Ülkeye, Millete, Emeğe, Geleceğe Yazık Etmemek Lazım. Bir zamanların hasta adamı olan, hasta olduğuna inanıldığı ve ilan edildiği için istekleri dikkate alınmayan, anlaşmalarla topraklarının paylaşıldığı, işgal edildiği bir devletin fertlerinin Atatürk’ün liderliğinde kazanmış olduğu “Yedi Düvel”i dize getiren zaferlerinden sonra yaşama dönen Türk milletinin meydana getirmiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurtuluş, kuruluş felsefesinden uzak yetişen, icabında milletini hor görebilecek kadar Avrupalı (!) olabilen eğitimli insanın elinde kalan devletin; kuruluş felsefesinden uzaklaştırılarak, devamlılığı tam bağımsızlıktan yana olamayan, sürekli değişken siyasi, askeri tutumları nedeniyle birilerinin uydusu haline gelmiş olduğuna şahit olmaktayız… Tam bağımsızlıkla birlikte “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini benimsemiş olan Türkiye’nin, içinde bulunduğumuz yüzyılda, tam bağımsızlığın gereklerini, koşullarını sağlamadan dünya siyasetini değiştirmeye yeltenmesi, söylemlerle diğer milletler üzerinde etkili olmaya çalışması Türkiye’den çok bağımlı olduğu ülkelerin çıkarlarına fayda sağlayabilecek düzeyde. Ülkenin kurtarıcısına “beton kafa” diyebilecek kadar nefretini dile getirebilen insanın etkili olabildiği bir ülkenin tam bağımsızlığı da dünyaya barış sağlaması da beton kafa inancına sahip olanın düşüncesi kadar olabilir. Türkiye’de yaşanan son açılım gösterileri, ülkenin gizli belgelerinin gizliliğinin ortadan kalkması, bilim insanının ölüme terk edilmesi, çeyrek asrı aşan terörün artarak devam etmesi, birlik beraberlik söylemleri yerine Türkiye’nin otuz sekiz etnik gruptan meydana geldiğinin en yetkin kişilerce dillendirilmesi, terör örgütü liderinin bir devlet başkanı gibi talimatlar veriyor olması, tarihi belgelerin, gerçeklerin göz ardı edilmesi, askerin milletten koparılmaya çalışılması –ki bunda da başarı elde edilmiş durumda-, kurumların birbirine düşürülmeye çalışmalarının yanına ülke kaynaklarının yabancılara altın tepside sunulması, halkın yoksul ve yoksun bırakılması bir bütün halinde ele alındığında Türkiye’nin geçmişe göre daha çetin koşullarda bulunduğunu görmemek olanaksız. Terör yoluyla her geçen gün yoksullaştırılan Türk halkı 2002 yılına gelindiğinde büyük fedakarlıklarla terörün belini kırmışken, bu tarihten sonra, adeta terör örgütünün yoluna devam etmesi gerektiğini ima edebilecek düzeydeki siyasi beyanlar, açık oturumlar, yayımlar, yabancı bir ülkeden yirmi dört saat bölücü yayın yapan terör örgütünün dillendirdikleriyle birleşince halk üzerinde etkisini artırmış görünmekte. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın asla Türk Milleti'ne bırakılmayacağına dair Lozan’da Lord Curzon “Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ekonomik zorluklar içine düştüğünüzde bir bir geri alacağız!” sözleri kulaklarda çınlarken, buna rağmen yapılan siyasi, askeri hataların faturasını ödeme zamanının gelmiş olduğu görünüyor. Bu anlamda, vaktin yedi düveli günümüzde değişik seçeneklerle tahsilatı yapmak üzere Türk Milleti'nin tepesinde bekliyor… Başbakan Erdoğan, bir radyo programında “sayın” olarak hitap ettiği Abdullah ÖCALAN’ın örgütüne savaş ilan etmiş görünmekte! Bu savaş ilanı yolu ile F-16 savaş uçakları başta olmak üzere savaşa katılan uçak ve helikopterler Kandil’in dağına taşına yıllardır olduğu üzere AB-D yapımı bombaları atıp durmakta. Her bir bomba bir ailenin belki de iki yıllık geçimi… Hepsi yabancıdan ithal. Kandil’e bomba atmakla, sırtında kırk kilo yük ile dağlara, taşlara sürülen Mehmetçikle bu savaş biter mi? Onca çalışma, fedakârlık ve emekten sonra bir siyasetçinin çıkıp bütün her şeyi bozmasının yanı sıra, mahkemelerde hesap vermek, yüzünü dahi gösteremeyecek medeni cesaretten yoksunlarca itham edilmek ve yandaşların sıcak, rahat koltuklarından yaptıkları eleştirileri göğüslemek… Eğer Başbakan ERDOĞAN güçlüyse ve gerçekten de kararlıysa Kandil’i işgal edip, tepesine Türk Bayrağı'nı çeker ve ülkeye tehdit kaynağı olan sorunun bir parçasını ortadan kaldırır. Gerisi laftan ibaret… Orhan KAYA
|
2423 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |