03/02/2021
“Seni unutursam, ey Kudüs
Sağ elim hünerini
unutsun
Eğer seni anmazsam
Dilim damağıma
yapışsın”
MEZMUR-137
Kudüs Ey Kudüs yaklaşık 4 yılda yoğun çaba ve araştırmayla ortaya çıkmış, Kudüs
ve İsrail-Arap sorunu üzerine yazılı en kapsamlı kitaplardan birisiydi. Fransız
ve Amerikalı gazeteciler Dominique Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme
alınmıştı.
Üç tek tanrılı (semavi) dinin merkezi Kudüs tarih boyunca nice “kutsal
savaş”lara sahne olup üzerine sayısız kitap yazılmıştır. Ulusların yolları ve
tanrı kelamı kavşağının tarihine ışık tutan ve ABD, Almanya, Fransa vs. gibi
ülkelerde çok satan kitapta Kore Savaşını da izlemiş Lapierre ile Ortadoğu’daki
toplumsal dönüşümlerin yakın tanığı Collins Ortadoğu, Avrupa ve
Amerika’da 250 bin km yol katedildiğini ve 2 bin kişiyle konuşulduğunu
belirtiyorlardı. 20 araştırmacı 500
kg belgeyi inceleyip 6 bin sayfa doküman hazırlayarak
önemli bir kaynak ortaya koymuştu…
Talmud (ibranice lamad) öğrenmek sözcüğünden gelir. Uzmanları hahamlar, hukuk
doktorları, dağılmış topluluğun unutulmuş parçaları olarak yüzyıldan yüzyıla
yaşamaya devam ettiler. Yoksul hayatlar dinsel kurallara göre düzenlenmişti.
Torah yani yasaların, öğretilerin ayetleri ezberlenmiş ve talmud metinleri
kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.
Kutsal saydıkları Süleyman’ın yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan ağlama duvarı
2 bin yıldır yeryüzünün bütün Yahudilerinin ona dönüp dağıldıklarına gözyaşı
döktükleri yerdi. Öte yanda ise Kudüs’te Muhammed’in beyaz kısrağı üstünde
gökyüzüne yükseldiği Hazreti Ömer Camii bulunuyordu. Mekke ve Medine’yle
birlikte İslam’ın da en kutsal yeriydi Kudüs.
Kudüs tarih boyunca dökülen kanlarla lanetlenmiş gibiydi. Eski Yahudi tapınağının
mihrabında hayvanlar kurban edilirdi. İsa burada çarmıha gerilmişti. İnsanlar
buradaki duvarların diplerinde canlarını vermişlerdi. Din adına burada
cinayetler işlenmişti. Davut ve firavun, Sebnaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve
Ptolome… Titus ve Godefroy de Babullion komutasında haçlılarla Timurlenk ve
Selahattin-i Eyyubi’nin askerleri… Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz
askerleri… Hepsi karşı karşıya gelmişlerdi.
Geçmeli Kubbeler, minareler, sur mazgalları, çan kuleleri ile rengarenk bir
anıtşehirdi Kudüs. Oysa Yeruşalayim eski İbrani dilinde “barış şehri” anlamına
geliyordu. İlk yerleşim bölgesi dalları evrensel barışı simgeleyen Zeytinlik
Dağı yamaçlarıydı. Davut şu sözlerle yüceltmişti onu: “Kudüs’ün barış içinde
yaşamasına dua edin”…
Yahudilerin asıl anayurdu Mezapotamyadaydı. Buradan kovulan İbraniler Musa
yönetiminde dönüp Jedée (Yahuda) tepelerinde ilk devletini kurmuşlardı. Ancak
Davud ve Süleyman yönetiminde 100 yıl kadar dayanabilmişlerdi. Asur, Babil,
Mısır, Yunan ve Romalıların egemenliği altına girdikten sonra tapınakları
yıkıldı. Bizans imparatoru 2.Teodosyüs ırkçı görüşle Yahudileri ayrı bir ulus
varsaydı. Frank kralı Dagobert de Galya’dan onları kovmuş, 4.yy da ise Bizans
İmparatoru Heraklius zamanında haçlılar Deus Vult “Tanrı İstiyor” diyerek
kılıçtan geçirmişti.
Yaşadıkları ülkelerde Yahudilere mal edinme hakkı pek tanınmazdı. Papalık para
ticaretini yasakladığından tefeciliğe yöneltilmişlerdi. Kilise ortaçağda
onlarla bir arada yaşamayı yasakladı. 1215’te 4.Latran konsili belli bir işaret
-10 emri ifade eden rozet- taşımaları kararıyla ırkçılığı doruğa vardırdı.
Fransa ve Almanya’da bu sarı renkte bir O harfi olmuştu. Naziler ise gaz
odalarına gönderecekleri Yahudileri sarı yıldızla belirlediler.
İngiltere ve Fransa’dan sınırdışı edildiler. Veba gibi hastalıkları taşımak,
çocukları öldürmekle suçlandılar. Normal hayat sürebildikleri tek yer İspanya
oldu. Ancak 1492’de Kristof Kolomb’un yeni keşiflere çıktıkları yıl İspanya
kraliçesi İsabella’in hıristiyan kilise ile işbirliği yapmasıyla buradan da
kovulmuşlardı.
Prusya’da, İtalya’da da Yahudilere çeşitli yasaklar uygulanırdı. Talmud’u
bulundurmak suçtu. Venedik’te Yahudiler Ghetto Nouvo “Yeni Dökümhane” denilen
bir mahallede yaşamaya zorunlu tutuldu. Böylece evrensel sözcük haznesine
katkıda bulunmuştu.
Filistin’de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860’ta kuruldu. Polonya’da
kazak isyanı sırasında 100 binden fazla Yahudi soykırıma uğradı. Rusya’da Çar
2.Alexandre’nin ölümünden sonra halk tarafından resmen kıyıma teşvik edildiler
-böylece yılgı ve ölüm anlamında Pogrom sözcüğü de doğdu- ve 1881-82
programından sonra Filistin’e göçmen dalgası hız kazandı. Reuven Shari, David
Gryn da bunlar arasındaydı. Gryn Romalıların Kudüs’ü kuşattıkları sırada orada
bulunan bir yahudinin adını almıştır: “Ben Gurion” aslan yavrusu demekti…
1885 yılında Theodor Herzl Yahudi düşmanlığı denen volkanın asla sönmeyeceğini
ve ulus devletler yüzyılında gelişen milliyetçiliğin kurbanı olan Yahudilerin
de ancak ulus olarak hayatlarını sürdürebileceklerini ifade eden bir görüşün
tohumunu atıyordu. Dini siyonizm siyasi siyonizm olarak 100 sayfalık bir
manifestoyla gerçekleşecekti adını da yine Herzl koyuyordu: “Der Judenstaat”
yani Yahudi Devleti.
Sion ibranice “seçilmiş” anlamına gelir, siyonizm ise Kudüs’teki Sion tepesinin
adından geliyor. Siyonistlerin Yahudileri eski ülkelerinde toplama isteği ile
25 yy dır İsrail halkının Kudüs’le ilgili umudu…
İlk siyonist kongre 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı ve
uluslar arası yürütme kurulu belirlendi. Ulusal fon oluşturuldu. Filistin’de
toprak satın almak için bir banka kuruldu. Bayraklarıyla ulusal marşlarını
kabul ettiler. Mavi-Beyaz renkler Yahudilerin dua ederken omzuna
taktıkları geleneksel ipek şal Taleth’in renkleriydi. Marşları ise simgeseldi,
umut anlamına gelen Hatikvah’tı. Aynı gün akşam Herzl deftere şunları not
etmişti: “Basel’de yahudi devletini kurdum. Bunu şimdi yüksek sesle söylesem
evrensel bir kahkaha tufanına yol açabilirim. Belki beş yıl sonra ama kuşkusuz
elli yıl sonra herkes için kesin bir gerçek olacaktır bu”…
1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından İngilizlerin manda yönetimine
girmişlerdi. İngilizler için bu topraklar Ortadoğu’da istedikleri politikayı
uygulamak için gerekli idi. Böylece İngilizleştirilmiş petrol yataklarıyla
Times Nehri ve Süveyş kanalı arasında köprü kurulacaktır. 5 yy süren Türk
egemenliğinden sonra Yahudiler İngilizler tarafından Filistin topraklarına
getirilecekti.
29 Kasım 1947’de BM’ye bağlı 56 ülke New York banliyösü Flushing Meadows’ta
toplandı. Filistin’i arap-yahudi diye ikiye bölecek kararı alıyorlardı.
Sözde 30 yıllık savaş sona erecekti. Ama umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu
paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek
kepazelikler karışımıydı. Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu
ve neredeyse nüfusunun yarısı arap olduğu halde Filistin’in yüzde 57’si
Yahudilere bırakılıyordu. Eski çağlardan beri Filistin’in bütün siyasal,
ekonomik ve dinsel yaşamının çevresinde döndüğü Kudüs şehrinin yönetimi ise
BM’in denetimine bırakılıyordu. Ne Arap ne de Yahudi başkenti
olmayacaktı.
2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour bankacı
Walter Rothschild’e yazdığı “majestelerinin hükümeti” şeklinde bir hitapla
başlayan mektupla Filistin’de kurulacak bir devlete ışık yakıyor ve nazi
kıyımından kaçan 4554 yahudi “exodus” adlı bir gemiyle Filistin topraklarındaki
bir bölgeye yerleştiriliyordu. Oysa hrıstiyan Avrupanın batı emperyalizminin
baskılarına karşılık Osmanlı Devletinin kapı açtığı Yahudilerle Araplar
İspanya’daki Endülüs Emevi devrinden bu yana hep barış içinde yaşamışlardı.
İngilizler hak sahibi olmadıkları halde Filistin topraklarını ipotek altına
alıyorlardı.
Filistin’in paylaşılmasında en fazla çabayı gösteren ABD’ydi. Bu ülkenin etkili
Yahudi cemaatinin oy baskısıyla politikacılar göçle devlet kurulması yönündeki
kampanyalara kayıtsız kalıyorlardı.
İlk aşamada 1.200.000 araba karşılık 250 bin yahudi bölgeye yerleştirildi.
Başkan Truman BM’den Filistin’in paylaştırılması yönünde karar çıkması için
Fransa’yı Amerikan yardımlarını kesmekle tehdit ediyor hatta Yunanistan,
Liberya, Haiti, Filipinler bile evet oyu kullanılması için baskı
görüyorlardı.
Emmanuel Cellar adlı bir ABD parlamento üyesi Başkan’a telgraf göndererek
Yunanistan gibi direten ülkelerin yola getirilmelerini istiyordu. Aynı baskı
Filipinlere de yapıldı paylaşım için olur istendi. Yüksek mahkemenin iki
yargıcı Filipinler Devlet Başkanına “paylaştırmaya karşı çıkma kararında
diretirse ülkesinin milyonlarca Amerikalı dost ve taraftarını kaybedeceğini”
bildirmişlerdi. Öte yanda Liberya’da Harvey Fireston 400 kauçuk çiftliği
sahibiydi, yatırımları vardı. Liberya ürünlerinin boykot edilmesiyle tehdit
edildi. Haiti Cumhuriyet Başkanı ikna edilmeye zorlandı, bir Haiti temsilcisi
Harlem’de siyonist ajanlarca kovalandı. Kudüs müftüsünün yeğeni Cemal Hüseyni
ise 29 Kasım 1947’deki oylamada paylaşım yönünde karar alınırsa Yahudilerle
savaşacaklarını açıkladı.
Siyonist marşı Hatikvah paylaşımla zafer edasında söyleniyor Dave Rothschild
gibileri de barlarda kendince zaferlerini Le Şayim (şerefe) diyerek
kutluyorlardı. İsrail Devletinin kurulmasıyla Tel Aviv dünyanın ilk Yahudi
şehri olarak karnaval havasındaydı. 14 Mart 1948 günü İngilizler Kudüs’ten ayrılıyor,
Yahudi devleti kuruluşunu ilan ediyordu. 3 bin yıldan bu yana ataları pek çok
işgalcinin gidişini görmüşlerdi. Asurlular, Babilliler, Persler, Romalılar
Haçlılar, Araplar ve Türkler gibi sıra İngiliz askerlerine de gelmişti…
İngiliz Sir Henry McMahon’la en büyük Müslüman yetkili Mekke Şerifi arasında 8
mektupluk yazışmayla Almanlarla müttefik olan Türklere baş kaldırılması
istendi. Güya Araplara 1.dünya savaşından sonra büyük bir bağımsız devlet
kurdurulacaktı. İngilizler ve Fransızlar 1917 yılında gizli bir anlaşma yapıp
Araplara verilecek toprakları Fransa’ya devretti. Araplar buna bozulmuşlardı.
Sir Mark Sykes ile Charles Picot arasında Moskova’da yapılan bu pazarlık
bolşevikler iktidara geldikten hemen sonra açığa vurulmuştu. Akabinde Araplar
Şam ve Suriye’den Fransızlar tarafından kovulunca hedeflerini İngilizlerin
hainliğinden siyonistlere yöneltmişlerdir.
1925 yılında Filistin’de ulusal Yahudi yuvası kuruldu. Siyonist yönetici Hayim
Weizman 14.büyük kongrede yaptığı konuşmada arap sorununu belirleyip siyonizmin
basit bir dinsel hareketten bir doktrine dönüşmesine toplumsal disiplin haline
getirilmesine yol açmıştı. İlk siyonistler Marksist etkilerle toplumsal
demokrasi ve felsefe geleneğinde bir devlet kurmak istiyorlardı. 19.yy
sosyalistlerinin ütopyası Filistin’de daha önce kurulan kazma ve tüfekli
kibbutzlarla (kolektif çiftlikler) uygulamaya geçirilmişti. Yahudi işçi sınıfı
oluşturularak bu çiftliklerde iskan sağlandı. Çoğunluk Beyrut’ta yaşayan büyük
toprak sahibi olan Araplardan toprak satın alınarak yapıldı ve Yahudi
emekçilerinin genel konfederasyonu Histadrouth’un temeli atıldı.
Topraklarından atılan işsiz kalan Araplardan çok geçmeden kent proletaryası
oluştu. Bu kitle başta ilkel ve içgüdüsel tepki gösterebiliyordu. Sadece
geleneksel kaderci bir tutum içindeydiler örgütlenmelerini sağlayacak ulusal
istekleri yoktu ve sanayi devrimini tamamlayamamış bir dünyada sömürge
halklarının örnek sorumsuzluğuyla yaşıyorlardı.
Filistinli Araplarda önceleri önemsenmeyen Yahudi istekleri düşmanın örgütçü
yanı, canlılığı ve amaçlarını geliştirmekle ilgili inanç karşısında çok
geçmeden üzüntü, kuşkuyla nefrete dönüştü. İngilizlere karşı sadece 1920,
1929 ve 1935-36’da ayaklanmışlardı…
Kudüs Müftüsü Muhammet Sait Hacı Emin el Hüsseyni ise 1929’dan beri Filistin’de
Arap lideriydi. Berlin’de 4 yıl kaldıktan sonra 6 Nisan 1945’te Almanya’nın
yenilgisiyle bu ülkeyi terk etmiş bir zamanlar Türk ordusunda da subay olarak
yer almışsa da daha sonra İngilizler hesabına Filistin’de ajanlık yapmaya başlamıştı.
Ancak İngilizlerin ihaneti ve Filistin’e Yahudi göçüyle gerçek eğilimini buldu.
Kenar mahallelerde, çarşı ve köylerde örgütlenmeye, ayaklanmalara yöneldi.
Gıyabında mahkum oldu, Ürdün’e geçti. Döndüğünde listede olmadığı halde
yine İngiliz Yüksek Komiserliğince boşalan Kudüs müftülüğüne atandı.
Ardından Yüksek İslam Kurulu Başkanlığı’na da seçildi ve dinsel fona yatırılmış
parayı kullanma yetkisi kazandı. Mahkemelerde, camilerde, okullarda,
mezarlıklarda söz sahibi oldu. Aydınlara karşı mesafeliyken yandaşlarını
bilgisizlik kalelerinden, mahalle ile köylerden toplamayı yeğledi. 24 Eylül
1928’de halkı dinsel bağnazlığı güçlü bir protestoya çevirmeyi başarmıştı, Yom
Kippour bayramında ağlama duvarında ibadet eden Yahudileri Muhammet’in
gökyüzüne çıktığı yeri ele geçirmekle itham etti…
1929’da Cihad-ı Mukaddes ilanı uygulamaya geçirildi. 16 aylık bir grev başladı
ve ayaklanmaya dönüştü. Filistinli Araplar arasındaki başlayan iç savaşta
2 bin arap öldürüldü. Birçoğu İngilizce konuşan ve müftünün otoritesine boyun
eğmeyecek kişilerdendi. Büyük toprak sahipleri, tüccar, öğretmenler ve
memurlardı ya da otoritesine karşı çıkacak olan büyük ailelerden Naşaşibiler,
Halidiler ve Dacanilerdi. Rakipler birbir temizlenmeye suikastlerle kardeş
kardeşi yok etmeye başlamıştı. Araplar araplara kırdırılmıştı.
Buna karşılık Yahudi cemaatinde genç şefler ve birgün Filistin’deki en büyük
güç olan toplumsal kuruluşların sayısı artarken Hacı Emin arapları aynı
kaynaklardan yoksun bırakmıştı. Dinsel bağnazlık taşkınlığıyla akıl yolu
boğazlanıp ülkenin en seçkin kişileri birbir cahil köylü tüfekleriyle
yıldırılınca koca bir şef olacak nitelikteki kuşak korku ve sessizliğe
itildi.
Berlin’den Fransa’ya gönderilen müftü Hacı Emin’in siyonist davasına
yakın Fransız başbakanı Léon Blum ve Amerikalı siyonistlerle pazarlığı sonucu
29 Mayıs 1946’da Suriye pasaportu ve sahte Amerikan askerlik belgesiyle ayak
bastığı Kahire’den o zamana kadar gelinen nokta buydu. Yahudilerle Amerikalılar
arasında yapılan pazarlığı Fransız dışişleri bakanı Georges Bidault bozmuştu
teslim edilmesine karşılık Fransa’ya vaat edilen ABD yardımına rağmen müftü
Fransız topraklarından çıkarıldı. 12 yıl sonra Fransız gazetesi Paris
Press kaçışa göz yuman ve Nürnberg savaş suçluları mahkemesinde yargılanmaktan
kurtulan müftü için Fransa’nın Kuzey Afrika’da durumunun ve rolünün
destekleneceği sözünü aldığını açıklamıştı.
Müftü müttefikler arasında bir pazarlık konusu haline gelmişken yahudi tarafı
ise günden güne güç kazanmaktaydı. Yahudiler Haganah adlı bir harekat birliği
kurmuşlardı. 2.dünya savaşında yenilen Almanların Afrika’da kalan mühimmatını
toplayan Haganah silah yönünden oldukça güçlenmişti. Ayrıca Hayim Slavine çok
güçlü bir patlayıcı madde olan trinitrotolüen hazırlayıp ABD’deki ünlü ve zengin
Yahudi ailelerle Ben Gurion arasında bağlantının kurulmasını sağlıyordu.
Sanenborg adlı bir enstitü kurulduktan sonra silah imalatında kullanılacak
hurda makinalar toplandı. Harlem’deki bir karargahta bu hurdalar
silahlara dönüştürülüp parçalanarak İngiliz gümrükçülere bir izin belgesiyle
tekstil makine parçaları deyip Filistin’e sokulması sağlandı. Özellikle
kibbutzlarda ve köylerde Haganah’ın çağrısıyla genç yahudiler de izcilik adı
altında örgütlenip (Gadna) askeri eğitim alıyorlardı.
Yahudilerden iki kat fazla olan Filistinli Araplar önceleri bu gelişmelere pek
aldırış etmemişlerdi. Çünkü silah bakımından beslendikleri kaynaklar çoktu.
Gerilla savaşına alışkındılar bedevi soyundan gelme yeteneklerden birisi de
oydu. Ancak disipline olmamak ve bilgisizlik önemli eksikleriydi.
Gelecekte Filistin’de kurulacak olan bir devletin başına geçme planı
kuran Hacı Emin El Hüsseyni ise Cihadı Mukaddes Savaşçıları adlı bir ordu
teşkil etti ve Kudüs’teki dağınık köylüleri birleştirmeyi hedefledi. Futweh adlı
gençlik hareketi bu orduya bağlanmıştı.
Filistinli Arapların komşuları da kendi soyundan arap devletleriydi ancak
Ortadoğu’daki iki ülke Suriye ve Lübnan birer Fransız tipi parlamenter
cumhuriyetti, Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdünlüler feodal devletlerin
aşiret yapısında yaşıyorlardı. Mısır ile Irak’ta ise İngiltere’yi andıran belli
belirsiz meşruti krallıklar bulunuyordu ve Kahire’yle Bağdat halifeleri de
anlaşamıyorlardı. Ayrıca Irak’ın Suriye, Suriye’nin de Lübnan toprakları
üzerinde gözleri vardı. Filistin tamamen bu sorunların üstündeydi tabii üstelik
Mısır’ın Süveyş Kanalı nedeniyle İngilizlerle bir meselesi de söz konusuydu…
Yahudiler arasında Roma kralı Antiochus’a başkaldıran Maccabe kardeşlerin
zaferi için geleneksel Hanoukka (ışık bayramı) kutlanırdı. Geceyi
aydınlatmak için sırayla 8 ışık (menorahlar) yakılırdı. Maccabe mezarlarından
Kudüs’ün merkezine meşalelerle dans ederek yürünürdü. 800 metrelik 5 dakikalık
bir yürüyüştü bu ve Yahudiler için tehlikeliydi.
Aslında araplarla yahudiler arasında geleneksel dostluklar sözkonusuydu.
Örneğin İslam din adamlarına beslenen saygı yeshiva’lara yani din adamlarının
toplandıkları yerlere kadar yaygındı. Sevkoth’da (klübeler bayramı) yahudiler
sonbahardan kış mevsimine girdiklerinde törenlerde toz bademler sunar araplar
da paskalya sonunu kutlamak için onlara ekmek ve bal getirirlerdi. Oysa
geleneklerine bağlı Kudüslü Yahudilerle Siyonist yöneticiler arasındaki
ilişkilerse genellikle gergin olurdu. İngilizlerin nefret edip arapların çok
çekindikleri İrgun adlı gizli siyonist örgüt yahudi topluluğunun büyük
çoğunluğunca benimsenmemişti. Zwai Leoumi’nin bir hücresinin üyelerinden
oluşan bu teşkilat Vladimir Jabotinsky adlı tutucu bir siyonistin görüşleriyle
yönetiliyordu ve amaçları kutsal kitapta sözü geçen İsrail devletinin bütün
topraklarını ele geçirmekti.
Yahudiler Hayim Weizman’ı dostu Harry S.Truman’a gizlice gönderdiler ve üç
konuda yardım istediler: Silah ambargosunun kalkması, Filistin’e göç ve
paylaşım kararının desteklenmesi. Truman’ın eski iş ortağı Eddie Jacobson
aracılığıyla da ilişki kurdurulup desteği sağlandı.
BM paylaştırma kararını silahlı kuvvetlere bırakmıştı. Fransızlarla
İngilizler 150 yıldır bölgede üstünlük kurmak için birbirleriyle
çatıştıklarından İngilizler buna yanaşmadı. Fransa’nın ise zaten Çin
Hindi’nde sorunları vardı ve orada savaşıyordu. ABD Rusların varlığını da
Ortadoğu’da istemiyordu. Yahudi devletini başta açık açık tanımamaktaki asıl
nedeni Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da kazanacağı egemenlikti.
İrgun komandoları araplara saldırıp katliamlara girişmeye başlamıştı. Kadınlar
bile ırzlarına geçilip çocuklarıyla beraber öldürülüyor patlayıcı maddelerle
direniş gösteren bütün evler havaya uçuruluyordu. Deir Yassin Yahudi devletinin
vicdanını rahatsız etti ve Filistin halkının bitmeyen felaketlerinin adeta
simgesi oldu.
Kudüs’le ilgili kararlarda batılılar hristiyan ve Müslüman inancıyla bağını
ileri sürüp Yahudi isteklerini arka plana iter görünüyordu. Belçika, Hollanda,
Fransa hatta ABD böyle düşünüyordu. Arap-Yahudi çatışmalarını önlemek için daha
sonra üç ülke Belçika, Fransa ve ABD ateşkeste arabuluculuk üstlendi.
Öte yandan Arapların yaşadıkları ülkelerden gelen aydınlar, öğrenciler Şam’ın
güneyindeki vadide bir kampta çeşitli zorluklar altında toplandılar. Başlarında
adamlarıyla birlikte çete reisleri ile bazı gönüllüler de vardı. Otorite ve
gerçek subaylardan yoksundular beslenmeleri donatılmaları ise büyük sorundu.
Nazilerin patlayıcı madde eğitimi verdiği Abdülkadir, müftü tarafından küçük
bir partizan grubunun başına getirilmişti. Araplar arasında müthiş otorite
boşluğu vardı ve 3 bine yakını Kudüs’te savaşıyordu. Yarıdan çoğu müftünün
yandaşıydı. Geri kalan 600 kişi Iraklı eski polislerle Lübnan asıllı polis
müfettişi Münir Ebu Fadıl komutasındaki eski polislerden oluşuyordu. Düzenli
arap orduları yetişmeden ciddi hedefler elde etmeyi planlayan Yahudiler İngiliz
mandası Filistin’i terk edince aldıkları kararla hemen Arapların yaşadıkları
bölgeleri boşaltmalarına yol açtı. Böylece tarihteki Filistinli mülteci
trajedisinin ilk adımı gerçekleşiyordu. 20.yüzyılın en önemli siyasal
olaylarından birisi gerçekleşmek Siyonist hareket Yahudi halkı inatla istediği
için devlet kurmak üzereydi.
Balfour bildirisine “İsrail Devleti” diyerek başlayan David Ben Gurion, Tinsel,
dinsel ve ulusal yanlarının Filistin topraklarında doğduğunu belirterek ulusal
özgürlüğün kurulması ve yahudilerin yüzyıllar boyu atalarının varsaydığı
topraklara dönmek için çalıştıklarını ifade ediyordu. Balfour’da Araplara ve
bütün dünyaya çağrı yapan Gurion yeni İsrail devletinin 3 ilke üzerine
kurulacağını açıklayacaktı: Özgürlük, adalet ve barış!..
Geçici kurul 14 Mayıs 1948 tarihli geçici kurulda bağımsız İsrail Devleti’ni
ilan etmişti. 200 bin kişilik Mısır ordusu hemen harekete geçti. Kahire El
Ezher Camii İmamı “kutsal savaş saati çaldı” diyordu. Hacı Emin’in sözcüsü
Ahmet Şukeyri bütün Araplara Yahudi devletini hedef gösteriyordu. Şam’dan
Suriye Ordusu tugayı Galile’ye, Lübnan ordusu Yahudi yerleşim merkezlerine
saldırdı. Mısır Gazze’ye girmişti. Hristiyanlar için Kudüs önemliydi. Pentecôte
Pazarı (paskalyadan sonraki yedinci Pazar) Ruhül Kudüs’ün havariler üzerine
inişini kutlayan hristiyan bayramıydı. İnanışa göre Tanrı insan suretinde
yeryüzüne inmişti…
Mısır birlikleri iki koldan ilerliyorlardı. Kıyıdan başkomutanları general
Muavi komutasındaydılar. Silah temin etmekte güçlük çeken İsraillilerin
Negev tugayında sadece 800 askere karşılık 2 adet 20 milimetrelik top, 10
mermilik 2 davitka bulunuyordu. Mısır kuvvetleri ise bombardıman uçak
filosu destekli 10 bin askere, tank alayına ve 88’lik toplarla donatılmış alaya
sahipti. Kuzeyde Suriye ordusu 3 kibbutzu ele geçirmişti. Kudüs ise kanlı
çatışmalara sahne oluyordu. Yüzyıllarca komutanların karşılaştıkları Kudüs’ün
Latrun tepeleri şimdi de Yahudilerin yardımına koşmak için gelecek olanlara
karşı arap mevzilerinin kontrolünde direnecekti.
Halife Ömer’in komutanlarından İbni Cebel yabani nanelerin kokulara boğduğu bu
tepelerde dinlenme yolunu seçmişti. Aslan yürekli Richard’ın yaptırdığı ve daha
sonra Selahattin Eyyübi’nin yerle bir ettiği kale yıkıntıları da buradaydı.
Araplar Türklerin yıllar önce Allenby’in İngiliz ordusunu püskürtmeye çalıştığı
siperleri temizleyip açarak yerleştiler. Yamaçlar mayınlar, dikenli tellerle kaplıydı.
Tanksavarlar silahlarla korunuyordu. 3 makinalı vickers silahı namluları
ovaya dönük beklemekteydi.
Amerikan yahudisi albay David Marcus Amerikan ordusu hesabına savaşırken
Normandiya çıkarmasıyla Avrupa’daki bazı yerlerde de bulunmuştu. Gurion Latrun’u
alıp Kudüs’ü açma görevini ona verdi. Judas Maccabée’den sonra general
rütbesi verilen ikinci kişiydi. Yahudi Haganah subayları kutsal kitaptan
alıntıyla harekatın adını koymuşlardı: “Ben Nun” yani Ayalon vadisinde güneşin
batışını durdurmak ve İsrail’in hasımlarını yoketmeyi gün ışığında tamamlamak…
30 Mayıs gecesi Ben Nun harekatının ikincisi Latrun’daki arap mevzilerinin
dövülmesiyle başladı. Bedevi topları, Mısırlı Abdülaziz’in bataryaları ise
Yahudi kesimini kasıp kavuruyordu. Kudüs bütün çarpışmalar boyunca kayıplarla
ilgili bir karşılaştırma yapılacak olsa nazi bombardımanında Londra halkının
verdiğinden beş kat fazlasını yaşamıştır. New York Times’ın muhabiri Diana
Adams Schmidt 2.dünya savaşında röportaj yaptığı 4 yıl sürede tanık olduklarından
daha dehşet verici bir tabloyla karşılaştığını belirtecekti.
Filistin halkı açlık ve susuzluk felaketiyle karşı karşıyaydı. Kudüs
kuşatmaları boyunca halkın imdadına hep koşan hubeyza otları da kurumuş asma
yaprakları haşlanıp karınlar doyurulmaya çalışılıyordu. İsrail ordusu 3
kez Kudüs yolunu açmayı denedi. Haganah’ın Latrun’da uğradığı üç yenilgi haberi
ulaştığında şehri kasvetli bir hava sarmıştı. Ölüm, açlık ve umutsuzluk kaosu
arasında söylenti haline gelen bu haber Kudüs’ün sokaklarına yayılıverdi. BM
arabulucusu Kont Bernadotte’nin çağrısıyla 30 günlük süre için ateşkes
ilanı resmen açıklandı (Kudüs gökleri üst üste 26 gün açlıkla ve arapların top
gümbürtüsüyle çınlarken Latrun tepeleri 19 yıl süreyle arap lejyonu elinde
kalacaktı)…
Kral Abdullah Kudüs’e geldi. Kudüs’ü kurtaran arap lejyonu komutanı Abdullah
Tell’e albay rütbesine yükseltildiğini bildirdi.
Ben Gurion BM ateşkesiyle 30 günlük solukalma fırsatı tanınmasını arapların
ateşkes kararını kabul etmelerini büyük bir hata olarak görüyordu. Çünkü Ehud
Avriel’in Çekoslavakya’dan gönderdiği silah yüklü gemi yola çıkmıştı,
Meksika’dan gelen silah dolu başka bir şileple de Yahudiler daha da
güçlenmişti. Bernadotte ateşkesin uzatılması için yeni bir girişimde bulundu
ancak İsrail tarafı bunu kabul etmek için artık neden görmeyecekti. İsrail hava
kuvvetlerine ABD’den satın alınan bir uçan kale sayılan B-17 bombardıman uçağı
da katılmıştı. Irak ve Mısır’ın orduya kattıkları 10 bin asker dışında
Arapların askeri gücünde bir değişiklik olmadı. İsrailliler ilk kez silah
üstünlüğünü ele geçiriyordu…
Çarpışmalar yeniden başladığında araplar korkunç gerçekle karşı karşıya
kaldıklarını anladılar. İsrail ordusu tüm cephelerde saldırıya geçecekti. Moşe
Dayan komutasında birlikler Lod’u ele geçirdi. Araplar şehirden göç etmeye
başladı. Nazaret ve Ramleh düşmüştü.
16 Temmuz Cuma günü gece yarısından hemen sonra Nabukadnezar’ın Kudüs surlarına
saldırmasının 2500. yılında Kedem (ilkçağ) adını verdikleri silahla Yahudiler
Kudüs’ün surlarını delecek ve 2 bin yıl sonra ilk kez şehri
elegeçirebilecekleri saldırıya geçecekti. Abdullah Tell radyoda bütün
birliklerine çağrıda bulundu: “kutsal şehri son askerimize ve son
kurşunumuza dek savunacağız bu gece kimse geri çekilmeyecek!”...
Sonraki 3 saat boyunca 500 mermilik bir çığ şehrin arap kesimine yağdı. Top
mermileri her yeri yakıp yıkıyordu. Ölüler, can çekişenler şehirde her köşede
birbirine karışmıştı. Muazzam bir patlama bütün bir şehri sarsarken büyük bir
ışık gökyüzünü aydınlattı. Zvi Sinai karargahın balkonundan “surlar delindi!
Eski Şehir’e giriyorlar” şeklinde bir sevinç çığlığı attı. Abdullah Tell
ateşkesin devreye girmesiyle “bunca insanın hayatı bir hiç uğruna söndü”
diyecekti.
Tell ve Moşe Dayan Kudüs’ü ayıran sınırları karşılıklı belirledi.1948 Temmuz
sabahı Kudüs’e inen barış geçici olacak, şehir bir çizgiyle ikiye bölünmüş
olarak kalacaktı. 1949’da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Mısır, Lübnan,
Ürdün ve Suriye’nin İsrail’le bir ateşkes anlaşması imzalamasını sağlayacaktı.
Bu anlaşmalar çarpışmaları durdursa bile savaş durumuna son vermedi.
Araplar İsrail Devletini tanımayıp reddettiklerini yok edeceklerini
açıkladılar. İsraillilerin ise “bağımsızlık savaşımız” diyerek adlandırdıkları
bu ihtilaf sırasında binlerce insan can verdi, 112 köyle birlikte Filistin 1300
kilometrekarelik toprağını kaybetmişti. Yahudi devletine ait olan 350
kilometrekare toprak ve 15 köy ise arap tarafında kalıyordu.
1 milyondan fazla arap göç edecekti (BM’e göre 500-700 bin arası). David
Ben Gurion ülkesinin bu sorun karşısındaki tutumunu 1948 Haziranında
açıklamıştı; “terkedilmiş köylerin hemen yahudi ailelerce işgali”ni emredip
gelecekte öngörülecek barış görüşmeleri çerçevesinde 100 bin göçmenin dönüşünü
kabul edeceğini bildirdi. Daha sonraki İsrail hükümetleriyse teklifin
ötesine geçmeyi İsrail’in temeli için tehlike görüp reddetmişlerdir.
Öte yandan Suriye ve Irak göçmenlere kapılarını açmadı. Lübnan ülkedeki dini
dengeyi bozmamak adına göçmen sayısını sınırlı tuttu. Mısır ise daracık Gazze
şeridine yerleştirmekle yetindi. Fakat arap devletlerinin en yoksulu olan Ürdün
Birleşmiş Milletlerin sağladığı ianeyle yaşamak zorunda kalan göçmenleri kabul
etmek için ciddi bir çaba göstermişti.
Filistinli araplar 1948’den beri yerinden yurdundan göçerek kamplarda yaşamak
zorunda kalmışlardır. Bütün dünyanın unuttuğu Filistinliler yaşadıklarını asla
unutmadı. Bu kampların sefaletinden yeni bir kuşak doğdu. Filistin gerillaları
bu kuşağın çocuklarıdır. “Fedai”ler adıyla Ortadoğu sahnesine çıktılar.
BM arabulucusu Bernadotte 16 Eylül 1948’de Stern grubuna bağlı Siyonist
tedhişçilerce öldürüldü. Mısırlı Mahmut Nukraşi Paşa ve Lübnanlı Riyad Sulh
1951 yazında vuruldular. 20 Temmuz 1951’de bir öğle üstü Kral Abdullah
Hz. Ömer Camii’ne girerken öldürüldü. Hacı Emin Hüsseyni Beyrut tepelerindeki
sığınağında Kudüs’e kavuşma umuduyla yaşamını sürdürdü.
Gurion 1948’den 1963’e kadar başbakanlık yaptı. Ülkesi kendine yetecek ekonomik
güce erişti, nüfusu ikiye katlandı sonra da Negev’te Sde Boker kibbutzunda
basit ve sakin bir hayata başladı. Golda Meir BM İsrail diplomasisini
üstlendi. 1969’da başbakan olması istendi, oldu. 1967’de Ürdün’le çatıştılar.
İşgal edilen Filistin’de gerillaların ortaya çıkışıyla şehir sokakları çınladı.
Şehri bölen dikenli tellerle çevrili müstahkem yerler halkın yüreklerine
taşındı.
D. Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınan birçok arşiv belgesi,
günlük, mektup vs taranarak oluşan kitap siyasal ve stratejik bir kent olan
Kudüs üzerine bu konuda cesaretle özveri isteyen tarihsel nitelikte büyük ve
önemli bir kaynak yapıt ortaya çıkarmış. Etkileriyle güncelliğini asla
yitirmeyen anlatı ihtilafın doğuşunu harita, fotoğraf ve planlarla da
desteklemiş. Kudüs’ü başkent yapan büyük yahudi kralı Davut için yazılan şu
mezmurun sözleriyle bitiriliyor:
“Kudüs’ün selametini dileyin, duvarları içinde barış, sarayları içinde refah
olsun”…
Kaynak:
Kudüs... Ey Kudüs, Dominique Lapierre - Larry Collins, Çeviri Aydın Emeç,
E Yayınları 1973.
Tamer
UYSAL