endişe etmedik ve asker metaneti içinde sabırla bekledik.
Ancak mahkemenin savunmanın taleplerini görmezden gelen haksız ve hukuksuz uygulamaları, bizim bu düşünce ve söylemlerin doğruluğundan şüpheye düşmemize neden oldu. Acaba, güvendiğimiz Türk adaleti, güvenimizi boşa mı çıkarıyordu?
Gelinen bu aşamada kamuoyunu ve sizleri doğru olarak bilgilendirmenin gerektiğine inanarak bu mektubu yazma ihtiyacını hissediyoruz. Aslında yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki ciltler dolduracak kitap olur. Zamanınızı da fazla almadan sadece ana konulara değinerek dava hakkında bazı önemli hususlara açıklık getireceğiz.
Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir: Balyoz davasının dayandırıldığı plan semineri ile seminerde provasının yapıldığı iddia edilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekât Planları”nı mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü Balyoz davasının iddianamesi incelenirse savcı tarafından seminer yapılması nedeniyle değil, fakat seminerde sözde Balyoz adlı bir planın örtülü olarak denendiği iddiası ile atılı suçlamanın yapıldığı görülecektir.
Plan seminerinde, 1’inci Ordu’nun hasım ülkeye yönelik harekât planı, olabilecek en kötü duruma göre tartışılmıştır. Yani, hasım ülkeyle cephede savaş varken ve Ordunun bazı birliklerinin de İç Güvenlik Harekâtı nedeniyle diğer cepheyi takviye ettiği koşullarda, yine 1’inci Ordu Komutanlığı’nın geri bölgesinde olabilecek karışıklıklara karşı, sıkıyönetim ilanını takiben alınabilecek tedbirler de görüşülmüştür. İki buçuk gün süren seminer sürecince katılımcılar tarafından yapılan tüm sunumlar ve konuşmalar Ordu Komutanının emriyle kayıt altına alınmış, CD ve kaset olarak Ordu Karargâhında saklanmıştır. Bu kayıtlar, yıllar sonra bazı işbirlikçiler tarafından karargâh dışına sızdırılmıştır. Bugün seminere katılan toplam 162 kişiden sadece 51’i sanık olarak yargılanmaktadır. Eğer seminer iddia edildiği gibi bir darbe planının denendiği seminer olsaydı diğer katılımcıların da iddianamede yer alması gerekirdi. Davada yargılanan toplam 365 sanıktan 314’ü seminere kesinlikte katılmamıştır.
Diğer taraftan sanıkların suçlanmasına neden olarak gösterilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekât Planları”, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen seminerden yıllar sonra, 1’inci Ordu Komutanlığı Karargahından sızdırıldığı anlaşılan seminerdeki gerçek konuşma ve sunumlarla ilişkilendirilmek suretiyle, art niyetli kişiler veya gruplarca bilgisayar ortamında kurgulanıp üretilmiş, sahteliği duruşmalarda defalarca kanıtlanmış, yazıcı çıktılarının dahi alınmadığı savcı tarafından belirtilen, tamamı imzasız sanal/dijital planlar ve bunlarla bağlantılı olduğu izlenimi verilen yazışmalardır. Seminerde yapılan sunum ve tartışmalarda, hiçbir şekilde “Balyoz” adı, bu planın alt planları olduğu iddia edilen Hava Kuvvetlerinin “Oraj”, Deniz Kuvvetlerinin “Suga”, Jandarmanın “Sakal” ve “Çarşaf” planlarının adları asla geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. Bunu tanıklar da teyit etmiştir.
İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan sahtekârlık işte budur. Birileri, 2008 yılı sonrasında, bir bilgisayarda 1’nci Ordu Plan semineri kayıtlarından istifade ederek sahte planlar düzenlemiş, üst veri bilgilerini tasfiye etmek istediği subayların adına tanzim etmiş, oluşturma ve son kayıt zamanlarına 2003 yılını yazmak suretiyle, suçlamaya ve tutuklamaya dayanak teşkil eden dijital verileri üretmiştir. Üst veri bilgilerindeki sahtekârlıklar, sorgulamalarında, sanıklar ve avukatları tarafından hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak ortaya konmuş, ayrıca bunların 2007 yılında piyasaya sürülen bilgisayar programı ile oluşturulduğu tarafsız bilirkişi raporları ile de teyit edilmiştir.
Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı? Aksaz’da gizli toplantıda olduğu iddia edilen amirallerin o zaman diliminde yabancı bir limanda olması, sözde “gözaltına alınacak personel” isimlerinden oluşan listedeki üniversite öğrencilerinden bir kısmının o tarihte henüz ortaöğretim çağında bulunması, bazı kurumlarda gösterilen personelin ise o kurumlara 2006 yılından sonra girmiş olduklarının resmen tespit edilmesi ya da sözde darbe hazırlığı için görev yapan gemilerin esasen o tarihte tersanede bakımda olması gibi daha nice sahtekârlıkları resmi duruşma kayıtlarında, davayla ilgili internet sitelerinde bulabilirsiniz. 2008 yılından sonraki bir tarihte 2003’e aitmiş gibi bir plan hazırlamak birçok yalanı bir araya getirmeyi gerektirdiğinden sahtekârlar tarafından yaratılan sözde planlarda ve yazışmalarda 1500’ün üzerinde hata yapılmıştır. Tüm bunlara gözlerini ve kulaklarınızı kapamak bir kısım subayları suçlu durumuna düşürmek isteyen komplocu insanların hain oyununa gelmek olacaktır.
Türkiye’de aydınlar, bilim insanları, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve adaleti sağlamakla görevli kurumlar başlarını kuma gömme hakkına sahip değildir.
Eğer bu konuda yukarıdaki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe düşmeli ve gerçeği araştırmalıdır.
Eğer yukarıdakilerin gerçeğin ifadesi olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir.
Diğer taraftan yukarıdaki gerçekler biliniyor fakat bunun aksi söylenerek, “Silahlı Kuvvetlerin içindeki bir cuntanın temizlendiği ve bu yolla Türk demokrasisinin ilerlediği” iddia ediliyorsa, ülkemize onarılması zor zararlar da verilmektedir.
Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir hareket” olarak görmek veya “başka çaresi yoktu, masum insanlar suçlansa da bu yapılmalıydı” diye düşünmek, gerçek ve ahlaki olmadığı gibi, hukuka uygun bir düşünce de değildir.
Bizim de her zaman en büyük arzumuz, Türkiye’de gelişmiş bir demokrasinin yerleşmiş olmasıdır. Ancak düzmece olayların ve yalanların yanında saf tutmak vicdanları kanatan, yanlış ve insanlığa yakışmayan bir davranıştır. Demokrasimizin gelişmesine de bir katkı yapması beklenmemelidir.
Bazı insanlar Balyoz Davasında neler olduğunu tam olarak bilemeyebilir, yanlış bilgilendirilebilir veya çeşitli nedenlerle bilmiyor gibi görünmek de isteyebilir ve hatta bile bile yanlış da yazabilir, söyleyebilir. Ancak yaşadığımız bilgi çağında dünya kamuoyu her şeyi açık seçik bilecek ve tüm dünyada “Türk Ordusu, basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir bir Ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine ihanettir. Ülkemizin geleceğini de ipotek altına alabilecek bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerekmektedir.
Türk milletinin, her zaman gerçeğin ve doğrunun yanında olan, aydın duruşunuza ihtiyacı vardır. Gelecekte, Türkiye’nin şu anda yaşadığı olaylar ve gerçekler bütün açıklığıyla ortaya çıktığında, gerçeğin yanında yer almanın onuru ile yaşamanın hepimize daha çok yakışacağını düşünmekteyiz. Mektubumuzu haksız yere tutuklanmış bir düşünürün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz “Tutuklu iken beni en çok üzen düşmanlarımın hakkımdaki kötü sözleri değil, dostlarımın sessizliği olmuştur!”
İlginize teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
Mektubu imzayanlar
Orgeneral Bilgin Balanlı, Korgeneral Yurdaer Olcan, Koramiral A. Can Erenoğlu, Korgeneral Rıdvan Ulugüler, Koramiral Deniz Cora, Korcan Pulatan, Korgeneral Ziya Güler, Tümgeneral Nedim Güngör Kurubaş, Tuğgeneral M. Erhan Pamuk, Kurmayalbay H. Nejat Akgüner, Tuğamiral Şafak Yürekli, Tümgeneral Beyazıt Karataş, Tuğgeneral Gökhan Gökay, Tümgeneral Yalçın Ergül, Tuğamiral Levent Görgeç, Tuğamiral Turgay Erdağ, Tuğamiral Sadi Ünsal, Albay Cengiz Köylü, Albay Hanifi Yıldırım, Tümgeneral Ahmet Yavuz, Kürgeneral Turgut Atman, Albay Murat Saka, Tümgeneral İsmail Taş, Albay Ümit Metin, Yarbay Nedim Ulusan, Tuğgeneral Baloğlu, Albay Erhan Kubat Tuğamiral Osman Kayalar, Tümamiral Fikret Güneş, Tümgeneral Gürbüz Kaya, Tümamiral Sinan Ertuğrul, tümgeneral Bülent Kocababuç, Albay Bülent Günçal, Albay Murat Özçelik, Albay, Ahmet Erdem, Albay Ender Güngör, Tümamiral Mücahit Şişlioğlu, Albay Kadri Sonay Akpolat, Albay Ahmet Tuncer, Tuğgeneral Mehmet Eldem, Tümgeneral Hasan Fehmi Canan, Albay Murat Ataç, Albay Aziz Yılmaz, Albay Fatih Altun, Albay Nihat Altunbulak, Albay M. Koray Eryaşa, Albay Ahmet Hacıoğlu, Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Mehmet Erorkmaz, Albay Taylan Çakır, Albay V. Murat Tulga, Dora Sungunay --
29-03-2012
YURT GAZETESi